tag:blogger.com,1999:blog-4372490085456575022024-03-28T10:42:43.353+03:00Birkaç Tahtası Eksik PinokyoÖykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.comBlogger72125tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-63066237397624194482024-03-15T13:07:00.004+03:002024-03-15T13:08:16.335+03:00Sınıf ayrımının sinemada mekansal tezahürü<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMXxpYnbhC_O46-OBlMmX8uCEceULyZbldCly0NSE1JRUue0xXZQQLbkw0tPpezuTUGbKBSkbvfufBofofT-RGijZK9aL1KbjtAweQCVN9E2f-mn7HG2aSKml_F-PSHifoRoqmshE2FqeQK1O-0HmQBwGImfpfi9PtUx2uMl_AbiNu8g0wPKS9NmpPIZY/s1234/b.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1234" data-original-width="1080" height="307" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMXxpYnbhC_O46-OBlMmX8uCEceULyZbldCly0NSE1JRUue0xXZQQLbkw0tPpezuTUGbKBSkbvfufBofofT-RGijZK9aL1KbjtAweQCVN9E2f-mn7HG2aSKml_F-PSHifoRoqmshE2FqeQK1O-0HmQBwGImfpfi9PtUx2uMl_AbiNu8g0wPKS9NmpPIZY/w269-h307/b.jpg" width="269" /></a></div><br /><p></p><p><span face="TwitterChirp, -apple-system, BlinkMacSystemFont, Segoe UI, Roboto, Helvetica, Arial, sans-serif" style="color: #0f1419;"><span style="background-color: rgba(0, 0, 0, 0.03);"><span style="font-size: 15px; white-space-collapse: preserve;">“Sınıf ayrımının sinemada mekansal tezahürü” adlı yazım </span><a href="https://vesaire.org/sinif-ayriminin-sinemada-mekansal-tezahuru/" style="font-size: 15px; white-space-collapse: preserve;" target="_blank">vesaire.org</a><span style="font-size: 15px; white-space-collapse: preserve;">’ta. Güncel dünya sinemasından hikâyeler ile ülkemizden gerçek hikâyeleri birlikte ele alarak, ezilenler tarihinin aslında tek bir felaketten ibaret olduğuna dikkat çekmeyi denedim. Dört filmi andım ama iki filmden bahsettim: Kolombiya yapımı <i>Dünyanın Kralları</i> (Los Reyes Del Mundo, 2022) ve Endonezya yapımı <i>Otobiyografi</i> (Autobiography, 2022). Yazı okuruna ulaşırsa öbür iki filmle yazının devamını getirmeyi düşünüyorum.</span>
</span></span></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjdyeVUagEU5jkcp52gXLMhyCljBXc9SrCcnPZW_5191ydtyY5Ni73LaItvbXKs_QlmkyhkxfUHdfRPCvIWALeF_Gqp0unFEzhTYTWATqg_3MgxKbGsCNHNWnCkx0Rat1C1_enOLn3w-QH4YUxD84Lk9p_VcYTiKOL26g1dpGOinErJ1orSkkchrzznkOs/s1140/a.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1140" data-original-width="963" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjdyeVUagEU5jkcp52gXLMhyCljBXc9SrCcnPZW_5191ydtyY5Ni73LaItvbXKs_QlmkyhkxfUHdfRPCvIWALeF_Gqp0unFEzhTYTWATqg_3MgxKbGsCNHNWnCkx0Rat1C1_enOLn3w-QH4YUxD84Lk9p_VcYTiKOL26g1dpGOinErJ1orSkkchrzznkOs/s320/a.jpg" width="270" /></a></div><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge-IYd8_Q9gJ7vmjp78GNVD8WlX-BUHfGZhdgZskS8nRnWnRLi6V-HqODz-7sN0P_U2BX8tU9mP0od6lYFlAIeACpjGjZhCXgGe-yUq1-DSzz3B7K1gTLfZUCLVN5TSlNKqeG5oAaeMmXQwm60DVl0L_-bDZDHyXWG50gUYnLpXwpaaP57Fh2gRYsEEoE/s1140/a.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><br /></a></div>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-45992357146171425422024-01-08T16:57:00.000+03:002024-01-08T16:57:33.754+03:00TOBA TEK SİNGH: HAYATIN ORTASINA KIYIDAN ÇIPLAK DALIŞ<p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhnRzgSypBJQnwtJtVTOemWAs_Tt69PnDlmR3wmbE0mMS2b_yeI5gOrD0CmIhQmURxws0XbCrzai1MuaOBoaqPrVlXZLGleg1iglAUgIa7XCwjXcUI9SL1oxL0yUYW8lpW1blOyhW2Kpowf_r0XyqlREB3G99gAqH91hFVy6NI8dmf96bhoHCKz6mI8Voc/s1200/6991d687-f9ff-43ec-9907-910efd601281.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="800" height="423" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhnRzgSypBJQnwtJtVTOemWAs_Tt69PnDlmR3wmbE0mMS2b_yeI5gOrD0CmIhQmURxws0XbCrzai1MuaOBoaqPrVlXZLGleg1iglAUgIa7XCwjXcUI9SL1oxL0yUYW8lpW1blOyhW2Kpowf_r0XyqlREB3G99gAqH91hFVy6NI8dmf96bhoHCKz6mI8Voc/w282-h423/6991d687-f9ff-43ec-9907-910efd601281.jpg" width="282" /></a></div><br /><p>Saadat Hasan Manto 1912’de
Hindistan’ın Pencap bölgesinde Müslüman bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. Emperyalist
güçlerin sömürdüğü halkları birbirine kırdırdığı döneme tanıklık eden Manto’nun,
bir katliamı konu edinen “Gösteri” adlı öyküsü ilk yayımlanan öyküsü olmuş.
Öykülerinin yanı sıra oyunları ve senaryoları da bulunan Manto alkolizm
nedeniyle tedavi görmüş ve öykülerindeki müstehcenlik nedeniyle hem
Hindistan’da hem Pakistan’da yargılanmış. Ancak erken yaşta hayata veda
ettiğinde cenazesine binlerce kişi katılmış.</p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Manto’nun öykülerinde,
Hindistan-Pakistan bölünmesinin yarattığı sancı ve bu bölünmeyle birlikte hâkim
kılınmak istenen ulusal anlatının dışına itilenler yer alıyor. Delileri, fahişeleri,
garibanları, göçe zorlananları anlatırken onlara acımak yerine onlardaki
özgürlük, sevme gücü gibi olumlu duygulara işaret etse de, bu duyguların
kırılgan ve geçici yapısına da dikkat çekiyor. İroniyi koluna takıp; birçok
dile, dine, kasta bölünmüş bir toplumda tutarsızlığı absürt içinde eriterek
yansıtmanın yolunu tutuyor. Tam olanı değil eksik olanı, hissedileni değil
hissedilir hissedilmez kaybolmaya başlayanı, kaybettiği için üzüleni değil kaybettiği
için mutlu olabileni anlatıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Manto’nun, yaşadığı coğrafyanın
ruhuna sinen bölünmeye, acımasızlığa ve adaletsizliğe dayanabilmek için
kullandığı acı alayı, ölümünden önce kendi mezar taşına yazılmasını istediği
metinde de görmek mümkün: </span>“Saadat Hasan Manto burada yatıyor. Kısa hikâye
anlatıcılığı da onunla birlikte burada, toprağın altında artık… Tonlarca
toprağın altında bile hâlâ kendisinin mi yoksa Tanrı’nın mı daha iyi bir kısa
hikâye yazarı olduğunu merak ediyor.”</p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">“Yeni Kanun” adlı öyküsü
İngiltere sömürge yönetiminin uyguladığı kanunların değişeceğini düşünüp
Hindistan’ın nihayet özgürlüğe kavuşacağına inanarak sevinen bir karakteri
anlatır. 1 Nisan tarihinde geçen hikâye adeta kötü bir şakadır. Hiçbir şeyin
değişmediğine, değişmeyeceğine dikkat çekerken, sadece İngilizlerin değil
burjuva Hintlilerin de yoksul halkı umursamadığını vurgular sanki.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Manto, Hindistan’ın İngiltere
sömürgeciliğine karşı direnişinin temelinde dinci fanatizm ile milliyetçilik
olduğunun ve bunun da bir bölünmeye neden olacağının farkındadır. Nitekim
İngilizlerin gitmesiyle Hindistan artık özgürdür ama acı içindedir; Hindu ve
Müslüman fanatikler birbirlerini kesip biçmeye başlamıştır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Urdu edebiyatının sesini dünyaya
duyuran en ünlü öyküsü “Toba Tek Singh”te de, Hindistan-Pakistan bölünmesini deliler
üzerinden sosyal-psikolojik yönüyle ele alır. Aklın dışında kabul edilen
delilerin gözünden aslında bölünmenin nasıl da akıl dışı olduğunu gösterirken,
toplumda dayatılan aklı ve bu aklın dayattığı gerçekliği reddeder.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Manto’nun yargılanıp ceza
almasına neden olan öykülerinden biri de cinsel şiddetin yer aldığı “Buzdan da
Soğuk”tur. Bölünmeyi “parçalanma” olarak gören Manto, parçalanmanın en şiddetli
yanını oluşturan cinsel saldırıları, bölünmenin bir metaforu olarak kullanır. Çünkü
hem Hindular hem Müslümanlar, kadınlara yönelik cinsel saldırıları, karşı
tarafı aşağılanmak için güçlü bir silah gibi kullanmaktadır. Ne var ki, inşa
edilmek istenen ulusal anlatı gereği bu mevzu göz ardı edilmeli,
konuşulmamalıdır. Birbirini öldürmeye yer arayan iki devlet, tek bu konuda ağız
birliği etmiş gibidir. Manto tam da bu ikiyüzlülüğü eleştirmek ister.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Manto’nun kadınları ama özellikle
de fahişeleri anlatma tercihinin arkasında “anne” figürünün Hint kültüründe
önemli bir yer tutması olabilir. Öyle ki, Hindistan ulusal marşında da ülke
“anne” olarak (anayurt) görülür. Kitapta da “1919’dan Bir Hikâye”, “Siyah
Şalvar”, “Hakaret” ve “Duda Pehlivan” gibi öykülerde görünen fahişelerle, ideal
anne figürüne karşı bayrak açarken aslında yine, inşa edilmek istenen ulusal
anlatıya karşı gelir ve bu anlatının bütün ulusu kapsamadığına dikkat çekmek ister.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">“Siyah Şalvar” öyküsünde Manto,
anne idealini tersine çevirir. Bir flanör gibi dolaşan fahişe karaktere, ülkede
hayatı birbirine bağlayan demiryolu ağlarını izlerken kendi bedenini de bir ağ
gibi düşündürterek, bir anneyi değil bir fahişeyi ulusal anlatının parçası
kılar. Ülkeye tarihi kişiliklerin, devrimcilerin değil sıradan insanın, en çok
eziyet görenin, yani fahişelerin gözünden bakan başka bir öyküsü olan “Hakaret”
ise insanlar arası hiyerarşiye ve iktidar ilişkilerine dair de güçlü bir anlatı
ortaya koyar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Manto; ailenin, dinin, milliyetin
yani iktidarın diliyle yazmak yerine propaganda ve sloganlardan arındırılmış
tamamen sivil bir dil kullanmayı seçtiğinden olsa gerek, alkolik ve pornocu
olarak anılmış. Ahlak üzerine düşünmeyi kendisine iş edinmiş bir ironi üstadı
için ne büyük ironi. Kendisine yöneltilen müstehcenlik suçlamalarına karşı
onunkinden daha iyi bir yanıt olabilir mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">“Öykülerimdeki tüm çirkinlikler
yaşadığımız zamana aittir. Hâlihazırda zaten çıplakken toplumun, kültürün ve
medeniyetin çamaşırını ben neden çıkarayım? İnsanlar bana kara kalem diyorlar.
Ben kara tahtaya siyah tebeşirle değil beyaz tebeşirle yazıyorum ki tahtanın
karalığı iyice belirgin olsun.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1;">Sonsözde Ali Çakmak’ın, Manto’nun
edebiyatını tarihi arkaplanla harmanlayarak ele aldığı uzun ama enfes yazısında
verdiği bilgilerden de büyük ölçüde yararlanarak, kitabın daha çok dikkat
çekmesi ümidiyle bu metnin kaleme alındığını belirtmeliyim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><br /></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-54615879877366786642023-10-06T12:40:00.001+03:002023-10-07T10:18:19.403+03:00KURU OTLAR ÜSTÜNE: İMKÂNSIZLIĞI DÜŞLEMEK*<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivTyU_jpwcZ3KJebFfOHcEWgDOtpldveKJq7aIsWCK0OMQgzLrOGcsqTzOttUEfbO3GUvVuUtV_GQhde2PK7FgN2U-qP7qowxCdjFgO4X0MLjAfyQkqqkL1U-vmfB8w8-Flr1Un7sTQ1li55jB7NbDdPi6cnMzrh6nnpexElQamgSRLu9IJfBCXpA2tPQ/s1024/kuru3.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="754" height="411" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivTyU_jpwcZ3KJebFfOHcEWgDOtpldveKJq7aIsWCK0OMQgzLrOGcsqTzOttUEfbO3GUvVuUtV_GQhde2PK7FgN2U-qP7qowxCdjFgO4X0MLjAfyQkqqkL1U-vmfB8w8-Flr1Un7sTQ1li55jB7NbDdPi6cnMzrh6nnpexElQamgSRLu9IJfBCXpA2tPQ/w303-h411/kuru3.jpg" width="303" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><i><br /></i></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><i>Yazı, filmle ilgili bazı sürprizleri açık etmektedir.</i></div><p></p><p></p><p align="center" class="MsoNormal" style="margin-left: 252pt; text-align: center;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Nuri Bilge Ceylan birçok filminde olduğu gibi <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kuru Otlar Üstüne</i>’de de mek<span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">â</span>n
olarak taşrayı seçmiş. Bu seçimi bir süredir eleştiriliyor. Yakın zamanda
kendisine sorulan “Neden hep taşra?” sorusuna da, insanın her yerde aynı
olduğu, filmin nerede geçtiğinin bir önemi olmadığı şeklinde bir yanıt vermiş.
Hem yönetmenin yanıtını yanlışlamayan hem de taşra seçimine özel bir anlam
yükleyen bir bakış açısı olabilir mi? O zaman önce şunu sormalı: Taşra nedir?
Sözlüğe bakarsak taşra, “dışarılık” demek. Dışarısı anlamıyla taşra tek başına
bir metafora dönüşmüyor mu zaten? Merkezin dışında kalanı veya bırakılanı
simgeliyor. Bu anlamda, Ceylan’ın İstanbul’da geçen <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Uzak</i> filmi bir taşra filmi değil belki ama anlatılan yine taşra; taşrada
büyümüş Mahmut karakterinin, Yusuf’un gelişiyle birlikte huzurunu kaçıran da
kendi içinde hep taşıdığı taşranın somut olarak karşısında zuhur ederek onu
yüzleşmeye zorlaması biraz da. Ceylan sadece taşrada geçen olayları değil bir
ruh hali olarak taşralılığı anlatır. Merkezin, iktidarın, çoğunluğun bir
parçası olamamak. Bu nedenle de Ceylan’ın filmleri, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kuru Otlar Üstüne</i> dahil, doğrudan politika yapmaz ama politik
okumalara alan açar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ceylan’ın bu filmini de politik kılan bir şey varsa bu; filmde babası
jandarmalarca götürülmüş ve bir daha geri dönmemiş bir karakterin bulunması ve
bu karakterin dağa çıkmayı düşünmesi, doğrudan dile getirilmese de 10 Ekim
Ankara Gar Katliamı olduğunu anladığımız bir olayda bir karakterin bacağını
kaybetmiş olması ve bu karakterin örgütlü olması, yine doğrudan dile
getirilmese de bir öğrencinin anne ve babasının evde olmaması ama hayatta
olmasıyla onların dağa çıkmış olabileceğinin ima edilmesi, bir karakterin
akrabasının askeri istihbaratçı sanılarak öldürülmesi ve sonradan özür
dilenmesi gibi ülkenin siyasi gündeminden konular değildir. Bu değiniler
izleyiciye tek başına bir şey söylemez; bunlar sadece karakterlerin birer
fotoğrafıdır ve ülkenin portesini çizmekten ötesine hizmet etmez. Ötesini
filmin meselesinde aramak gerekir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kuru Otlar Üstüne</i>
beyaz karda adeta kara bir leke gibi duran bir insan siluetiyle açılır ve o
kara leke “Yol Ver” tabelasının yanından köye yaklaşır. Nitekim film boyunca siluetin
sahibi kişinin kendi karanlığıyla yüzleş(eme)mesini ve köyde bir kara leke
olarak anılmaktan da kıl payı kurtulmasını izleriz. Siluetin sahibi Samet’i
oraya getiren şey bir okulda öğretmenlik yapmasıdır. Samet’in köye gelmesiyle
birlikte öğrenci sesleri duyulsa da kadrajda ilk olarak görülen, okul ve
öğrenciler değildir. Bir patisi sakatlanmış, sekerek yürüyen bir köpektir. Ve sokak
köpekleri filmde sık sık görünür. Veteriner dâhil kimse onları umursamaz ve
onlar için bir şey yapmaz. Çünkü bu köpekler sahipsizdir ve hesap soramaz.
Yani, sahipsiz bırakılan ve sesi çıkmayanlar bu topraklarda yazgısına karşı
koyamaz. Görevi hayvanlarla ilgilenmek olan bireyci ve keyfine düşkün veteriner
bir yana, örgütlü bir solcu olan Nuray bile köpekleri umursamaz, herkesin bir
kaderi vardır şeklinde konuyu geçiştirir; oysa bu, Nuray’ın inandığı mücadele
ve dayanışma ruhuna ters değil mi? Kimsesiz bırakılanları simgeler köpek; belki
Doğu’yu, hatta Doğu’nun içindeki Doğu’yu. Çünkü ister bireyci ister toplumcu
olsun herkes belirli ölçüde bencildir. Film boyunca başka karakterlerde de
görünür kılınır bu tutum: Öğretmenler yumurtaları çocuk okutan hademeden alarak
ona az da olsa yardımcı olma fikrini umursamaz, emniyette video oyunu oynamayı
tercih eden jandarma komutanı yolda kalmış adama yardım etmeye üşenir, okul
müdürü öğretmenlerin haksız yere suçlanmış olma ihtimalini bildiği halde olayı
çözmek için efor sarf etmeden onları doğrudan Milli Eğitim’e sevk eder, dağa
çıkmayı düşünen Feyyaz’ın daha annesine bile faydası yoktur. Kimse masum
değildir, kimse mükemmel değildir, kimse o kadar da ahlaklı veya özgecil
değildir. Bu şekilde film, başkarakterimiz Samet’e de bakacağımız perspektifin
sınırlarını çizer adeta. Ancak film, izleyiciden karakterleri yargılamasını
istemez. Filmdeki yaklaşım, karalamak değil karanlığa ışık tutmaktır. Bu
bağlamda, fonun sürekli aydınlık, beyaz olması da ayrı bir anlamlı. Nitekim
Samet okulun ışıklarını kapatmaya gittiği zaman karanlıkta duyduğu bir sesten
korkar. Samet’in korktuğu belki de karanlıkta kalmak, bir anlamda da kendi
karanlığıyla baş başa kalmaktır. (Yine de, ışıkları kapatılan yerin bir “okul”
olması, o sırada fenerin ışığının Atatürk’ün büstüne düşmesi gibi ayrıntılar da
manidar ve başka türlü bir yoruma da açık gibi duruyor.)<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Daha bireyci Samet ile daha toplumcu Nuray’ın topluma katkı
sağlamak üzerinden birbirlerini eleştirdikleri yemek sahnesine kıyasla çok daha
kısa sürse de benzer bir sahne daha var filmde. Daha bireyci Veteriner ile dağa
çıkmayı düşünen Feyyaz’ın atıştıkları bu sahnenin filmde yer alması neden? Hem
de sonrasında izleyeceğimiz Samet ile Nuray’ın yemek sahnesi yeterince
çarpıcıyken. Veteriner ile Feyyaz atışırken, Samet atışmanın bir parçası
olmadığı gibi, konuyu değiştirip kapatmaya çalışır. Aslında Samet zorunda
kalmadıkça bu tarz tartışmalara umut bağlamayacak kadar kopmuş, yorulmuş gibidir
her şeyden. Mümkün ki, tartışılarak bir sonuç alınamayacağının, karşıt fikirli
birinin zaten ikna edilemeyeceğinin farkındadır ve bunu boşa bir çaba olarak
görür. Oysa Nuray’la yemekte üçüncü bir kişi de olmayınca, tartışmadan kaçma
şansı olmaz. Belki tam da bu nedenle, bu tartışmadan sonraki sahnede Samet
filmin kendisinden çıkıp, film setinde gezinmeye başlar. Bu yabancılaşma
tekniği kadar yabancılaşmanın neden tam da burada verildiği dikkate değer. Yemekteki
tartışma sahnesine kadar Samet’i aklımızda iyi kötü çizdiysek bile, Samet’in
hayatla, toplumla, insanlarla, mücadeleyle, umutla ilgili fikirlerini ilk kez
duyduğumuz sahnedir bu. Yönetmen önce Samet’i konuşturur uzun uzun; sonra da,
bunların hiçbir önemi yok ki, dercesine izleyiciyi sahneye yabancılaştırır.
Çünkü Samet inancını, umudunu, mücadele azmini yitirecek derecede
hissizleştiyse, bunları konuşmanın da hiçbir anlamı kalmaz. Samet filmin dışına,
sete çıkmadan önce Nuray ondan ışıkları kapatmasını ister. Okulda korktuğu,
yine de ışıkların tamamını kapattığı sahneden sonra, ışıkları kapatmaya gittiği
ikinci sahnedir bu. Ama bu kez, Nuray’ın evinde ışıkların tamamını kapatmaz,
adeta izleyiciye sinyal verir, bu kez izleyiciye bir itirafı varmış gibi.
Filmden sete çıkışıyla yaşanılan yabancılaşma sadece önceki tartışma sahnesini
değil sonraki seks sahnesini de etkiler, çünkü onun için nasıl demin
söylediklerinin bir anlamı yoksa, Nuray’la seks yapmasının da bir anlamı yoktur.
Uzun süredir bir kadınla birlikte olmadığından ihtiyaç duyması çok da
beklenmeyeceği halde, muhtemelen hiçbir şey hissetmediğinden, cinsel
performansı artırıcı bir hap alma ihtiyacı duyar. Onun karanlığı izleyici için
ilk kez bu kadar açığa çıkar bu yarım ışıkta.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Samet ilk başta Nuray’la ilgilenmez, hatta onu arkadaşı
Kenan’a ayarlamaya çalışır. Kenan ile Nuray’ın birbirleriyle görüşmelerini
Samet’ten saklayıp ona yalan söylemeleri onu harekete geçirir ama asıl neden bu
değildir. Ne zaman ki Samet, öğrencisi Sevim’in kendisine değil de bir
öğrenciye karşı hisler beslediğini fark eder, işte o zaman Nuray’la ilgilenmeye
başlar. Hiçbir hocanın bağırmadığı cici ve çalışkan öğrenci Sevim’i sınıfın
ortasında azarlar, sınıftan dışarı atar, bu da yetmez, koridorda duvara
yaslanmadan ayakta durmasını emreder, sınıfa dönünce öbür öğrencilere Sevim
gibi öğrencilerle arkadaşlık kurulmaması gerektiğini söylemeye kadar işi
götürür. Sevim üzülse de bozulsa da, Samet gider gitmez, bildiğini okuyarak
sırtını yine duvara yaslar. Samet’in de bunu tahmin etmesi zor olmamalı. Samet,
Sevim üzerindeki iktidarını yeniden tesis edemez. Kendisini iki kez şikâyet
eden Sevim’i yola getirmeyi ne kadar denerse denesin zaten içi soğumayacaktır,
çünkü Sevim’in sevdiği kişi o değildir. Sevim’le kaybettiği iktidarı Nuray’la yeniden
tesis etmek ister ve Nuray’ın ilgisine talip olur. Sevim’i küçümsediği o
coğrafyadan biri, üstelik kendisinden yaşça küçük ve konumca aşağıda biri
elinden almıştır. Nuray’ı da yine o coğrafyadan ve kendisinden aşağı gördüğü o
öğretmen grubundan biri olan Kenan’a kaptırmayacaktır.<o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPQZPnUzMPCQxskRJ8kZh2nrdhE2w83SO4E5wq7uUW9FrDxylEwVqylRbMR4FjLIT9C5WecahREhyphenhyphenGlf3-rBB7GmL3YRYx3BEIUd9X9TfxXdcUtO37wrsB0xQDe193hW9kbTW88u0qR5EpF8zU3zaHOmpubJ1E8GkBw-WduzhVg9jcAXAJ8oKCXTnxIv0/s1078/kuru2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="668" data-original-width="1078" height="256" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPQZPnUzMPCQxskRJ8kZh2nrdhE2w83SO4E5wq7uUW9FrDxylEwVqylRbMR4FjLIT9C5WecahREhyphenhyphenGlf3-rBB7GmL3YRYx3BEIUd9X9TfxXdcUtO37wrsB0xQDe193hW9kbTW88u0qR5EpF8zU3zaHOmpubJ1E8GkBw-WduzhVg9jcAXAJ8oKCXTnxIv0/w414-h256/kuru2.jpg" width="414" /></a></div><p class="MsoNormal">Samet ile Sevim arasındaki ilişki, filmin tam merkezinde
durur; Samet’in Sevim’e olan hisleri, filmin özünü oluşturur. Samet, sevmeyip
kaçmak istediği, üstelik bir kadın olarak var olmanın çok daha zor olduğu bir
coğrafyada cıvıl cıvıl, neşeli, hayat dolu bir kız çocuğu görür Sevim’de.
Samet’i Sevim’e çeken de cinsellik değil bu canlılıktır. Samet, Sevim’in aşk
mektubunu okuduğunda mektubun kendisine yazıldığına inanmak ister, çünkü
Sevim’in kendisine değer vermesini ve hayranlık duymasını ister. Hayata karşı
hiçbir şey hissetmeyen Samet onda çoktan yitirdiği bir şeyi bulur; Sevim’in
yaşlarındayken Samet’in kendi edebiyat öğretmenine duyduğu, gerçek hayatta asla
ciddi bir ilişkiye dönüşmesi mümkün olmayan ama bir daha asla da o kadar yoğun
yaşayamadığı o masum hislerin, umudunu henüz yitirmediği günlerin özlemini çeker.
Sanki bu hayat dolu kız onunla ilgilenirse yine içinde bir kıpırdanma yaşayacak,
benzer bir his yakalayacaktır. Hatta Samet’in, Sevim’e hediye olarak bir ayna
vermesi de, bir anlamda kendi hislerini ona yansıtmak istediğinden. Aynada
kendisini görecek Sevim’e, bu anların, bu gençliğin, bu canlılığın değerini
bil, der. Zira Samet’in filmin son sahnesinde de ifade ettiği gibi, bir gün
Sevim de o otlar gibi kuruyacak, içinde çölden başka hiçbir şey kalmayacaktır.
Yani, filmin adındaki kuru otlar aslında Samet’in iç dünyasını temsil eder.
Samet’in hayata karşı tüm hisleri bu otlar gibi kurumuş, içi çölleşmiştir. Samet’in
hissizliğinin doğrudan mekânla, yani Doğu’da küçük bir köyde sıkışıp kalmış olmasıyla
alakası yoktur. Muhtemel ki Samet İstanbul’a gidince de içindeki taşrayı, çölü,
kuru otları oraya da taşıyacak; <i>Uzak</i>’ın
Mahmut’undan farksız olmayacaktır. Nuray’ın da dediği gibi, bütün sıkıntıların
faturasını o bölgede oluşuna kesse de, insan nereye giderse gitsin kendisini de
götürür.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Nitekim Samet’in hayata karşı hissizliğini son sahnede kendi
ağzından dinleriz. Samet’in kendisini açıklama yoluna gittiği bu son bölüm, bir
filmden ziyade bir romana ait gibi durur. Ceylan’ın zaten filmle söylemek
istediğini, bir de filmin sonunda ana karakteri konuşturarak özetlemesine, bu
kadar fazla açıklama getirmesine gerek var mıydı? Kimi izleyicinin her insan
gibi Samet’in de kompleks bir varlık olduğu gerçeğini gözden kaçırıp onun Sevim’e
ilgisini pedofili olarak yorumlayabileceğini tahmin ettiğinden, şüpheye yer
bırakmayacak derecede bir netlik kazandırmaya çalışarak, tehlikeli suların
önünü almak istemiş olabilir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Filmin sonunda kar örtüsü kalkmıştır; Samet hem coğrafyanın
getirdiği zorluktan kurtulur çünkü oradan ayrılacaktır, hem de artık bir aydınlanma
arayışında değildir. Samet’in tepeye çıkıp her şeye oradan bakması da bu anlamı
pekiştirir: Hem herkese halen uzak –hatta gidişiyle fiziksel olarak da uzak–, hem
de kendi karanlığıyla artık yüzleşmiş, bir şeyleri içinde halletmiş ve genel
resme daha hâkim. Ve Samet kuru otlar üstünde canlı renkleri ve güzel ötüşüyle
bir kuş görür. Bu kuşu, içinden Sevim’e seslenirken görür. Kuş, Sevim’in
varlığında umudu simgeler. Samet önceden, umut etmenin yorgunluğu demişti ama kendisinin
beceremediğini Sevim’in becerebileceğine de inanmak ister: Hayatla doğrudan bağ
kurabilen umutlu biri olmak. Ama daha da önemlisi, hayal dünyasında bile olsa
halen hissederek yaşayabilmek ister.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">*Samet filmin sonunda, “İmkânsızlığı düşlemiştim,” der.<o:p></o:p></p><br /><p></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-54208179723218113042023-05-25T22:18:00.006+03:002023-06-07T15:28:50.506+03:00GERÇEKTEN KURAK BİR GÜNDÜ<p>Son iki senede izlediğim yerli filmler ve
diziler o kadar kötüydü ki, Emin Alper’in <i>Kurak
Günler</i> filmine çok kötü demek büyük bir haksızlık olur. Ama beni hem
ideolojik duruşuyla hem içerdiği boşluklarla hayalkırıklığına uğrattığını inkâr
edemem.</p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">İnsanları ya iyi ya kötü şeklinde çizen
karikatürize bir bakış açısının ürünü bu film ile <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tepenin Ardı</i> gibi usta işi bir eserin aynı yönetmenden çıktığına
inanmak zor. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kurak Günler</i>’in tematik
açıdan <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tepenin Ardı</i>’nın devamı niteliğinde
olabileceğini, tepenin ardında kalan yani görünmez olan şiddetin bu filmde
izleyiciye tepenin ardını göstererek görünür hale geleceğini, dört bir yanı
saran bir şiddete tanıklık edeceğimizi tahmin etmiştim. Ancak bunu yaparken, Türkiye’deki
toplumsal kutuplaşmayı eleştirmek şöyle dursun, ona hizmet eden bir film olmuş.
Ve biz enteller de, elbette AKP karşıtı duruşumuzla taraf oluyor ve muhafazakâr
köylüye tükaka, ezilen aydına yazık, diyoruz. Oysa, AKP’yi başa getiren
koşulları hazırlayan da bu bakış açısı değil miydi? Sanırım hiç ders çıkaramamışız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Ayrıca film pat diye bitiveriyor; hızlı oluşu
nedeniyle zor kurulan bağlantı bir yana, filmin aydına önerisi kaçmak mı, yoksa
obruk gibi bir mucize beklemek mi? Hakkımızı arayınca olmuyorsa, zora gelince, başka
bir ülkeye mi kaçalım? Yoksa dışarıdan bir el kurtarsın mı bizi? gibi sorular
dolaşıyor aklımda. Bir araya gelip örgütlensek mesela olmaz mı? Sanırım bu bir
seçenek bile değil. Çünkü kasabada seçim olduğuna göre, en az iki siyasi parti
yarışıyor olmalı ama ne hikmetse, kasabada gazeteci dışında muhalif partinin
bir üyesi yok gibi bir tablo çizilmiş. Bir de, her şey, seçimin sonucuna
bağlıysa seçim böyle geçiştirilmeli miydi? Söz konusu bir film olduğundan
sürenin kısıtlı olduğunu tahmin edebiliyoruz ama işte bu noktada, yönetmen de
zekâsını ve yeteneğini konuşturarak bir çözüm bulabilirdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Başrollerdeki Selahattin Paşalı ve Ekin Koç’un
sürekli övülen oyunculuklarını iyi bulmadım. Gazeteci rolündeki Koç manken
gibi, niteliksiz bir dizinin karakteri gibi bir bakış ve duruş sergiliyor.
Özellikle ilk bölümde Erol Babaoğlu’nun oyunculuğunu beğenmiştim ama hikâyenin
gidişatı ve verilme şekli yüzünden bir zaman sonra onun oyunculuğu bile
inandırıcılığını yitirdi. Zaten genel olarak insanlar arasındaki ilişkinin iyi
verilemediğini, eşcinselliğin fazla belirsiz bırakıldığını, ilişkinin zorlama
ve halkın tepkisinin aşırı olduğunu, ortaya çıkan düşmanlığın, lincin
arkasındaki motivasyonun yetersiz kaldığını düşünüyorum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bazı sahneler, skeç olmaktan öteye geçememiş.
Doğrudan anlatım bir tercih olabilir ama bu kadar kör göze parmak olması şart
mıydı? Zaten Alper bir röportajında şöyle demiş: </span><span lang="TR" style="background: white; color: #0a0a0a; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">“Doğrudan olsun, açık olsun istedim. Hiç öyle kaygılarım
olmadı açıkçası. Bu biraz diğer filmlerime kıyasla daha lafını söyleme filmi
olduğu için, o konuda dilimin özel bir inceliği ve zarafeti olsun diye çok
düşünmedim.” </span><span lang="TR" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; color: #0a0a0a; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><span style="background-color: white;">Lafı söyleme filmi ne demek? <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tepenin
Ardı</i>, lafını söylemiyor muydu? Çok da güzel söylüyordu, hem de bu kadar
göze sokmadan, geveze olmadan.</span><o:p style="background-color: white;"></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bu senenin favorisi üç film <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kerr</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Karanlık Gece</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kurak Günler</i>
ve üçünün ortak noktası obruklar. Şu anda en az bir öğrenci Türkiye’nin
geçmişiyle yüzleşmesini Çağdaş Türk Sineması’nda obruklar üzerinden okuyan bir
makale yazıyor olmalı. Belirli dönemlerde ülke sinemaları da belirli bir konuya
odaklanıyor ama böyle aynı metaforda buluştukları nadirdir sanırım. Obruk yani
çukur deyince aklıma Dario Fo’nun sözü geliyor: “Başımız dik yürüyoruz çünkü
boğazımıza kadar boka battık.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Ancak, son senelerde sadece izlediğim yerli
filmlere değil okuduğum yerli kitaplara da (hatta ikisi hakkında yazmıştım, bkz.
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kadastrocu</i>, bkz. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Bozlak</i>) benzer bir tema hâkim: Gerçeğin üstünün örtülmesi, suçun
örtbas edilmesi. Faili meçhuller aydınlatılmadığı, susanlar konuşmadığı, adalet
yerini bulmadığı sürece bir yüz yıl daha aynı hikâyeyi anlatırız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Ve faili meçhul suçların konu edinildiği bu
filmler ve kitaplar hep taşrada geçiyor. Neden kentte değil de taşrada? Kent
çok medeni de, taşra mı hep suçlu? Burada da yine başta bahsettiğim şeye
dönüyorum. Aydınlar olarak, toplumu kentli ve köylü diye ayırıp, kendimizi
kentli olarak taşralılıktan, köylülükten azade konumlamayı tercih ediyorsak
şayet, hadi ben demeyeyim de Nazım Hikmet desin: “Kabahatin çoğu senin canım
kardeşim”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal">NOT: Bu bir film incelemesi değil. 2022 Aralık'ta sinemadan çıktığımda kâğıda döktüğüm anlık hislerimden ibaret. Film Netflix'e geldi diye de tekrar izlemeyeceğim.</p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-26432256594128266532023-05-09T20:41:00.002+03:002023-06-22T14:25:42.088+03:00Özcan Alper’le “Karanlık Gece” söyleşisinden notlar<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtLWZKhdEJXLXSfxDASZvwp-rAcgwZbdvq_SnHPPZxL3cKAOpywwZHwz3BnCo8xTZ27lsK0KJn5UVghvzPXeWVmIM7GCwHPXVrDT03nrynwj4IDRsZPb1nRxOJz2ITCFqamSHQv0cr7UGpLzdkxfZpsWd0l7rDrE30vzXK_K0lCQ4i3hjB1i1n2T24/s1200/IMG_0783.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="840" height="426" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtLWZKhdEJXLXSfxDASZvwp-rAcgwZbdvq_SnHPPZxL3cKAOpywwZHwz3BnCo8xTZ27lsK0KJn5UVghvzPXeWVmIM7GCwHPXVrDT03nrynwj4IDRsZPb1nRxOJz2ITCFqamSHQv0cr7UGpLzdkxfZpsWd0l7rDrE30vzXK_K0lCQ4i3hjB1i1n2T24/w298-h426/IMG_0783.JPG" width="298" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal"><span lang="TR">Özcan Alper’in son filmi <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Karanlık Gece</i> nihayet 28 Nisan’da vizyona giriyor. 18 Aralık 2022
tarihinde Sinematek’te izleme fırsatı yakaladığım filmden sonra yönetmenle
gerçekleştirilen söyleşiden önemli bulduğum birkaç noktayı paylaşmak istiyorum.
Ses kaydı alma/video çekme alışkanlığını halen edinemediğimden not tutuyorum,
bu nedenle cümleler yönetmenin birebir cümleleri değil, o konuşurken kâğıda
aktarabildiğim kadarından ibaret.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Kolektif kötülük, linç kültürü, olayların
üstünü örtme/olayları örtbas etme, toplumsal hafıza üzerine düşündürten bir
film <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Karanlık Gece</i>. Hikâye günümüzde geçse
de filmin yüz yıllık bir hesaplaşmayı anlattığını söyleyen Alper, “Yüz yılın
Türkiye’sini anlatmak istesem nasıl anlatırdım?” fikriyle yola çıkmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">İlk başta, olayı, mağdurun yani Ali’nin
penceresinden anlatmayı düşündüğünü ifade eden yönetmen; riskli bir tercih
yaparak tam tersinde karar kılmış ve olayı, suçun faillerinden birinin,
İshak’ın gözünden anlatmayı daha doğru bulmuş. Peki, ana karakter İshak neden
diğer köylülerden farklı? Aynı yerde, aynı tip bir ailede yetişmiş. Ne var ki,
İshak müzisyen; onu farklılaştıran şey, sanatın ona değmiş olması. Çocukluğu
bir dağ köyünde geçen ve İstanbul’da üniversiteye başlayana kadar sinemaya
gitmediğini söyleyen Alper, kamusal alanının ne kadar önemli olduğunu kendinden
bildiğini ifade ediyor. Kendisinin sinema okulunun, o zamanların TRT’si
olduğunu belirterek, dağ köyünde bir çocuğun sanatla tanışmasının ne kadar
değerli olduğunun altını çiziyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">İşin içinde devlet
var, deyip, toplum olarak kendi üzerimize sorumluluk almaktan kaçtığımızı
söyleyen yönetmen, filmi birlikte yazdıkları yazar Murat Uyurkulak’la bu
noktaya çok dikkat etmişler. Kötülük meselesinde iyi-kötü gibi net ayırımları
savunmayan yönetmen, herkesin kendi içinde de kötülük olduğunu vurguluyor.
Sanatın da, kötülüğü bastırmaya yardımcı olduğunu ifade ediyor. İshak’ın
yolunun müzikle kesişmiş olması bu açıdan önemli. Çekiç Ali’yle, bozlak, yörük
geleneğinden, kültüründen gelen bir müzikle büyüyen birinin vicdanın da
gelişeceğine inanıyor: “Bu adam Neşet Ertaş dinliyorsa gerçekten içli içli,
yine de bir yerde bu adamın vicdanen dönebileceğini hissediyorsunuz.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">Filmlerin çok
izlenmesinin o kadar önemli olmadığını, filmlerin bir şekilde yolunu bulduğunu
söyledikten sonra, İstanbul, Ankara, İzmir dışındaki şehirlerde ilk filminden
beri dolaşma nedenini açıklıyor: “Çocukların ve gençlerin sanatla tanışma
meselesi Türkiye gibi bir coğrafyada inanılmaz önemli. Bu bir ekmek hakkı
kadar, barınma hakkı kadar önemli. Hatta şunu diyorum kültür de bir insan hakkı
olmalı. Bir edebiyatçıyla, bir müzisyenle, bir tiyatrocuyla karşılaşması
onların hayatında bambaşka bir pencere açabiliyor. İshak da müzikle
tanışabildiği için diğerlerinden ayrılabiliyor.” Irkçılığa, özgüven eksikliği
ve haset duygusunun hâkim olduğu bir coğrafyada İshak’ın yetenekli oluşuyla
farklılaşabildiğini ekliyor. Hatta film için düşünülen ilk isim de
“Akordiyoncu”ymuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">Yönetmen erkeklik,
erillik, taşra gibi konuları ele alabileceği bir yerde büyümüş ama kendisi
köşeden izlemiş. “Hikâyeyi benden daha iyi anlatabilecek biri varsa yardım
isterim,” diyen Alper, yazar Uyurkulak’a senaryoyu gönderdikten sonra
Uyurkulak’ın kendisine, filmlerinde toplam iki küfür var, bu filmde rahat rahat
küfür edebilecek miyiz, dediğini gülerek aktarıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">Filmin sonunda umut
olmamasına istinaden, sanat eserinin umut yaratmasından ziyade gerçekle yüz
yüze getirip başka türlü bir düşünmenin kapısını açmasını daha umut verici
bulduğunu söylüyor. “İnsanlar karanlık şeyler yaşadığından eserden umut
bekliyor. Üstü örtülen meselenin açık edilip tartışılması daha büyük bir umut.
Siyasal kamplar üzerinden umut yaratmak gerçekçi gelmiyor.” Başka bir soruya
verdiği yanıtta da yine aynı noktayı vurguluyor: “Hakikat arayışı, umuttan daha
önemli. Vatansız hissettiğimiz için sanatçı oluyoruz. Solun kendisi milliyetçi
olmasaydı, Türkiye’de bu kadar rahat kötülük hikâyeleri dinlemezdik.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWl_CUoC7NJzul5YSF350aBl2sndKA2gZBii3DrUZ_D3eAW5cdLhg9FJKAQYBNXRQKP5aI0vy3McdR9KG6kSlZxHKn2CAtI58OcCUdndcy7X-pwYAgkBQ11SWxUTl6YO0S4dIds0NAJBcR1gQIVEW3k86qB1huWDn6FWZB2KMMF1CRPCYQ_zZBZv7t/s3256/IMG_0777.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2264" data-original-width="3256" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWl_CUoC7NJzul5YSF350aBl2sndKA2gZBii3DrUZ_D3eAW5cdLhg9FJKAQYBNXRQKP5aI0vy3McdR9KG6kSlZxHKn2CAtI58OcCUdndcy7X-pwYAgkBQ11SWxUTl6YO0S4dIds0NAJBcR1gQIVEW3k86qB1huWDn6FWZB2KMMF1CRPCYQ_zZBZv7t/s320/IMG_0777.jpg" width="320" /></a></div><span lang="TR"><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;">Yönetmen, Taner
Birsel’in canlandırdığı, oğlunu arayan baba karakterinin aslında daha fazla
sahnesinin yer almasını arzu ediyormuş. Bence bu, yas tutamamakla ilgili bir
yan hikâye olduğundan belki de ayrı bir filmin konusu olabilir.</p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">Filmde
manzaralarıyla göz dolduran doğa ise rastgele bir fon değil; orman mühendisi
Ali’nin çevre bilincini de ortaya koyan bir mekân. Alper, insanın kendisi
doğanın bir parçası değil efendisi olarak görmesini eleştiriyor ve insanın yok
olmasının belki doğanın kurtuluşu için çözüm olduğunu ekliyor. On ağaç için
gerçekleştirilen Gezi Eylemi’nin toplumsal ve felsefi olarak çok büyük bir şey
olduğunu belirtiyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">Emin Alper’in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kurak Günler</i> filmiyle benzerliğe ilişkin
sorusunu şöyle yanıtlıyor yönetmen: “Ülkedeki gerçeklik bizi böyle bir
benzerliğe sürüklemiş. Demek ki biz büyük senarist değilmişiz, AKP senaristmiş.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">*Sürprizbozan*
Filmde göze çarpan bir kitap var; bu, Sabahattin Ali’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytan</i>’ı. Filmde öldürülen karakterin adının Ali olarak
seçilmesinin nedeni, Sabahattin Ali’ye gönderme yapmak. Malum Sabahattin Ali de
karakolda işkence görmüş ve kafası parçalanarak öldürülmüştü. Filmde yazara yapılan
tek gönderme bu değil. Ali’nin öldürüldükten sonra atıldığı obruğun adı da
“Kuyucaklı Obruğu”. Sabahattin Ali, hem Murat Uyurkulak’ın hem de Özcan
Alper’in en sevdiği yazarlardanmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">İnsanı kötülükten
kurtaracak şeyin vicdan duygusu olduğunu belirten yönetmen, filmi, bir esnafın
camına kartopu attığı gerekçesiyle öldürülen Nuh Köklü’ye ithaf etmiş. Yönetmen
burada kötülüğün sıradanlığına dikkat çekerek, Nuh Köklü’nün cenazesinin olduğu
gün, olay yerindeki fırının açık olduğunu ve insanların hiçbir şey olmamış gibi
ekmek almak için oraya gittiğini ifade ediyor. Yönetmen, politik değil gündelik
vicdan muhasebesini daha çok önemsediğine dikkat çekiyor. Tıpkı filmde olduğu
gibi gerçek hayatta da, “Katiller yakalanmıyor. Demek ki katillerin yakalanması
için daha çok uğraşmalıyız.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR">*Bu yazı ilk olarak 26 Nisan 2023'te Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</span></p><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 153.6pt;"><span lang="TR"><br /></span></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-29791430729506772072023-04-03T21:22:00.004+03:002023-10-15T17:03:35.231+03:00"Asi" üzerine iki çift lakırtı<p> </p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDXXURNxVthNHbusV6Q_QZ4FSRHSx2lLX2h6t5GIJJt79RRQ6iwVLat6DnzjbY5svJMd2seJmM-ASWqy1jfjII6Zxp6gvP2nvKDhDv_-MHJGin4Yb8-CwQg_--sMBZ4DzFY1wrCPcK8SNOvJLXarC7rR77eIVj8UijOaGzhZo1cA8kQH0BJ2wZYp5f/s1024/Rebel_TUR_AW-719x1024.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="719" height="390" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDXXURNxVthNHbusV6Q_QZ4FSRHSx2lLX2h6t5GIJJt79RRQ6iwVLat6DnzjbY5svJMd2seJmM-ASWqy1jfjII6Zxp6gvP2nvKDhDv_-MHJGin4Yb8-CwQg_--sMBZ4DzFY1wrCPcK8SNOvJLXarC7rR77eIVj8UijOaGzhZo1cA8kQH0BJ2wZYp5f/w274-h390/Rebel_TUR_AW-719x1024.jpg" width="274" /></a></div><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="background: white; color: #0f1419; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="background: white; color: #0f1419; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><br /></span></i></p></span></i><div style="text-align: left;"><span style="font-family: arial;">Asi (2022) filminde
Belçikalı Müslüman genç, savaş mağdurlarına yardım için Suriye’ye gider ama
kendini istemeden IŞİD’in içinde bulur. Sadece sert içeriğiyle değil, farklı
janrlardan beslenmesiyle de sınırları zorluyor: bir aile dramı, bir savaş filmi
ve bir rap müzikali. Rap’i gerçek anlamıyla yani isyanın sesi olarak düşününce Kamal’in hislerini sadece rap müzikle dile getirmesini beğendim. Sert savaş sahnesinin rap müzikaliyle bölünmesi, o sahnesinin sarsıcılığını artırıyor mu azaltıyor mu, tartışılır. </span></div><p></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: arial;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: arial;">Film IŞİD'in nasıl çocukların
beynini yıkadığını, kadınlara mal muamelesi yaptığını, sigarayı yasaklayıp
uyuşturucu bulundurduklarını, işkenceden zevk aldıklarını gösterdiği gibi
Avrupa'nın, mukim Müslüman çocukların Suriye'ye gitmesini engellemeye pek
uğraşmadığını da göstererek Avrupa’yı da eleştiriyor. Belçikalı
Müslüman yönetmenler Adil El Arbi ve Bilall Fallah iyi bildikleri bir dünyadan
sesleniyor bize. Verdikleri röportaja göre, kendi tanıdıkları da geçmiş bu
yoldan. IŞİD’e katılması için beyni yıkanan çocuklara gerçekte olan biteni
göstermek de istemişler. Filmde tanıdık bir ad da kulağa çalındı: Erdogan.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: arial;">Cannes’ın en karanlık sayılabilecek filmi <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Asi</i> ülkemizde gündeme gelemedi. Bu ara
bizim karanlığımız bize yettiğinden belki. Film beni çok heyecanlandırmıştı,
umarım nete düşer ve daha çok kişiye ulaşır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: arial;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Asi</i>
filmi aklıma<i style="mso-bidi-font-style: normal;"> Hilafet</i> (Kalifat, 2020)
adlı 8 bölümlük mini diziyi getirdi. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Asi</i>,
erkek çocukların; <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Hilafet</i>’se genç
kızların nasıl kandırıldığına odaklanıyor. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Hilafet</i>,
çocukların psikolojisini ve motivasyonunu vermede <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Asi </i>gibi başarılı değil, yine de çarpıcı. İyi bir ebeveyn
olmanın ne zor, çocukla doğru iletişimin ne önemli olduğunu düşündürtmüştü
dizi. Çocuk akıllı, derslerinde başarılı, açık fikirli bir ailede yetişmiş olsa
bile bu tuzağa düşebiliyor. Ne aptallar, nasıl inanıyorlar diye düşünmemeli,
çünkü onlar daha çocuk.</span><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: arial;"><br /></span></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-69617952592988577922023-04-03T21:08:00.002+03:002023-04-03T21:08:51.323+03:00"Aİ" üzerine iki çift lakırtı<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaZWSfme54zslByuEkB38jL9NJFqT0bez88C-9Or6JvcL5A82YikJWmR6a73fElFWryXU2Yfy4rWJUwmfjEbYSBamZw-sEwCCN6ka5UVPD4AWv-LQssd3IwAGnZPT60NNA7OKTauH2VltOzPV4QcR5bMetT24WKa4noQi2pPX4UrXd5kkd8ALSGplF/s1200/eo-183404721-large.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="838" height="430" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaZWSfme54zslByuEkB38jL9NJFqT0bez88C-9Or6JvcL5A82YikJWmR6a73fElFWryXU2Yfy4rWJUwmfjEbYSBamZw-sEwCCN6ka5UVPD4AWv-LQssd3IwAGnZPT60NNA7OKTauH2VltOzPV4QcR5bMetT24WKa4noQi2pPX4UrXd5kkd8ALSGplF/w300-h430/eo-183404721-large.jpeg" width="300" /></a></div><p></p><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><p class="MsoNormal">Robert Bresson’un Rastgele Balthazar’ından (1966) esinle Jerzy
Skolimowski’nin çektiği Aİ (EO, 2022) sömürü ve zulüm dolu medeniyette oradan
oraya sürüklenen bir eşeğin hikâyesi. 84 yaşındaki yönetmenin yenilikçi eseri,
bizi öbür canlılara karşı duyarlı olmaya çağırıyor. Başarıyor mu?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Şiddeti doğrudan göstermemesi anlaşılır ama hayvanlara yönelik zulmü
ucundan gösterince mezbaha, kürk endüstrisi vb. konularda video bile izlememiş
biri ne kadar empati kurabilir? Kameranın hayvanın bakış açısında konumlandırılması,
empatiye çağıran bir film için yerinde bir tercih, yine de hayvan gibi hissedip
düşünmeyi tek başına sağlayamıyor tabii.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Filmde baskın renk kırmızı, kana gönderme olmalı. Finalde, normal (!)
şartlarda eti tüketilmeyen eşek de ineklerle birlikte mezbahanın yolunu
tutarken film şunu diyor: Yediğiniz veya yemediğiniz bütün hayvanlar aynı.
Evdeki kedi ile tabaktaki kuzunun farkı yok. Fark, bakışımızda.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Polonya’nın Oscar adayı olmuş, Cannes’da Jüri Özel Ödülü almış Aİ.
Günah çıkarma, vicdan rahatlatma için bu biraz da. Mesela adayı belirledikten,
ödülü verdikten sonra et yemeyi veya hayvan sömürüsü ürün kullanmayı bırakayım
demişler midir? Neyse ki çekim sırasında ekipten bazıları et yemeyi bırakmış.<span lang="tr"><o:p></o:p></span></p></div><p class="MsoNormal"><br /></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-24595287018286199622023-01-29T19:31:00.006+03:002023-10-15T17:03:57.513+03:00"As Bestas": Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBkp21WHzm0hxn-sVtlN86MI0FToiF4DmslJ8TvBBgJG-a058jrwGXwxwwge91beoVxJf3pvgjkYzq9DiSQn3y28OiQGVNq19ufa8sYk0c9VyVoP5HzGGvZLp_ikhjpsjGLGtLbX67d-QXU8wO9NyGbz8IPfFwzxslAlTUc1UqAB63uuUF1GOjJjNH/s560/as_bestas_poster.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="560" data-original-width="398" height="388" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBkp21WHzm0hxn-sVtlN86MI0FToiF4DmslJ8TvBBgJG-a058jrwGXwxwwge91beoVxJf3pvgjkYzq9DiSQn3y28OiQGVNq19ufa8sYk0c9VyVoP5HzGGvZLp_ikhjpsjGLGtLbX67d-QXU8wO9NyGbz8IPfFwzxslAlTUc1UqAB63uuUF1GOjJjNH/w275-h388/as_bestas_poster.png" width="275" /></a></div><br /> “Köylüleri niçin öldürmeliyiz” şiirinin filmi olmuş <i>Hayvanlar</i> (<i>As Bestas</i>, 2022). Bu psikolojik gerilimde İspanyol yönetmen Rodrigo
Sorogoyen kentten kırsala göçü güzelleyen biz romantiklere şerh düşmüş.
Ekolojik denge arayan “okumuşlar” vs. yoksul köylüler. Doğa ve toprakla
uğraşmak, kentten yorulup gelen kentlilerin gözünde “ödül” ama toprakla
uğraşmak dışında bir seçeneği olmamış/olmayan yoksul köylüler için “yük”.
Köylülerin karanlık yanına dikkat çeken film köylü vs. kentli parodisi yapmasa
da kentlilerin tarafını tutuyor, bu nedenle konuya bakışının objektif olduğu
söylenemez.<p></p>
<p class="MsoNormal" style="mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Film, toprağa dönüşü savunan kentliler ile toprağa mecbur köylüler
üzerinden iki kırsalın çarpışması gibi de okunabilir. En başta vahşi atları
evcilleştiren çünkü “öteki”nden korkan İspanyol köylüler, sürekli Fransız
oluşunu vurguladıkları kentlileri yola getiremeyince işler karışıyor. Çünkü
“toprağa dönüşçü” (neo-ruralism) kentliler, köylülerin gözünde “işgalci”. Yani
biraz da eski dünya ile yeni dünyanın çarpışması gibi film. Ama film ikinci
yarıda çark ediyor ve başka bir psikolojik boyut kazanarak bir kadın hikâyesine
dönüşüyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Özcan Alper’e Sinematek söyleşisinde <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Karanlık Gece</i>’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kurak
Günler</i>’le benzerliği sorulunca, asıl başka bir filmle benzerlik taşıdığını
söylemişti. İşte o film <i style="mso-bidi-font-style: normal;">As Bestas</i>.
Çünkü ele aldığı meseleden tek Türkiye değil tüm dünya muzdarip. Ve Alper’in
dediği gibi “hakikat arayışı, umuttan daha önemli.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal">Nitekim son senelerde sadece izlediğim yerli filmlere değil
okuduğum yerli kitaplara da (hatta ikisi hakkında yazmıştım, bkz. <i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/08/15/bosluklar-gercekler-otekiler-kerr-oyku-gizem-gokgul/" target="_blank">Kadastrocu</a></i>, bkz. <i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/11/30/bozlak-savunulacak-son-kale-vicdan-mi-oyku-gizem-gokgul/" target="_blank">Bozlak</a></i>) benzer bir tema hâkim: Gerçeğin üstünün örtülmesi, suçun
örtbas edilmesi. Faili meçhuller aydınlatılmadığı, susanlar konuşmadığı, adalet
yerini bulmadığı sürece bir yüz yıl daha aynı hikâyeyi anlatırız. Ve sadece
Türkiye’de değil, bütün dünyada.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Benim ilgimi bir de şu çekiyor. Son senelerde çıkan
eserlerde, faili meçhul suçların konu edinildiği filmler ve kitaplar genelde
taşrada geçiyor. Neden kentte değil de taşrada? Üzerine düşünmeye ve ayrıca yazılmaya değer. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Filmin gerçek bir olaydan uyarlandığını da not düşmeli.<br /><br /></p><p class="MsoNormal">NOT: Twitter'da <i>Karanlık Gece</i> ile <i>As Bestas</i>'ı karşılaştıracağım bir yazı kaleme alma niyetimden bahsetmiştim. Ne yazık ki, bunu -en azından şimdilik- yapamayacağım.</p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-68094954790796072642023-01-03T16:15:00.005+03:002023-01-03T22:27:05.134+03:002022 Edebiyat Soruşturması<p>Parşömen Edebiyat'a 2022 Edebiyat Soruşturması yanıtlarımı 30 Aralık'ta öğleden sonra yollamıştım. Geç kaldığım gerekçesiyle yayımlanmadı. Bu nedenle aşağıda paylaşıyorum.</p><p><br /></p><p><b>1. Yıl içinde yayımlanan ve hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları (telif ya da çeviri, kurmaca ya da kurgudışı), beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?</b></p><p>Ne olursa bir kitap hak ettiği ilgiyi görmüş sayılacak? 10 baskı yapınca mı? Ödül alınca mı? Üzerine yazılınca mı? İçeriğiyle veya biçimiyle tartışma yaratınca mı? Bence iyi bir kitap hiçbir zaman hak ettiği ilgiyi görmüş sayılmaz. Mesela Oğuz Atay’ın <i>Tehlikeli Oyunlar</i>’ı 54 baskı yapmış. Sadece kendi çevremde, düzenli olarak kitap okuyan ama Atay okumamış birçok kişi var. </p><p>Kâğıt fiyatlarının iyice arttığı bu sene bile birçok kitap basıldı. Ne yazık ki, okuduklarım arasında etkilendiğim kitap sayısı bu sene daha az.</p><p><i>Mutedil Dalgalı</i> – Ömür İklim Demir</p><p>Yaşlılık, ölüm, kayıplar, kayıplarla kaybolmak, var olmak, hatta yazmak üzerine epey dokunaklı öyküler. Aynı karakterlerin farklı öykülerde görünmesi, öykülerin meselesine ve anlamına yeni bir boyut kazandıracak şekilde kurgulanmış. Üstelik bu karakterlerin bazılarını önceki öykü kitabından da tanıyoruz. Yine şiirin eli değmiş, şarkılarla beslenmiş ve tıp, tik tak, çıt, kırt, garç, öhö, vız, çat gibi tek tek sesler üzerinden kendisini var etmiş.</p><p><i>Köpek</i> – Pilar Quintana (Çev. Havva Mutlu)</p><p>Anne olmak isteyip olamamış ve bir köpeği çocuğu yerine koymuş yoksul bir kadının suçluluk, kıskançlık, eksiklik duygularıyla başa çıkmaya çalışırkenki gelgitli ruh halini akıcı bir dille işleyen, karanlık sayılabilecek bir roman. Başa çıkılması güç duygulara başa çıkılması güç doğa koşullarının eşlik ettiği kitap, insanın doğayla ve hayvanlarla ilişkisini romantize etmeden veriyor.</p><p><i>Süleymaniye Günlükleri</i> – Tesadüf Özlem Demir</p><p>İletişim Yayınları’nın “Anı” dizisi dikkate değer. Diziden şimdilik sadece bu kitabı okuyabildim. ’80 darbesinden sonraki öğrenci eylemlerini aktarırken, yarattığı atmosferle kurmaca tadını eksik etmeyerek bir roman gibi etkili bir anlatım sunuyor. Karanlık bir dönemin gerilimlerini anlatmasına rağmen yer yer de gülümseterek, acıların anılardaki yükünü bir nebze olsun hafifletiyor.</p><p><i>Etimoloji Işığında Kelimelerin Dünyasında Gezintiler</i> – Bülent Aksoy</p><p>Bu bir etimoloji sözlüğü değil, bir başucu kitabı. Kelimelerin tarihine bakarak, anlamları ve aralarındaki ilişkiler üzerine düşündürten bu deneme yazıları, kelimelerin sözlük anlamlarının ötesine bakmak isteyenler için. Dilin, insanı ve toplumu dönüştürücü etkisini de vurgulayan yazarın deyişiyle “hiçbir tarih kitabının yazmadığı bir başka tarih” olduğunu gösteriyor.</p><p><br /></p><p><b>2. Size göre 2022 yılının önemli edebiyat ya da yayıncılık olayları nelerdi?</b></p><p>Olay denince aklıma, kendi alanının sınırlarını da aşarak iz bırakan olaylar geliyor. Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü’nü alması gibi. Yazarı okumayanlar veya özellikle edebiyatla ilgilenmeyenler bile bundan haberdar. Ne var ki edebiyat, ülkemiz insanının gündeminde pek yer almıyor. Ekonomik zorluklar son senelerde tavan yaptığından da değil, kabul edelim ki önceden de edebiyat, toplumun genelinin pek umurunda değildi. Azıcık mübalağa ederek söylersem, neredeyse her okurun yazar da olduğu bu dar çevrede meselelerimizin tamamı bizim için bir olay ama büyük resimde hiçbiri bir olay değil.</p><p>Büyük resim demişken, dünyaya bakabiliriz mesela. İklim krizinin ve insan dışı hayvanlara yönelik zulmün endişe verici boyutlara ulaştığı bir zamanda, buna dikkat çeken eserlerin artması sevindirici. <i>Ekoloji: Bir Arada Yaşamın Geleceği</i> ve <i>Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hayvan Hakları ve Himaye</i> bu sene çıkanlardan aklıma ilk gelenler. Çeviri kurmaca eserlerde de benzer konuların yansımalarını görüyoruz. Umarım telif kurmaca eserlerde de zamanla kendisine daha sık yer bulur bu tür konular.</p><p>Hiçbir ödülün, bir edebiyat eserinin niteliğiyle ilgili belirleyici olduğuna inanmıyorum. Edebiyatın bir yarışma, rekabet alanı gibi görülmesini zaten tuhaf buluyorum. Ama beğendiğim bir yazar/kitap ödül alınca da seviniyorum, çünkü eser gündeme gelmiş oluyor. Tıpkı bu sene Emine Sevgi Özdamar, Georg Büchner Edebiyat Ödülü’nü aldığında olduğu gibi.</p><p>Ülkemizden çıkan eserlerin başka dillere çevrilmesini, böylece ülkemizdeki yazarların sesinin başka ülkelerden okurlara da ulaşabilecek olmasını heyecan verici buluyorum. Bu sene Sevgi Soysal’dan <i>Şafak</i> İngilizceye ve Oğuz Atay’dan <i>Tutunamayanlar</i> Yunancaya çevrildi. </p><p>Beni bu sene en çok etkileyen olaysa, <i>Şeytan Ayetleri</i> kitabı nedeniyle senelerce tehdit edilmiş ve hedef gösterilmiş Salman Rushdie’nin saldırıya uğraması. Bir gözünü kaybetmesi ve bir elini artık kullanamaması bana korkunç geliyor. Şiddetin normalleşip gündeliğin bir parçası haline geldiği ülkemizde bu da sanki biraz hızlı unutuluverdi. Olaydan birkaç ay sonra Rushdie, yeni kitabını sosyal medyadan duyurduğunda bile ses verdiğimizi hatırlamıyorum.</p><p><br /></p><p><b>3. Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?</b></p><p>Deveye boynun neden eğri demişler, nerem doğru ki demiş. Bu ülkede sorunsuz bir şey var mı? Ülke neyse, edebiyat ortamı da aynısı. Biraz da bundan olacak, iktidarı eleştiren edebiyatseverlerin paylaşımlarını dudağımda buruk bir gülümsemeyle takip ediyorum. Sanki birtakım konularda iktidardan büyük bir farkımız varmış gibi, sanki liyakat/nitelik önceliğimizmiş gibi. Biz şu küçücük ortamda bile hakkaniyetli olamıyoruz. Çoğunluk kendi küçük iktidarının peşinde.</p><p>Eskiden nitelikli okur yok derdim ama artık okur bile yok. Bunun tek nedeni, ekonomik zorlukların artması ve alım gücünün azalması değil tabii. Artık TikTok çağındayız. İmaj ve görsellik ilgi çekerken, kitaplar ve okumak çekmiyor. Hele çağdaş yerli edebiyat söz konusu olunca. İnanın, ne geniş kitaplıklar gördüm, –çok satanlar hariç– içinde bir tane bile çağdaş yerli eser yoktu. Kendimiz yazıp kendimiz okuyoruz. Hatta kimi zaman kendimiz yazıyoruz ama okumuyoruz. Öyküsünün veya yazısının çıktığı dergiyi alıp öbür öyküleri veya yazıları okumayanların olduğunu inkâr edebilir miyiz?</p><p>Ülkemizin gündemini henüz çok işgal edemedi ama bir de yapay zekâ robotları var artık. Yakında bizim yerimize onlar yazacak – özgünlüğü belki tartışılacak bu eserlerin ama şu anki kitapların özgünlüğü de tartışmalı zaten. Tabii ileride edebiyatın halen anlam taşıdığı bir dünya kalırsa. Hatta yaşanabilecek bir dünya kalırsa. Bugüne odaklı yaşamakla ve kendimizle, küçük kişisel tatminlerimizle öyle meşgulüz ki, dünyanın geleceğini konuşmuyoruz. Oysa edebiyatın geleceği de buna bağlı değil mi? Yapay zekâ söz konusu olunca da bizi ilgilendiren tek şey, yazar olarak verdiğimiz pozlarda güzel görünmemize filtrelerin sağladığı katkı gibi duruyor.</p><p>Son olarak, şunu da soralım: Kendimizi, eleştirdiğimiz şeylerden azade mi tutuyoruz? Eserleri magazinel yanından bağımsız salt edebiyat metni olarak ele alan yok diyen ile eserleri o şekilde ele alanları görmezden gelen aynı kişi. Ödül mekanizmasını eleştiren ile kendi dostunu her durumda kayıran aynı kişi. Eleştiri yok diyen ile en ufak olumsuz yorumda bile saldırganlaşan aynı kişi. Çetecilikten şikâyet eden ile buna çözüm olarak kendi çetesini kuran aynı kişi. Nâzım Hikmet’in dediği gibi “kabahatin çoğu senin canım kardeşim.”</p><div><br /></div>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-61746795593508478662023-01-03T15:40:00.004+03:002023-01-03T18:26:04.737+03:00"Sevgili Yoldaşlar": Taraflı Bir Filme Taraflı Bir Bakış<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQjwu1PgkIyJF-I1oUbJ2bkBkYKDCEt_Iln_lTSAF2iALxHoAPRVhM6xCnmaXxmRpoN-imcUPDv8EenYXs_PjYOnCf1X12vd3BpC_s_eLB-guJqjIqM-0BkK6msiSNgOssNzlsbU4sbTPEuopmjPcweEK7Bvy7sHeGaNwK-lf6aJ9tt7fJ2KyhnG3O/s1600/dear%20comrades.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1200" height="399" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQjwu1PgkIyJF-I1oUbJ2bkBkYKDCEt_Iln_lTSAF2iALxHoAPRVhM6xCnmaXxmRpoN-imcUPDv8EenYXs_PjYOnCf1X12vd3BpC_s_eLB-guJqjIqM-0BkK6msiSNgOssNzlsbU4sbTPEuopmjPcweEK7Bvy7sHeGaNwK-lf6aJ9tt7fJ2KyhnG3O/w299-h399/dear%20comrades.jpg" width="299" /></a></div><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, "sans-serif"" style="font-size: 12pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Rusya'nın bu seneki Oscar aday filmi <i>Sevgili Yoldaşlar</i> (özgün adıyla <i>Dorogie Tovarishchi</i>, yaygın bilinen İngilizce adıyla <i>Dear Comrades</i>) 1962'de yükselen yiyecek fiyatlarını protesto için grev yapan silahsız işçilerin KGB tarafından ateş açılarak öldürüldüğü Novocherkassk Katliamı'nı konu ediniyor. Film, komünist Sovyet Rusya'ya tükaka demek için uygun bir zemin sunan konusu nedeniyle Amerikan menşeli Akademi Ödülleri için ideal bir aday. Bu filmi hakkıyla yorumlamak için ne yeterli Rus-Sovyet tarihi bilgisine sahip olduğumu, ne de ideolojik paradigmayla ilgili ahkâm kesebilecek bir konumda olduğumu iddia edebilirim. Ancak dikkat çekmek istediğim bir nokta var.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Filmin yapımcısı, Özbek asıllı Rus milyarder Alişer Usmonov. Dünyanın en zengin yüz insanı arasında. Futbolseverler hatırlayacaktır, kendisi bir dönem İngiliz futbol kulübü Arsenal’in hissedarlarındandı. Facebook ve Xiaomi’de de hisse sahibi. Servetini Soyvet Rusya zamanında zor bulunan plastik poşet üretimiyle kazanmış. Ve Sovyet Rusya zamanında yolsuzluktan hapis yatmış ama duyduğum kadarıyla kendisini “siyasi” suçlu olarak tanıtıyormuş. Ne var ki, yönetmen Andrey Konchalovskiy’e sorarsanız, yapımcı Usmonov, Rusya’daki diğer zenginlerden farklıymış. Yönetmenin böyle bir cümle kurma ihtiyacı hissetmesinde, sanat-sınıf ilişkisi açısından bir tuhaflık seziyorum.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Yönetmen Andrey Konchalovskiy, Stalin’in ölümüyle birlikte başlayan yeni dönemde sinema yapmanın daha kolay olduğunu, çünkü filmleri –örneğin Sergei Eisenstein’ın yaptığı gibi– Stalin’e onaylatması gerekmediğini ifade ediyor. Konchalovskiy, film çekmeye Andrei Tarkovski’yle birlikte başlamış; <i>Ivan’ın Çocukluğu</i> (1962) ve <i>Andrei Rublev</i> (1966) gibi kült filmlerin senaryo aşamasında yer almış. Peki, sonra ne yapmış? Hollywood’a gitmiş. <i>Firar Treni</i> (1985) ve Sylvester Stallone ile Kurt Russell’ın rol aldığı ünlü aksiyon komedisi <i>Tango ve Cash</i>’i (1989) yönetmiş.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Andrey Konchalovskiy’in kardeşi Nikita Mikhalkov’un sinema sektörünün dünya çapındaki simalarından olduğu gibi, bir Putin sever olduğunu ve sürekli olarak devlet desteği aldığını da not düşelim.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">İşte bu genel resme bakınca bu filmin, Sovyet Rusya’nın “taraflı” bir eleştirisini sunmak için çekildiğini düşünmemek elde değil. Gelgelelim, yönetmen bir röportajında şöyle buyurmuş: “Hem bu filmimde hem de önceki birkaç filmimde, hayatın çelişik duygular taşıdığını hissetmeye başlamıştım. Mutlak iyi veya mutlak kötü ve tam masumiyet diye bir şey yok.” Bu filmin, Rusya’daki izleyicileri ikiye böleceğini de kabul ederek savunmasını da vermiş: “Bir kısım izleyici, bu filme karşı açık fikirli olacak. Bir kısmıysa bana sövecek ve Sovyet ideallerine ihanet ettiğimi söyleyecek. Onlara şunu demek istiyorum. Ben de sizin kadar Sovyet’im. Hatta sizden daha Sovyet’im çünkü ben yaşlıyım ve o dönemi bizzat yaşadım. Hem sevdim hem nefret ettim.”</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Açıkçası, bir film “Gerçek olaylara dayanmaktadır” ifadesiyle açılıyorsa, o filme şüpheyle yaklaşmaya meyilliyim. Biz izleyiciler o olayların, tarihin, geçmişin tanığı değiliz. Ve filmde yansıtılan “gerçek”, kimin gerçeği? Ve Konchalovskiy de bunu çok iyi biliyor olmalı ki filmde şöyle bir cümleye yer vermiş: “Şolohov gerçeği yazmış olsaydı, hiç kimse onun varlığından haberdar olmazdı.”</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Yönetmen, ima ettiği gibi, filmde tarafsız mıydı anlamak için, filmden sahneler üzerinden ilerleyelim. Ana karakter Lyuda, partide üst düzey yönetici ve sadık bir komünist. Onunla ilk tanışmamız; bir çorap aksesuarı almak için kara borsaya başvurarak kendisini ayrıcalıklı kılması şeklinde gerçekleşiyor. Partili komünistimiz tam bir ikiyüzlü, anlayacağınız. Bir diğer sahnede Lyuda, protestocu işçileri sarhoş olmakla suçluyor ve hemen ardından kendisi stres atmak için içki içiyor. İzleyicinin, Lyuda ile empati kurması kolay olacağa benzemiyor. Oysa yönetmen, bu filmde insanın hem iyi hem kötü olduğunu yansıtan şekilde tavır takındığını ifade etmişti. İyi yanını göremedik sadık komünistin.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Ama biz tarafgir davranmayalım ve bakışımızı biraz esnetelim madem. Yozlaşma ve yandaşçılık günümüz kapitalizminde olduğu gibi komünizmde de vardı. Ah insan! Belki de yönetmen Konchalovskiy, emekçi yanlısı yönetmen Ken Loach’un –yönetmenin genel film tarzını pek beğensem de– <i><a href="https://erikhirsizi.blogspot.com/2012/10/ab-hayat-dedikleri-viskiyle-gelen-sefa.html"><span style="color: #cc0000;">Meleklerin Payı</span></a></i> (2012) filminde eleştirdiğime benzer bir yaklaşıma başvuruyordur: Kişi, üçkâğıda başvurabilir. Ne var ki, şunu eleştirmiyorum çünkü çok insani: Lyuda’nın, kaybolan kızını bulmak uğruna KGB ajanı Viktor’dan yardım alarak hak hukuk tanımamasından daha gerçekçi bir şey olamaz. Bir ebeveyn, çocuğunun hayatı için ne yapmaz?</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Film/yönetmen taraflıymış tarafsızmış bir yana bırakırsak –belki de taraf olmayan harbiden bertaraf oluyordur– filmin hakkını şurada teslim edelim. Siyah-beyaz çekildiği için, tıpkı yakın zamanda yine tarihi bir zeminde anlatılan <i><a href="https://parsomenedebiyat.com/2019/10/26/boyali-kus-cehennem-baskalaridir/" target="_blank"><span style="color: #cc0000;">Boyalı Kuş</span></a></i> (2019) filminin de başarıyla gerçekleştirdiği üzere, haber ve belgesel tadında görüntüler sunarak filmin izleyicide bıraktığı gerçeklik hissinin dozunu epey artırıyor ki bu da, yaşananları daha rahatsız edici kılıyor. Sinematografa alkış! Filmin bir diğer başarısı da, Sovyet Rusya’sına veya komünizme, alışılagelen klişelerle saldırmaktan, ideolojik benzerlerine kıyasla görece imtina etmesi ve doğrudan bir ideoloji eleştirisine dönüşmemesi. Ne var ki, zaten komünizmi savunanların bile savunamadığı bir katliamı konu edinmesi, Amerikan rüyası görenler için kâfi düzeyde tatmin edici bir tercih. Yine de, göze parmak sahne hiç mi yok? Örneğin, Lyuda katliam sırasında güzellik salonuna saklandığında yerde kan akarken, pencereden Lenin’in heykeli görünüyor. Kolaya kaçılmış bir imge.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Sevgili Yoldaşlar denmiş filmin adı için. “Yoldaş” eşitliği ve kardeşliği içinde taşıdığı gibi, sınıfı ve hiyerarşiyi de ortadan kaldıran bir idealizmin ifadesini bulduğu bir sözcük gibi gelir bana. Üstelik bu sözcüğü, ideolojik bağlamından bağımsız olarak da samimi bulurum. Hayatımı paylaştığım her canlı, yoldaşımdır. Hayatı bir yol gibi gören, y’ol derken ol da diyenlerdenim. Belki benim de biraz fazla anlam yüklediğim bu güzelim sözcüğün, Sovyet Rusya’sına vuran bir filmin alaycı adı olarak kullanılması kalbimi kırdı sevgili yoldaşlar.</span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"></p><p class="MsoNormal" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; line-height: normal; margin-bottom: 0.0001pt;"><span face="Arial, sans-serif">Kasım 2021</span></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-60810290290625680282022-12-05T01:49:00.005+03:002023-06-22T14:28:39.112+03:00“Bozlak”: Savunulacak Son Kale Vicdan mı?<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYJduwTl2L9jMR5mcZWpfg3eMTlikztD05a8SiAAJxiDsAwblF5X8kquPge7g5BNUp9KeLQx-At7q4LL6ApELokNS0A-TkgMsm_IzLCm5x8gj3L2vzmexSyw6_nb5dvQ4CDWURwVMbtoAt41H8PVELPq8NhBHciqXnd1xTd7BhK5fveARopK_eVLwQ/s524/bozlak.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="524" data-original-width="347" height="462" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYJduwTl2L9jMR5mcZWpfg3eMTlikztD05a8SiAAJxiDsAwblF5X8kquPge7g5BNUp9KeLQx-At7q4LL6ApELokNS0A-TkgMsm_IzLCm5x8gj3L2vzmexSyw6_nb5dvQ4CDWURwVMbtoAt41H8PVELPq8NhBHciqXnd1xTd7BhK5fveARopK_eVLwQ/w306-h462/bozlak.jpg" width="306" /></a></div><br /> <span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span style="background-color: #fafafa; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; text-align: right;">“Anadolu, kendi evladını yutan bencil bir anne gibi beni de <span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>hiç acımadan köküne sarıldığı ağaçların toprağına <span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>mimleyebilirdi.” (Bozlak, s. 49)</span><p></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Herkesin hakikate pamuk ipliğiyle bağlı olduğu bir köye yeni atanmış bir öğretmenin dedektifliğe soyunup bir suçun zanlılarının peşine düştüğü bir hikâye anlatıyor <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bozlak</em>. <a href="https://iletisim.com.tr/kisi/emirhan-dagkan-g/11062" rel="noreferrer noopener" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;" target="_blank">Emirhan Dağkan G.</a> genç bir yazar ama dile öyle hâkim ki 2018’de yayımlanan bu novellanın hiç gündeme gelmemiş olmasına şaşırmamak elde değil. Ayrıntıların atmosfer yaratmadaki hayati öneminin Çağdaş Türk yazınında yadsındığı bir dönemde benzetmelere ve halk ağzına da kucak açan enfes bir Türkçeyle ayrıntıları düştüğü yerden kaldırıyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yazar ilk başta hem 1950 öncesi Türk romanında olduğu gibi Doğu-Batı çekişmesinden hem de 1950 sonrası Türk romanında olduğu gibi ezen-ezilen ilişkisinden bahsediyor. Köylüleri işine geleni kabul edip pek de sorgulamayan kişiler olarak, kentlileri temsilen öğretmeni ise adalet arayan bir idealist olarak çiziyor. Ancak, zamanla köylüleri suçlayıp duran öğretmenin vicdanı da, kendi çıkarı söz konusu olduğundan, dönüşüyor. Böylece öğretmen olayı çözüp ülkemizdeki köy romanları geleneğine uygun olarak köye aydınlık getirmek isteyen kentli öğretmen rolünden sıyrılıyor. Köyün karanlığının, yani köylü ile kentliyi sahtekârlıkta bir araya getirerek bir nevi ülkenin karanlığının bir parçası oluyor. Böyle bakınca da mekânın köy mü kent mi olduğunun bir önemi kalmıyor. Belki de ülkeyi koca bir köy gibi gösteriyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Araştırılan suçun mağduru “kadın” ama taşrada kadının adı var, kendisi yok. Bunun nasıl da bilinçli bir tercih olduğunu kitabın son kısmı teyit ediyor. Nihayet bir kadının sesi duyuluyor ve o da vicdana sesleniyor. Kitabın sonunu her okur tatmin edici bulmayabilir çünkü finalin ucu öyle açık ki öğretmenin ne karar verdiğinden emin olmak mümkün olmuyor. İşte okur tam da bu yüzden kitabın kapağını kapatırken düşünmeli: Öğretmenin yerinde olsaydım ben ne yapardım? Savunulacak son kale olabilir vicdan. Zaten bence yazarın bu kitapta yapmak istediği, suçluları bulup söz konusu olayları açıklığa kavuşturan bir dedektiflik hikâyesi anlatmak değil insanın adalete ve vicdana dair büyük laflar etmeden önce kendisini sorgulamasını sağlamak. Öğretmenin ilk bölümde tiradı andıran bir şekilde ifade ettiği üzere, ne köylüleri yücelten ne de köylülerden nefret eden o tarafsızlık hali, bir varoluş sorgulamasına evriliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yazarın, merkezi kahvehane olan ve sadece erkek sesinin duyulduğu bir yerde kadına şiddet olayını faili meçhul olarak bırakması, ülkemizde faili meçhul cinayetlerin ve kadın cinayetlerinin artmasına dikkat çekmeyi hedefleyen bir gönderme olabilir. Bütün köyün haberdar olduğu bir suç söz konusu, herkesi olayın tanığı; olayı yok saymak istemeleri ise onları suç ortağı yapıyor. Ancak, yazarın da olayı çözümsüz bırakmayı tercih etmesiyle yazar da suçun bir parçası olurken, okuru da aynı şekilde konumlandırmış olmuyor mu? Göz yumduğumuz acıların mağdurlarıyla empati kurabilsek, belki de suçların örtbas edilmesini bu kadar kolay kabul etmezdik. Bu noktada Nurdan Gürbilek’in “Muhtemel tek tanıklık, tanıklığın imkânsızlığına tanıklık etmektir,”<a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/11/30/bozlak-savunulacak-son-kale-vicdan-mi-oyku-gizem-gokgul/#_ftn1" id="_ftnref1" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[1]</a> sözü geliyor aklıma. Acının aslında tek tanığı, o acıyı bizzat yaşamış olandır. Belki de Marc Nichanian haklıdır: “Felaket’le karşı karşıya kalındığında muhtemel tek başarı, edebiyatın başarısızlığıdır.”<a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/11/30/bozlak-savunulacak-son-kale-vicdan-mi-oyku-gizem-gokgul/#_ftn2" id="_ftnref2" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[2]</a> Anlatılabilen, acı değil suçtur. Ve elbette suç anlatıldığında sadece utanç getirir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">İktidar ilişkileri de ülkenin panoramasını verecek şekilde sunuluyor. Köylüler, “kravatlıların” yani devletin köye gelmesindense bütün sorunları devleti karıştırmadan halletmek istiyor. Devletin yumruğu suçlu veya suçsuz olduğuna bakmaksızın herkesi ezer çünkü. Devlet baba büyüktür muhtar/dan büyüktür sağcı erkek/ten büyüktür solcu erkek/ten büyüktür tam bir erkek olarak görülmeyebilecek, güçten düşmüş, kendini bile savunamayacak durumda olan bir erkek/ten büyüktür kadın/dan büyüktür hayvan/dan. Öğretmen ise coplanan öğrencilerin, işçilerin, madencilerin, Cumartesi Anneleri’nin maruz kaldığı adaletsizliğin de getirdiği hınçla en azından bu konuda adaleti tesis etmek için önayak olmaya çalışsa da, sorunu daha da büyütüyor. Köye adalet getiren biricik kentli kahraman olamadığı gibi, kendi acziyle yani kendisiyle yüzleşiyor. Kitapta kişisel olan ile politik olan iç içe geçtiğinden, kişisel olan politiktir, diyor da olamaz mı?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Kesin yanıtlar vermek yerine işte okuru böyle düşünmeye sevk eden kitabın son bölümü, adını bir kuştan alıyor: “Gökardıç”. Asla yakalanamayan, hatta var mı yok mu bilinmeyen o kuş “hakikat”i temsil ediyor belki. Ne kuşu gören veya yakalayan çıkıyor, ne de okur hakikate ulaşıyor. Ve belki kuşun sesi de vicdanın sesidir, haset ve husumet içinde hiç duyulmayan. Peki “Bozlak” hangi acı için söyleniyor? Adı var kendisi yok Hatice için mi? Yoksa ister köylü ister kentli olsun insanın vurdumduymazlığına ve de bencilliğine, yani bütün bu karanlığın müsebbibine yakılan bir ağıt mı?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/11/30/bozlak-savunulacak-son-kale-vicdan-mi-oyku-gizem-gokgul/#_ftnref1" id="_ftn1" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[1]</a> Nurdan Gürbilek, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sessizin Payı</em> (İstanbul: Metis Yayınları, 2015), 145.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/11/30/bozlak-savunulacak-son-kale-vicdan-mi-oyku-gizem-gokgul/#_ftnref2" id="_ftn2" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[2]</a> Marc Nichanian<em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">, Edebiyat ve Felaket</em> (İstanbul: İletişim Yayınları, 2011), 156.</p><p><span face="TwitterChirp, -apple-system, BlinkMacSystemFont, "Segoe UI", Roboto, Helvetica, Arial, sans-serif" style="background-color: rgba(0, 0, 0, 0.03); color: #0f1419; font-size: 15px; white-space: pre-wrap;">NOT: Bu yazı ilk olarak 30 Kasım 2022'te Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</span></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-64405210606183059502022-11-22T01:39:00.003+03:002023-06-22T14:30:11.719+03:00Leonardo Da Vinci mezarında ters dönmüş olabilir mi?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBB_2HL1R0_smFWI-Cp4LgL5b8lhRuQBsbwGtyQ_M_YI2A632YniDjnxmh-AmnQV7b5VI81hwM-aw1FHHrGBNF62dFXKBUGz2UPvurRfwFgZlsOa2FRUQePVJkxFCVQl8vwk2CLf6at5kGxEK1FKEyOpg24BCsCi37_S6Az1OWntY0gPIGe1A7Rsjn/s1080/melo.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="882" data-original-width="1080" height="347" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBB_2HL1R0_smFWI-Cp4LgL5b8lhRuQBsbwGtyQ_M_YI2A632YniDjnxmh-AmnQV7b5VI81hwM-aw1FHHrGBNF62dFXKBUGz2UPvurRfwFgZlsOa2FRUQePVJkxFCVQl8vwk2CLf6at5kGxEK1FKEyOpg24BCsCi37_S6Az1OWntY0gPIGe1A7Rsjn/w425-h347/melo.jpg" width="425" /></a></div><span style="background-color: #cccccc;"><br /></span><p></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Avelina Lésper’in <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı</em> kitabında o kadar çok yeri işaretledim ki, bu kitaptan her gün bir kuple paylaşmıyorsam şayet, bu 55 sayfacık kitabı daha çok kişinin edinip okumasını istediğimden. Bu keskin dilli rest, kuramsal veya anlaşılması güç değil, oldukça akıcı. Ele alınan konularda popüler çağdaş sanattan örnekler verilmesi, anlaşılırlığı destekliyor. Elbette ana başlıklardan her biri daha fazla derinleştirilebilirdi; bu derli toplu anlatıysa “Yeni Başlayanlar İçin Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı” sayılabilir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Dogmaları, performans sanatını, kopyalamayı ve feminizmi mercek altına alan dört ana bölümden oluşuyor kitap. Müze duvarları dışında olsa sıradan sayılacak objelere sanat muamelesi yapanlara, sanatın ne olduğunu sadece kendileri biliyormuş gibi bir intiba uyandıranlara, “herkes sanatçı olabilir” diyenlere, her şeye karşı görünürken aslında kurumlardan ve piyasadan beslenen ve özünde hiçbir kışkırtma ortaya koymayanlara, uydurma ıstıraplarla yoksul sınıfla dayanışma sergiliyormuş gibi yapanlara, reklamın yarattığı algıyla lüks birer ürüne dönüşen birbirinin kopyası objeler yaratanlara, kadın özgürlüğü ile feminizmi sömürerek niteliksiz eserler verenlere yöneltiyor oklarını. Estetiğin, yeteneğin ve tekniğin hor görülmesidir anlatılan.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Müze duvarları dışında özelliksiz sayılacak, tanıtım metinleri olmasa kimsenin anlam veremeyeceği, estetik değerden ve yaratıcılıktan yoksun şeyler sadece küratörlerin atayabildiği sözde felsefi değer ve yine sadece onların yapabildiği felsefi çıkarımlar sayesinde sanat eseri muamelesi görüyor. Bunlar ekolojiyi savunur, cinsiyetçiliği eleştirir, tüketim toplumunu kınar. Ama sözde sistem karşıtı bu eserler sadece kurumların ve piyasanın desteğiyle var olabilir. Tam da bu nedenle iktidarın tadını kaçırmayan bir tonda eleştiri yaparlar.</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">“Gerçek sanata yer veren müzeler koleksiyonlarını duvarları dışındayken de sanat olarak tanımlanabilecek eserler üzerinden yaratırken çağdaş denen sahte sanat insanların gözünde sanat diye tanımlanabilmek için bu duvarlara, bu kurumlara, bu bağlamlara gereksinim duyar. […] eser zaten küratörlük olmadıkça değerden yoksundur.” (sayfa 16, 20)</strong></p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Kitap, çağımızda sanatçı sayısının aşırı artmış olmasını da eleştiriyor. Bu kadar çok sanatçı var, çünkü yaptıkları sanat özgün ve biricik değil. O kadar kolay üretilebildikleri için bu kadar çok kişi üretebiliyor. Bu eserler herhangi bir yetenek ve/ya (pek fazla) emek gerektirmiyor – artık sıradışı bir eser ortaya çıkmamasına şaşmamalı. Ve sanata böyle bir yaklaşım aslında sanatı küçültüyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Ezilenlerin, sömürülenlerin, savunmasızların yanında olmak politik açıdan doğrudur. Ne var ki sanat bu nedenle politik doğruculuğa da kurban gidiyor. Bu tip durumlara sık sık feminizm söz konusu olduğunda rastlamak mümkün.</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">“Kadınlar olarak artık ezilenlerin yanındayızdır, bunu telaffuz etmek bir slogan haline gelir, sanat aracılığıyla söylemekse modadır ve birçok haksız ayrıcalığa ulaşmayı sağlar. Yetenekten yoksun kadınlar, feminist aktivizmlerini sanatsal bir değere dönüştürürler. […] Feminizm ve etrafındaki konulardan bahsetmek asıl amaç haline gelmiştir.” (sayfa 49)</strong></p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Nitelik artık o kadar da gerekli değildir.</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">“Şayet eser feminist bir mesaj içeriyorsa vasatlığını dile getirmek tabu kabul edilir. Eseri meydana getiren unsurları safi sanatsal açıdan analiz eden eleştirmen; erkek yardakçılarının, sansürcülerin, ezenlerin tarafında konumlandırılır. […] Hiçbir sanatsal değeri bulunmayan bir eserin, taşıdığı siyasal-toplumsal mesajlar yüzünden kabul görmesi için baskı uygulamak bir tür diktatörlüktür.” (sayfa 50, 54)</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">“En kötüsü de, bu eserlerin kabaca ifadeyle yüzeysel ve hafif olması, bir yandan gerçekte kadınlara etki eden temalara sırt çevirirken öte yandansa kadının varlığını insandan ziyade düşünen bir vajinayla kısıtlayan bildik temalarda ısrar etmeleridir. Diğer bir deyişle, karşı oldukları şeyi tekrarlamalarıdır.” (sayfa 53)</strong></p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Peki, tek tanrılı dinler kadınları değersizleştirirken, kadınlar Müslüman ülkelerde taşlanırken, Latin Amerika’da katledilirken, savaşlarda tecavüze uğrarken, feminist sanatçıların çoğu bunlara nasıl tepki veriyor? “Üstüne minik kâğıtlar asılmış çamaşır ipleri, meydanlarda topluca örgü örmeler, şeffaf plastikle sarmalanmış bir şilte” gibi çağdaş sanat örnekleriyle. “Suya sabuna dokunmayan, üstünkörü icra edilmiş, temelinde beylik retorikler bulunan” kınamalarla. İşlevsizlikleri bir yana, sanatın yıkımına katkıda bulunacak derecede de “banal ve yüzeysel” eylemlerle. En beteriyse bu tarz tepkiler gerçek bir değişim gücü taşımadığı gibi, toplumsal plasebo görevi görüyor ve bir süreliğine içimizi rahatlatarak, belki de gerçek bir değişimi ateşlemesi olası eylemlere yönlendirilmesi gereken öfkeyi dindiriyor. Feminizm kendi kendini itibarsızlaştırırken, olan yine kadınlara oluyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Kitabın çağdaş sanatla kastettiği görsel sanatlar olsa da, buradaki ifadelerin çoğu edebiyat dünyası için de geçerli değil mi? “Çağdaş Edebiyatın (Edebiyat Dünyasının) Sahtekârlığı” başlıklı bir anlatı da kaleme alınabilir. Buradaki kimi söylemler edebiyat alanına genişletebilir ve belki de bazı tabuları yıkacak tartışmalara önayak olabilir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Sanatsal dehasıyla gelmiş geçmiş en büyük ressam olarak gösterilen Leonardo Da Vinci, Marcel Duchamp’ın pisuvar gibi hazır yapım bir objeyi ters çevirip imzaladıktan sonra sanat eseri olarak sunduğunu görse, mezarında ters dönmez miydi?</p><p>NOT: Bu yazı ilk olarak 10 Kasım 2022'te Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p><div style="text-align: justify;"><br /></div>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-91967110031473148942022-11-09T12:30:00.009+03:002023-06-22T14:31:16.417+03:00Boşluklar, Gerçekler, Ötekiler: “Kerr” <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiTOpOb7jfiA6Mj1cCHlbdBVX8HviUs1W5rZYW3Kbt3BzGv9oxPhSFFA4ifrUBBguX1iYcYrxKDbdfW5YXGEVFW2p4wCXvexMoHyZ7GHmBG3C2FxDEiCA8vVL1VE-Yer3rHtp3ce5leuanzxqwZeei4DZHQ9WEvSiqJlxURBHEgflHQByO_RHn-aQf/s420/kerr.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="420" data-original-width="310" height="403" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiTOpOb7jfiA6Mj1cCHlbdBVX8HviUs1W5rZYW3Kbt3BzGv9oxPhSFFA4ifrUBBguX1iYcYrxKDbdfW5YXGEVFW2p4wCXvexMoHyZ7GHmBG3C2FxDEiCA8vVL1VE-Yer3rHtp3ce5leuanzxqwZeei4DZHQ9WEvSiqJlxURBHEgflHQByO_RHn-aQf/w297-h403/kerr.jpg" width="297" /></a></div><br /><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Tayfun Pirselimoğlu bu son bir yılda beni önce “Kadastrocu” adlı son romanıyla, sonra da “Kerr” adlı son filmiyle mest etti. “Kerr” filmi 2014 yılında çıkan aynı adlı romanından uyarlanmış, ne var ki “Kadastrocu” romanıyla da benzerlikler taşıyor. Hem edebiyatta hem sinemada hayli özgün bir dile sahip olan Pirselimoğlu’nun külliyatına bakıldığında, onun benzer sularda gezinerek kendi içinde konu ve anlam bütünlüğü taşıyan eserler sunduğu söylenebilir. Ve bence bu politik alegori ustası, hak ettiği değeri görmüyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">“Kadastrocu” romanındaki enfes betimlemeler “Kerr” filminde yerini enfes bir görselliğe bırakarak tekinsiz bir atmosfer yaratıyor. Ayrıntılarla ince ince beslenen karanlık, bürokrasi kıskacında olma halini başarıyla yansıtıyor. Filmin sonunda David Lynch’in çaldığı bildirilen saksafon da aynı tekinsizliği bu kez ses üzerinden yansıtıyor. “Kerr”in diyaloglarında yer yer rastlanan tekrarlar ve hatta yapaylık ise verilmek istenen anlamla örtüşen türden bilinçli bir yöntem tercihi gibi. Sözcüklerin fuzuli konumlandırılışı sanki iletişimsizliğe bir gönderme: Soruya karşılık soru var hep, ama yanıt hiçbir yerde yok. Gerçeğin ortada olmayışının açtığı boşluk, tekrarlarla dolduruluyor.</p><div class="wp-block-image" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px;"><figure class="aligncenter size-large is-resized" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box; clear: both; margin: 0px auto 1.2em;"><img alt="" class="wp-image-39531 jetpack-lazy-image jetpack-lazy-image--handled" data-attachment-id="39531" data-comments-opened="1" data-image-caption="" data-image-description="" data-image-meta="{"aperture":"0","credit":"368798762051101","camera":"","caption":"","created_timestamp":"0","copyright":"","focal_length":"0","iso":"0","shutter_speed":"0","title":"","orientation":"0"}" data-image-title="img_1660572546044" data-large-file="https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?fit=616%2C473&ssl=1" data-lazy-loaded="1" data-medium-file="https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?fit=300%2C231&ssl=1" data-orig-file="https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?fit=2485%2C1911&ssl=1" data-orig-size="2485,1911" data-permalink="https://parsomenedebiyat.com/2022/08/15/bosluklar-gercekler-otekiler-kerr-oyku-gizem-gokgul/img_1660572546044/" data-recalc-dims="1" decoding="async" height="416" loading="eager" sizes="(max-width: 540px) 100vw, 540px" src="https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=540%2C416&ssl=1" srcset="https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=1024%2C787&ssl=1 1024w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=300%2C231&ssl=1 300w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=768%2C591&ssl=1 768w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=1536%2C1181&ssl=1 1536w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=2048%2C1575&ssl=1 2048w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=1200%2C923&ssl=1 1200w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=816%2C628&ssl=1 816w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?resize=104%2C80&ssl=1 104w, https://i0.wp.com/parsomenedebiyat.com/wp-content/uploads/2022/08/img_1660572546044.jpg?w=1848&ssl=1 1848w" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; display: block; font-family: inherit; height: auto; line-height: 1; margin: 0px auto; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="540" /></figure></div><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">“Kerr” filmi ile “Kadastrocu” romanı <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">kadın</em> üzerinden bir okumaya da kapıyı aralıyor. İkisinde de kadın birbirine zıt görülebilecek iki hal üzerinden konumlandırılıyor: Hem aldatan bir arzu nesnesi, hem de feleğin sillesini yemiş bir mağdur. Belki bir nevi Havva. Ama eserlerin asıl odağı başka.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">“Kerr”deki ana karakter, tıpkı “Kadastrocu”daki gibi, müphemliğin de kıskacında. Herkesin bildiğini o bilmediğinden, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">tanık</em>ken <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">suçlu</em>ya çevrilmek isteniyor. İki eserde de ana metafor olarak bir hayvan seçilmiş; yani toplumda en çok ötekileştirilen varlık. Yani “Kadastrocu”nun gergedanı, “Kerr”in de köpeği <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">öteki </em>olarak okunabilir. Çünkü herkes suça ortakken suçu farklı olana atan bir anlayış hâkim. Öte yandan, gergedan ve köpek imgeleri <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">üç maymun</em> şeklinde yorumlanmaya daha açık. Gezi Direnişi zamanında bazı TV kanallarının gerçekte olan biten yerine penguenleri göstermiş olduğunu hatırlatırcasına, dikkatleri gerçeğe değil başka yana çekmek için hayvanlar gösteriliyor. Bu iki olası anlamdan yola çıkarak şunu söylemek de mümkün olabilir: İktidar, bürokrasinin o görünmez ama demir gibi sert ve kapkara eliyle gerçeği de görünmez kılmak için ötekileri kurban edercesine onları ortaya atıyor, onları gündem malzemesi yapıyor. (Buna örnek olarak, geçenlerde Twitter üzerinden yapılan bir anket verilebilir: Türkiye’nin en büyük sorununun ekonomik durumun kötüleşmesi, yoksulluk veya adaletsizlik falan değil, sokak köpekleri yani en çok ötekileştirilenler olduğu sonucuna varılmış. Elbette iktidardan nemalanan sosyal medya trollerinin el verdiği bir anket bu). Öteki olan sadece hayvanlar mı? Öteki olarak ister mültecileri düşünün ister azınlıkları. Bu vurgu, kitap kapağında ve film posterinde boş bir fonda sadece bir hayvan imgesi gösterilmesini de anlamlı kılıyor sanki. Bu koskoca deryada sahip olduğumuz tek gerçek, bize sunulan gerçek, ki bu da gerçek değil. Görünmeyene, gösterilmeyene bakıyoruz kapakta ve posterde. Boşluğa bakıyoruz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yerelden yola çıkan ama evrensel bir dil yakalamayı başaran “Kerr” belki de şunu diyor: İnsanlar üç maymunu oynadıkça, suçlar örtbas edilecek, faili meçhuller artacak, zorbalık sürecek. Tıpkı ana karakter gibi, kendimizi kurtarmak adına kaçtıkça, biz de suçun bir parçası olacağız.</p><p>NOT: Bu yazı ilk olarak 15 Ağustos 2022'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-22844332233499157482022-11-09T12:23:00.008+03:002023-10-15T17:07:35.055+03:00Halen Aşılamayan “Duvar”<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjF9CiTqzBEQyRCnGQ-mMM4Rq_8kKXmhTCFBVLqvjB0fzS93Bbi-3YQpat0z02CXyVIImL27nq0xwLy5wSd3fkjvUTfKGpiuyECFERZFIGiuebMsxGg0JtkkZ3HgnhONarhy-0syUJpnmFqms1VHDbbAlFLb2NFPI4s3tVpMUfq7lDz3gVCW9sHSa_s/s1368/g%C3%BCney.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="911" data-original-width="1368" height="264" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjF9CiTqzBEQyRCnGQ-mMM4Rq_8kKXmhTCFBVLqvjB0fzS93Bbi-3YQpat0z02CXyVIImL27nq0xwLy5wSd3fkjvUTfKGpiuyECFERZFIGiuebMsxGg0JtkkZ3HgnhONarhy-0syUJpnmFqms1VHDbbAlFLb2NFPI4s3tVpMUfq7lDz3gVCW9sHSa_s/w397-h264/g%C3%BCney.jpg" width="397" /></a></div><p class="has-text-align-right" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: right;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;"><br /></em></p><p class="has-text-align-right" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: right;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">burası dördüncü koğuştur benim abim</em></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yılmaz Güney’in Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden kaçtıktan sonra 1983’te iki ay gibi kısa bir süre içinde kısıtlı imkânlarla çektiği bir film <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em>. Dekor hazırlayanlardan filmde rol alanlara kadar çoğu kişi, profesyonel sinema emekçisi değil; ilk kez bir film çekiminde bulunan siyasi mülteciler, işçiler ve öğrenciler. Hatta oyuncuların bir kısmı da Türk olmadığından, aslında gerçek repliklerini söylemiyor ve kendi dillerinde konuşuyorlar. Bu nedenle ağız hareketleri ile dublaj yer yer uymuyor; bunun filmi bozduğu düşününler çıkabilir ama film dili o kadar çarpıcıyken şahsen ben buna takılmadım.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Patrick Blossier’nin, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em> filminin çekimini konu alan <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvarın Etrafında</em> adlı belgeselinde Tuncel Kurtiz, Güney için şöyle der: “Onu sürekli aynı cezaevinde tutmazlardı, birinden diğerine sürerlerdi, çünkü mahkûmları örgütlemesinden çekinirlerdi.” Güney de Türkiye’de 25 cezaevine girdiğini söyler. 1976’da Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ndeyken 4. koğuşta yani çocuk koğuşunda yani en sefil koğuşta bir isyan çıkmış. Çocukluğunu yaşayamadıkları gibi, doymak ve ısınmak gibi en temel haklardan bile mahrum bırakılan çocukların isyanını görüp de katılmamak mümkün mü? Güney de isyana destek verip kamuoyu oluşturulmasına yardımcı olduğu için sürülüp Kayseri Cezaevi’ne gönderilmiş. Bu isyanın etkisiyle “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” romanını, bu romandan yola çıkarak da <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em>’ı yazmış. Ve bu sert film için ilk başta “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun” gibi nahif bir isim düşünüyormuş. Bu tezat boşa değil; “şiddet” başka hiçbir sözcüğün yanına yakışmaz ama en çok “çocuk” sözcüğüne yakışmaz sanırım. Sanki Güney de tanıklık ettiği şeylerle ilgili olarak içini dökmüş <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em>’da.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Filmdeki hapishaneyi, koleje çevrilen bir manastırın etrafını duvarla örerek inşa etmişler. Güney burası için Ankara, Kayseri ve Isparta olmak üzere üç farklı hapishaneden esinlendiğini söylüyor belgeselde. Film çekilirken kolejde eğitim de devam ediyormuş ve filmde rol alan çocukların, okuldaki çocuklara kötü örnek olmaması için sigara içmemesi istenmiş. Filmin çekimine dair bu ayrıntı ile filmin içeriği birlikte düşünülünce, çocukların yetiştiği ortamlar arasındaki farkı keskinleştiriyor ve filmi daha da can yakıcı bir hale getiriyor. Benim en çok kalbimi kıran bölümlerinden biriyse çocukların aya bakarak dua ettiği sahne: “Allah’ım ne olur beni başka bir hapishaneye gönder.” Hayalleri bile sıradan değil bu çocukların, hayalleri hapisten çıkıp kurtulmak bile değil. “Hayalin ne?” diye kendisine sorulunca “Bir hayalim yok” diye yanıt veren Suriyeli Ali’yi (10) hatırlatıyor bana.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Çocuklardan biri, koğuşun şartlarından dem vuran bir şiir okuyunca komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle devrimcilerin koğuşuna atılır. Çünkü ‘80 darbesinden sonraki ülke ikliminde herhangi bir şeyden şikâyetçi olmak bile suçtur. Hapishanenin çevresinde marş söyleyerek koşan askerler de, darbe sonrası Türkiye’sindeki askeri yönetime gönderme niteliği taşıyor. Buna karşın, devrimci koğuş da avluya çıkınca Avusturya İşçi Marşı’nı söyler; belgeselde, marşın coşkuyla söylenmesinin Güney için ne kadar önemli olduğuna dair bir sahne de yer alıyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Film gerçek hayatta hapishanedeki çocuk koğuşundaki bir isyandan hareketle yazılmış olsa da, konu edilenin kadın koğuşu veya devrimci koğuşu değil de çocuk koğuşu olması filme başka bir anlam daha katıyor. Çocuklar, yetişkinlere yani diğer koğuştakilere kıyasla daha güçsüz, savunmasız ve incinebilirdir; buna rağmen, “büyüklere” karşı mücadeleyi bırakmazlar. İnsan en kötü koşullarda bile direnmelidir der sanki film.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em>, Fransız eleştirmenlerce karamsar bulunmuş ve sert sahneleri nedeniyle eleştirilmiş. Oysa dayak ve tecavüz gibi insanlık dışı olaylar Türkiye’de o dönemde hapishanelerin gerçeğiydi. Hatta Güney’in, inandırıcı olması için bunları yumuşatarak aktardığını söylemek yanlış olmaz. Gardiyan Ali Emmi karakteriyse, her kötü sistemde bir iyi de olabileceğini imlercesine, filmin iyimser yanını temsil ediyor. Eleştirilerden nasibini alan bir başka şey de filmin dili olmuş; politik yanının, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Yol</em> ve <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sürü</em> filmlerinin aksine, doğrudan sloganlarla verilmesi eleştirilmiş. Hâlbuki filmin alt metni, hapishanede atılan sloganlarla falan verilmiyor. Çocukların, yani en alttakilerin bakış açısından cezaevini anlatmaya çalışan <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em> için Yılmaz Güney bir röportajında “Hikâye esas olarak, bugün cezaevi haline getirilen Türkiye’yi simgeliyor” demiş.<a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/09/15/halen-asilamayan-duvar-oyku-gizem-gokgul/#_ftn1" id="_ftnref1" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[1]</a> Filmde tekrarlanan kan anonsları da, ülkenin kan kaybettiğini simgeler gibi. Filmin sonundaki reklam anonsu da hem çocukların arzu ettikleri gibi nihayet TV’li bir hapishaneye gittiğini ima ediyor hem de ülkeye yabancı sermaye girişine gönderme yapıyor. Ne var ki, TV’li hapishanede de zulüm sürüyor. Türkiye TV’li, reklamlı, ürünlü ama halen bir hapishane.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Elbette filme getirilen eleştirilerin tek nedeni film dili değil. Güney’in, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em> filminde çocukları dövdüğü söylentileri de büyük tepki toplamış. Belgeselde “Filmin selameti için ben anamı babamı tanımam” diyen Güney, yöntemini şöyle anlatmış:</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">“Bu film için hikâyenin aslıyla tam anlamıyla ahenk sağlayan bir şekle ihtiyacım vardı. Bunu elde etmek için değişik metodlar kullandım. Örneğin; bütün çekim süresince bütün ekibe, bütün oyunculara bu dekordan dışarı çıkmayı yasakladım, hapishanede ve filmde görülen yataklarda uyumaya zorladım. Jandarmalar, ki dekorun yapımında çalıştılar, daima jandarma elbiseleri ve silahlarıyla çalışıyorlardı. Gardiyan sabah kalkar kalkmaz kasketleri giyiyor, çalışmaları olmasa bile bütün gün platoda coplarıyla dolaşıyorlardı. Jandarmalar, gardiyanlar ve tutukluları canlandıran figüranların arasında doğabilecek bağları kestim. Bir yerde filmin yapımcısı olarak şahsımda bir korku ve baskı öğesi yarattım. Platoya geldiğimde herkes benim tepkimden korkuyordu. Hapishanenin şef gardiyanıydım ve bütün çekimi katılanlarla çok sert ilişkilerim oldu.”<a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/09/15/halen-asilamayan-duvar-oyku-gizem-gokgul/#_ftn2" id="_ftnref2" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[2]</a></p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Oysa belgeseldeki karelerde Güney çocuklara karşı sevecen ve anlayışlı gözüküyor. İstediği rolü aldığında onları yanaklarından öpüp sarılıyor, çikolata vererek teşekkür ediyor. Bir şekilde dengeyi kurmuş olmalı.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em>’ın, şiddet dolu birçok sert hapishane filmine kıyasla ürkütücü şekilde daha etkileyici olmasının ardında, Güney’in bizzat tanıklığından kaynaklanan bastırılmış bir öfkenin şiirsel bir boyut kazanarak sanat eserine dönüşmesi yatıyor olabilir. Belgesel acılığı ile şiirsel heyecanı aynı potada eriten filmdeki müzikler de bu enerjinin dışavurumu gibi. Şiddetin dozunu azaltmayarak bir an bile nefes aldırmayan film, insanı dayak yemişe çeviriyor. Hiçbir zaman yeterince çalışkan olmayan vicdanlarımıza atılmış bir dayak bu. Öte yandan, sanatta gerçeğin olduğu gibi yansıtılmasından hoşlanmayanlara da hitap etmeyecek bir filme dönüşüyor. Bu noktada şunu da belirtmeli: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar</em> filmi İstanbul’da görece yoksul semtlerdeki sinemalarda, öbürlerine kıyasla daha fazla gişe yapmış.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Okuduğu şiir yüzünden falakaya yatırılan çocuk muydu, yani bir şiir miydi isyanın fitilini ateşleyen? 46 sene geçmiş, ne değişti? Şiir kitapları yakılıyor, şairler hapiste çürüyor.</p><hr class="wp-block-separator has-alpha-channel-opacity" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(221, 221, 221); border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; height: 2px; margin: 50px auto; max-width: 60%; width: 128px;" /><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/09/15/halen-asilamayan-duvar-oyku-gizem-gokgul/#_ftnref1" id="_ftn1" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[1]</a> Yılmaz Güney, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">İnsan, Militan ve Sanatçı</em>, İstanbul: Güney Yayınları.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2022/09/15/halen-asilamayan-duvar-oyku-gizem-gokgul/#_ftnref2" id="_ftn2" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[2]</a> <strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><a href="https://sinemaansiklopedisi.blogspot.com/2020/03/duvar-le-mur-1983.html" rel="noreferrer noopener" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;" target="_blank">https://sinemaansiklopedisi.blogspot.com/2020/03/duvar-le-mur-1983.html?</a></strong></p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;"><br /></p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;">NOT: Bu yazı ilk olarak 15 Eylül 2022'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-26464046270614490402022-01-31T20:24:00.005+03:002023-10-15T17:07:55.684+03:00Kahraman: “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği”<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgMhQ6j9M27x9gD0qLDxEAsrooJ8eTbJ8x-XOv4KRf1_QTZFBHRHJHMpJFUeYuEA4byfIU0EthLaI6JpTvSFosy1TSgufC0wzvg47CiTbwwU18Wx69AUPVit5mtCmuh_FLr50o1Pj4oLFBXSI1l1hMAFk3-lbEGvm4bPA3aefGjD7wGX74dcYGjieli=s1024" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="717" height="344" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgMhQ6j9M27x9gD0qLDxEAsrooJ8eTbJ8x-XOv4KRf1_QTZFBHRHJHMpJFUeYuEA4byfIU0EthLaI6JpTvSFosy1TSgufC0wzvg47CiTbwwU18Wx69AUPVit5mtCmuh_FLr50o1Pj4oLFBXSI1l1hMAFk3-lbEGvm4bPA3aefGjD7wGX74dcYGjieli=w241-h344" width="241" /></a></div><br /><p></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Oscar ve Altın Küre ödüllü, İranlı yönetmen Asghar Farhadi, son filmi <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kahraman</em> (yaygın bilinen İngilizce adıyla <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">A Hero</em>, orijinal adıyla <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Ghahreman, </em>2021) filminde odağa yine ahlaki tercihleri koyuyor. Başkarakter Rahim, çok zor durumda olmasına rağmen kendisini değil bir başkasını düşünen özgecil bir karar verir ve kararı duyulunca da “Kahraman” ilan edilir. Ancak bu karar, sonrasında başka kararlar da vermesini gerektirdiğinden, kendisini ahlaki ikilemlerin ortasında bulur. Ufacık ayrıntıların hayati önem taşıdığını gösteren filmde kahramanımız, sürekli olarak bir şeyleri düzeltmek zorunda kalır ve o düzeltmeye çalıştıkça her şey iyice içinden çıkılmaz bir hal alır. İşte filmi izlerken bu nedenle zihnimde Turgut Uyar’ın “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği” dizesi dolanıp durdu.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Hiçbir karakteri yadırgamayan, suçlamayan ve de iyi-kötü gibi kodlar atamadığından taraf tutmayan bir anlatımı tercih eden Farhadi, basit bir olaydan çıkardığı hikâyesini ince ince işlerken, izleyiciyi de bu ahlaki sorgulamaya dahil eder gibi görünür. Peki, film izleyiciye şunu mu söylüyor: “Hiçbir iyilik cezasız kalmaz.” Bu, her izleyicinin ilk aklına gelebilecek çıkarım. Bu ifadeye, dijital çağın eleştirisi de eşlik eder. Yaptığınız iyiliğin bile tersyüz edildiği bir konuma düşebilirsiniz. Öncesini ve sonrasını hiç bilmeyenlerin izlediği bir video sanal ortama düşünce, kırılgan bir mizacı olan kamuoyunun insafına kalırsınız; sizi bir gün önce göklere çıkaranlar, bu güven vermeyen kanıtın ışığında ertesi gün sizi yerden yere vurabilirler.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Ama belki de film şunu soruyordur: İyilik sandığımız aslında fırsatçılık olabilir mi? Parayı ilk başta götürdüğü kuyumcu, istediği parayı verseydi veya borçlu olduğu kişi, borcunun yarısını kabul etseydi, Rahim yine de parayı sahibine geri verecek miydi? Veya Rahim “cici çocuk” imajı çizerek ilgi çekmek isteyip hapisten çıkmanın bir yolunu aramış olamaz mı? Şayet böyleyse bile, onu suçlayabilir miyiz? Kim hapiste kalmak ister? Rahim’in yüzünde her an taşıdığı saf tebessüm ve mahcup bakış, izleyiciyi Rahim’in iyiliği beklentisizce yaptığına ikna eder ama bundan yüzde yüz emin olabilir miyiz? Kendi kararlarımızın ve tercihlerimizin temelindeki motivasyonlar ve dinamikler bile kendi içimizde o kadar da net değilken, sadece etik davrandığımızı ve ahlaken diğerkâm olmamızı talep eden durumlarda ilk sıraya kendimizi koymadığımızı söyleyebilir miyiz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Belki de Farhadi’nin de filmde yapmak istediği, izleyiciyi Rahim konusunda ikilemde bırakmaktır. Tam da bu şekilde, ikilem yaşayan Rahim’le izleyicinin özdeşlik kurması daha mümkün olmaz mı? Rahim’e masalvari bir şekilde yaklaşıp “kahraman” etiketi yapıştırmak yerine onun bir insan olduğunun unutulmamasını salık verir gibidir. İyi veya kötü/çıkarcı biri değildir; tercihlerinin ahlaki veya kararlarının özgecil olup olmaması, içinde bulunduğu şartlara göre değişen biridir. İnsanları karalamanın sosyal medya sayesinde giderek kolaylaştığı, olayların arka planının giderek daha az sorgulandığı ve tek bir hata yapmanın bile insanların üstünü çizmeye yettiği ve tam da bu yanıyla “insan”ın kusurdan arındırılmış bir robot olmasının beklendiği bu ifşacı ve çokbilmiş çağda Farhadi, öbür filmlerindekinden farklı bir şey yaparak önemli bir noktaya değinir bu kez: Sadece başkarakterine değil diğer karakterlere de sorumluluk yükler; hem aile üyelerini hem de aile dışındaki kişiler ile kurumları kararların bir parçası yapar. Böylece hatayı tek bir insana değil tüm topluma mal eder.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Rahim’in borçlu olduğu Bahram karakteri ise Rahim’in karşısında konumlandırılmış gibidir. O zaman Bahram, filmin kötü adamı mıdır? Rahim’i affetmek istemez, onun hapiste cezasını çekmesini tercih eder ama Bahram’ın, Rahim’in borcu yüzünden tefecilere bütün borcu kendisinin ödemek zorunda kalması da onun hayatını altüst etmiştir. Bahram da, Rahim gibi, yaptığı ahlaki bir tercihin kurbanıdır. Hiç kimse kötü değildir, hiç kimse iyi de değildir. Toplumun dönüştüğü şeyden herkes sorumludur. Gerçek dünyada kahramanlar ve kötü adamlar yoktur. Farhadi’nin gerçek dünyada karşılığı olmayan bu Hollywood ikiliklerini def eden yaklaşımının en çarpıcı noktası ise şu olabilir: Her hikâyenin, görünenin dışında –en az– bir yüzü daha vardır. Nitekim Rahim’in hikâyesinde, kamuoyu gerçeği öğrenmez; kamuoyunun gerçeği, kendisine sunulandır. Rahim –ve hatta onunla birlikte biz izleyiciler de– parayı teslim alan kadının hikâyesini öğrenemeyiz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kahraman</em> filminin başarısının sırrı da, bu denli hayattan karakterler yaratarak insan ruhunun çılgın karmaşasına ve bu karmaşanın sarmaşık gibi sarıp çevrelediği topluma ayna tutabilmesinde saklı olabilir. Ve bunu üstünkörü, göze parmak bir şekilde yapmaz veya kolay yollara sapmaz. Bir trajedi anlatmasına rağmen duygu sömürüsüne başvurmaz ve izleyiciyi ağlatmayı hedeflemez; aksine tam da bunu eleştirerek başka türlü bir ahlaki sorgulamaya iter izleyiciyi. Bu eleştirisini de, kişisel olarak rahatsızlık duyduğum bir konuya parmak basarak dillendirir: Çocukların toplum içinde, sanat dallarında ve özellikle sosyal medyada duygulandırma, acındırma, başka türlü menfaatler veya ilgi çekmek için kullanılması.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Ancak itiraf etmeliyim ki, ironik bir şekilde, ajitasyondan arındırılmış bu filmde bile tam da ajitasyonu eleştiren sondan bir önceki sahnede gözyaşlarını tutmak mümkün olmayabilir. Rahim, başkalarını dinlemeyi bırakıp ilk kez tek başına karar verir. Ve onun “ahlaki” anlamda “kahraman” sayılabileceği biricik olay belki de budur. Tek başına karar verirken onuruyla hareket etmiştir. Oğlunun sosyal medya için çekilen videosunun yayımlanmasına, bedeli kendisi için ağır olacağını bildiği halde, engel olur ve şöyle der: “İtibarınızı oğlumun kekemeliği mi kurtaracak?” Bu, filmin sonu değilse de hikâyeye nokta koyan sahnedir. İyilik, toplum nezdinde Rahim’in onurunu kurtarmaya yetmez. Ama oğlu için doğru olanı yapar. Bu da yine hikâyenin toplumun bilmediği yüzlerinden biri olarak kalacaktır ama Rahim’in iç rahatlığıyla verdiği bir karardır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Sondan başa dönersek film, Nakş-ı Rüstem (Rüstem’in Resmi) adlı arkeolojik restorasyon alanına Rahim’in gelip yardım isteyişiyle açılır. Yüzyıllar öncesinin kısmen yıkılmış anıtı bile düzeltilebiliyorsa, hayat yolunu yarılamış Rahim’in işi neden yoluna koyulamasın, neden hapisten kurtulamasın diye iyimser bir fikre kapılabiliriz. Bu sahnede dikkat çekense; kameranın, yenilenen bu anıttan ziyade –sadece izinle hapisten birkaç günlüğüne çıkmış– Rahim’in yapı iskelesinin ardında adeta hapishane parmaklıklarının ardındaymış gibi duruşuna odaklanmasıdır. Bu sahne, Rahim’in özgürlüğünün geçici olduğunu vurgulayarak filmin sonuna gönderme yapıyor olabileceği gibi, bir “hükümlü” olduğu gerçeğinin onun yakasını bırakmayacağının da bir ifadesi olabilir. İlerleyen sahnelerde Rahim sık sık Bahram’ın dükkânında ve çevresinde görüntülenir. Bu mekânlar vitrinden oluşmaktadır, yani camdandır. Rahim’in hikâyesi bir türlü tam anlamıyla açığa çıkamadığı halde, her şeyin gözler önünde, görünür olduğu yanılsamasını yaratır. Oysa görünür ve kesin olan tek şey, Rahim’in bir “tutuklu” olduğudur. Nitekim aynı mekândaki bir sahnede, Rahim bu camlardan birinin arkasına kilitlenerek “hapsedilir.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Sosyal medya demişken, geçenlerde sosyal medyada “Türk romanının Türkiye’den başka anlatacak bir şeyi yok” cümlesi üzerinden dönen tartışmaya da iyi bir yanıt bu film. Görünen o ki, İran sinemasının da İran’dan başka anlatacak bir şeyi yok. Ama İran toplumu üzerinden evrensel bir film ortaya koymuş Farhadi.</p><p><br /></p><p>NOT: Bu yazı ilk olarak 20 Ocak 2022'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-81880157750668139752022-01-31T20:18:00.003+03:002023-06-22T14:36:52.260+03:002021 Edebiyat Soruşturması<p><br /></p><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEh0xapW6MvaJuPkJEBnyrr7TBqmyCkbZ_93xUHAeyzA0T5mvI9_bmh-v8ephxzSl7Mi7WFWYYnFJxQUUdu4Sb7QAzHcd35Qs8K6EtniQUK1Kew2e17Aoues_jvJCO6wmo3zYCmW_reLpOxbWFGN9zYiYCZgnDqRZx_IbSiIuMv6b0q2mMqKyu0Mwj68=s400" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="256" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEh0xapW6MvaJuPkJEBnyrr7TBqmyCkbZ_93xUHAeyzA0T5mvI9_bmh-v8ephxzSl7Mi7WFWYYnFJxQUUdu4Sb7QAzHcd35Qs8K6EtniQUK1Kew2e17Aoues_jvJCO6wmo3zYCmW_reLpOxbWFGN9zYiYCZgnDqRZx_IbSiIuMv6b0q2mMqKyu0Mwj68=w128-h200" width="128" /> </a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhPyKLw-y6uJBtacQjhu_Q-qwPd8c5H5KJjtWW5aizgtvPRKsHYCMU2B7uAQlsUwqMKw9Mtldbf8Wf5fYhflzSJ9uCc24KYBZDHEo3MwqlPbPK3qWsR9GXYWr52DOEufPhsiJDkPYIYpTbTJAGpmuIiiFH-paAodkKsy4JW6ornAFH-IbqWmec_vZTP=s400" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="265" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhPyKLw-y6uJBtacQjhu_Q-qwPd8c5H5KJjtWW5aizgtvPRKsHYCMU2B7uAQlsUwqMKw9Mtldbf8Wf5fYhflzSJ9uCc24KYBZDHEo3MwqlPbPK3qWsR9GXYWr52DOEufPhsiJDkPYIYpTbTJAGpmuIiiFH-paAodkKsy4JW6ornAFH-IbqWmec_vZTP=w132-h200" width="132" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgQccgmXe0dynwzxKL0EoKtg1w24hSmtqrcP-vavWGmLU3AKtBUek2v1yJ-Wi50eknwKyRQNRletL7njFbdeRBPayRgh9i6k_hmhceuKz6AEn0IY0ZIeQGA2VzfoAPiaGxDAUpAMvJM4cI89LHetMsJPM66MyjUfWUkVntO05Q0qFqd4tNexM483VZW=s400" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="276" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgQccgmXe0dynwzxKL0EoKtg1w24hSmtqrcP-vavWGmLU3AKtBUek2v1yJ-Wi50eknwKyRQNRletL7njFbdeRBPayRgh9i6k_hmhceuKz6AEn0IY0ZIeQGA2VzfoAPiaGxDAUpAMvJM4cI89LHetMsJPM66MyjUfWUkVntO05Q0qFqd4tNexM483VZW=w138-h200" width="138" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhwsjxG-jIZf7H3r1VV7KrFH47VHx44J6EVY6uWUQ6yCmMDKk3t7MhA64SpnzdIzhB9RwgDMIhHvdQkqHROxOjisagE9msh0WeU4aBuhPtc4ifpNGAHVweufko1sBZgQb8xy4_LRU4s8ijTqGnc9PFxhZf6YjLvK2grafnl5BIHSToEAjkpZkVTEgOo=s400" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="285" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhwsjxG-jIZf7H3r1VV7KrFH47VHx44J6EVY6uWUQ6yCmMDKk3t7MhA64SpnzdIzhB9RwgDMIhHvdQkqHROxOjisagE9msh0WeU4aBuhPtc4ifpNGAHVweufko1sBZgQb8xy4_LRU4s8ijTqGnc9PFxhZf6YjLvK2grafnl5BIHSToEAjkpZkVTEgOo=w142-h200" width="142" /> </a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgsErxu98fvbYX697HN8AB-2_ApAEox2ZxrGnpJ-Sd5swf129fEoJx1XGCb-qnnfbA-Qs8-xWtxPixVL5mnPEtSN9dxD0Zh5hliEt8vglqHah2BQtDb6e7wvUEMnpJYcl1UO2OxTm5uv22RW5twX8zwiFcRjft4XkH9WoG700L85Mtr7BY1kU3N3cJV=s400" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="275" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgsErxu98fvbYX697HN8AB-2_ApAEox2ZxrGnpJ-Sd5swf129fEoJx1XGCb-qnnfbA-Qs8-xWtxPixVL5mnPEtSN9dxD0Zh5hliEt8vglqHah2BQtDb6e7wvUEMnpJYcl1UO2OxTm5uv22RW5twX8zwiFcRjft4XkH9WoG700L85Mtr7BY1kU3N3cJV=w138-h200" width="138" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgYaJ_cdrqhmYo0SOCCHP9wewqRwpLpnmbUs6hhG2unNTcM_msIjMpI-fWlAAmfQ9Ib_07tFcHuTapmIqwf7JWQSUQfglR-SejgJl61v50VyDtidiMpBdCkj4kuqqDb88tHVPASRtBj-iTGcAP0bQ-as2IHiXeIrZqjxVTl8JcBMwmAlPmw4H3C6M0Q=s600" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="423" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgYaJ_cdrqhmYo0SOCCHP9wewqRwpLpnmbUs6hhG2unNTcM_msIjMpI-fWlAAmfQ9Ib_07tFcHuTapmIqwf7JWQSUQfglR-SejgJl61v50VyDtidiMpBdCkj4kuqqDb88tHVPASRtBj-iTGcAP0bQ-as2IHiXeIrZqjxVTl8JcBMwmAlPmw4H3C6M0Q=w141-h200" width="141" /></a></div></div><br /><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">2021’de yayımlanan ama hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları (telif ya da çeviri, kurmaca ya da kurgudışı), beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">2021 yeni çıkan yerli kurmaca eserlere ağırlık verdiğim bir sene oldu. Bazı kitapları yarısına bile gelemeden bırakacak kadar beğenmezken, bazılarına ise daha ilk sayfalarından kapıldım. Daha çok okurla buluşmasını arzu ettiğim kitaplardan kısaca bahsetmek isterim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">(Sıralamayı okuma tarihlerime göre yaptım.)</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Öykü</strong></p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Ormandan Gece Gelen</em>, Özgür Çırak, NotaBene Yayınları</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Kadın ile erkek, hayvan ile insan üzerinden “öteki”ye bakışla bir empati talebi, birlik çağrısı olarak okunabilecek bu karanlık ve alegorik uzun öykü, gerçek ile fantastiği bir araya getiriyor. Bunu yaparken, ne anlattığı ile nasıl anlattığı arasında sağlam bir köprü kuruyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Karsambaç</em>, Zafer Doruk, Sel Yayıncılık</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Çocuk olsun ihtiyar olsun, farklı karakterlerin bakış açılarını içe dokunan bir samimiyetle ve görsel açıdan güçlü bir zarafetle aktaran bu öyküler, yazarın insanı ne kadar iyi tanıdığını gösteriyor. Önceki kitabında olduğu gibi, sadece insana değil hayvana da kucak açarken, okuru kuş imgesinin peşine takıyor ve okura Adana yollarını arşınlatıyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kara Kaplı</em>, Semra Bülgin, Sel Yayıncılık</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Ağırlıklı olarak, içeriden ve tarafsız bir bakışla ters köşe yapan kadın öykülerinden oluşan kitap, bazı feminist söylemlere mesafe alarak, alışılageldik kadın öykülerinden farklı bir yerde konumlanıyor. Kadın psikolojisini farklı açılardan verebildiğinden; ev, aile ve çevre ekseninde kurduğu çatışmalarda mahir bir kalem kendisini gösteriyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Geçecek Zaman</em>, Mustafa Çevikdoğan, Can Yayınları</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Hem olay hem durum öykülerini aynı potada eriten kitap, açılışı ve kapanışı duygu yoğun öykülerle yaparken, üzerine iyi çalışılmış daha kurgu ağırlıklı öykülerle de kitabın altın vuruşunu yapıyor. İskeletini kaslarla güzelce doldurduğu kurgu odaklı öykülerde bütünlüğü ise gizem unsurunun yerinde kullanımı sağlıyor.</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Roman</strong></p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Ay Işığı</em>, Akın Aksu, Doğan Kitap</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yalın diline rağmen, ay ışığı ve kar beyazı ile gecenin karanlığı arasındaki zıtlık üzerinden imgesel ve metaforik bir dünyanın kapısını aralayan roman, yolda yani hareket halinde olmayı, eyleme geçmeyi ve bu sayede içsel dönüşümü kutsuyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Noktalar</em>, Ayhan Koç, E-Kitap</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Önceki kitapları okurlarınca beğenilmiş bir yazarın, önceden başka yerde yayımlanmamış bir eserini ücretsiz e-kitap olarak sunması tek başına takdir edilesiyken, ne hikmetse bu novella yeterince ses getirmedi. Üstelik eser, ülkemizdeki edebiyat dünyasından sözünü esirgemeyen, cesur içeriğiyle tartışma konusu olabilecekken. Umarım yazar kitabı tekrar paylaşıma açar ve bu kez okurları bunun kıymetini bilir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kadastrocu</em>, Tayfun Pirselimoğlu, İletişim Yayıncılık</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Kafka’nın <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Dava</em>’sı tadındaki kara mizah ürünü bu absürt romanda, olan biten hakkında hiçbir fikri olmayan Cemal K.’dan herkes sorunu çözmesini bekleyedursun, bir mola yerinde adeta sirkten çıkmış surette kişilerle başlayan gizemler silsilesi daha kaotik bir hâle bürünürken, Cemal K. kendisini bürokrasinin ve hatta derin devletin ortasında buluyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Size göre 2021 yılının önemli edebiyat olayları nelerdi?</strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Dikkate değer bir edebiyat olayına denk gelmedim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?</strong></p><p><span style="background-color: #f1f1f1; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; text-align: justify;">Geçen seneki soruşturmada bazı sıkıntılara değinmeye çalışmıştım. Ne yazık ki bunlar halen güncelliğini koruyor (bkz.</span><span style="background-color: #f1f1f1; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; text-align: justify;"> </span><a href="https://parsomenedebiyat.com/2020/12/24/2020-edebiyat-sorusturmasi-oyku-gizem-gokgul/" rel="noreferrer noopener" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; outline: none; text-align: justify; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;" target="_blank">Parşömen 2020 Edebiyat Soruşturması</a><span style="background-color: #f1f1f1; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; text-align: justify;">). Ekonominin bu sene iyice bozulmasıyla birlikte, “Belli başlı kitaplar dışında kitap basılabilecek mi?” sorusu da gündeme geldi. Eklemek istediğim başka bir sıkıntıysa, editörlük konusunda. Okuduğum bazı kitaplar, hiç editör eli değmemiş gibi. Yazarın kendi eserine dışarıdan bakması zor olabilir ama sayısı azımsanmayacak kadar çok kitapta, bir editörden geçse fark edilip düzeltilebilecek noktalar gözüme çarptı. Ya bu kitaplara editörlük yapılmıyor ya da baştan savma veya yetkin olmayan kişilerce yapılıyor olsa gerek. Elbette, sektördeki zor koşullarda işini hakkıyla yapan editörleri tenzih ederim.</span> bahsettim. </p><p><br /></p><p>NOT: Bu yazı ilk olarak 28 Aralık 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-41434587192140509122022-01-31T20:00:00.008+03:002023-10-15T17:08:21.251+03:00“Sonbahar” Filmine Mekân Ağırlıklı Bir Çözümleme Denemesi<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgoZeJHwOtdUek_0d5F3MeTEx8r7Ajn2XjPhb1g-J2iFaJeHmnm2-7pmJaIYMr9ZdJEGDRv579H1YHKpG50kiaQT63zfHJoH2KgDeTZI_0LDQPusyxfUVeUv9-uMYSQBI510VyFKnmE7rr-Dsl2g8YiuYg9bbXQKBRN0oUh1wVZxxvu4tvDTkz949hO=s1200" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="800" height="437" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgoZeJHwOtdUek_0d5F3MeTEx8r7Ajn2XjPhb1g-J2iFaJeHmnm2-7pmJaIYMr9ZdJEGDRv579H1YHKpG50kiaQT63zfHJoH2KgDeTZI_0LDQPusyxfUVeUv9-uMYSQBI510VyFKnmE7rr-Dsl2g8YiuYg9bbXQKBRN0oUh1wVZxxvu4tvDTkz949hO=w291-h437" width="291" /></a></div><br /><p></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Özcan Alper’in 2008 yapımı filmi <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sonbahar</em>’da, üniversitede çalışırken siyasi nedenlerle cezaevine giren Yusuf, sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilir ve Doğu Karadeniz’de Hemşin’deki evine, annesine yanına hasta bir şekilde döner. Karadeniz’in nefes kesen doğasının sunduğu engin manzaraları bile filmi tek başına etkileyici kılar. Oysa filmin “sonbahar” metaforu ile mekân ve kamera kullanımına bakıldığında anlatılmak istenen hiç de “ferah” değildir; hatta aksidir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yusuf köyüne döndüğü zaman sonbaharın başı gibidir; yapraklar tek tük dökülmüştür. Benzer bir şekilde Yusuf da, hasta olsa da, kendi işini kendisi görebilecek kadar sağlıklıdır. Sonbahar ilerleyip yüzünü kışa çevirdikçe Yusuf’un sağlığı kötüye gider. Dökülen yapraklar manzaraya daha çok hâkim olmuştur. Karanlık odasındaki saatin sesi de kulağa çalınmaktadır; vaktinin dolmak üzere olduğunu gösterircesine.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yusuf, iç mekânlarda duramaz. Hava soğuk olmasına rağmen uyumak için bile odası yerine evin önündeki sediri tercih eder ve açık havada uyur. Çünkü iç mekânlar ona cezaevi günlerini, hücredeki sıkışmışlığını hatırlatarak onu nefessiz bırakmaktadır. Nitekim film boyunca cezaevinde F Tipi hücrelere ve “Hayata Dönüş Operasyonu”na ait görüntüler ve seslerle Yusuf’un kâbusları izleyiciye de gösterilir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Bakanda sonsuz bir özgürlük duygusu uyandıran türden dağ manzarası bile bu sıkışmışlık duygusunun hakkından ne kadar gelmektedir? Yusuf’un arkadaşı Mikail, “belki de çoğu izleyende keşke orada olsak, orada yaşasak” hissi uyandırabilecek bir görüntü sunan kasaba için şöyle der: “Bakma, bura da başka türlü bir hapishane.” Sadece cezaevine girenlerin değil, “daha adil bir dünya” fikriyle yola çıkanların, sosyalizme inananların yaşadığı hayal kırıklığının yüzlerine çarptığı sert gerçekliğin içindeki sıkışmışlıklarını da imleyen bir hapishane söz konusudur artık. Nitekim Yusuf’un Gürcü kız arkadaşı Eka da, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte işsiz kalıp memleketinden, annesinden ve çocuğundan koparak Türkiye’de bir pavyonda konsomatristlik yapmak zorunda kalmasıyla, başka türlü bir hapistedir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Dış mekânda geniş planla verilen uçsuz bucaksız manzaralar ile iç mekân kadrajları kontrast oluşturur. Bu kontrastın, özgürlük ile tutsaklık ilişkisinin verilmesi için kullanıldığı söylenebilir. Dış mekânlar özgürlüğün, iç mekânlarsa tutsaklığın metaforudur. İç mekânda çoğu plan; odanın dışından, kapının çerçevesinden gösterilir. İç mekân başka bir şeyle kuşatıldığından özgürlük hissini tamamen yok eder gibidir. İç mekândan, dışarısı da çerçeve içinde gösterilir. Örneğin, Yusuf’un karanlık odasındaki pencereden görünen nefis doğa manzarası gerçek değil de sadece bir resim gibidir; başka bir âlemdir, uzak bir âlem. Benzer bir şekilde, Yusuf dışarıda otururken de, kamera onu kapı aralığından gösterir. O zaman Yusuf da bir resmin parçası olur; gerçekliğe değil hayale aittir. Yusuf’un özgürlüğü bir hayaldir; Yusuf, özgürlüğün uzağındadır. Pencere, iç ile dış mekânlar arasında yer almasıyla Yusuf’un arada kalmışlığını simgeler. Yusuf araftadır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Pencere imgesi Eka için de benzer bir gönderme niteliğindedir. Eka kaldığı otelin penceresinden dışarıdaki denize dalgın dalgın bakar. Çocuğuna kavuşması ile para kazanması ve Yusuf’la birlikte olması aynı anda gerçekleşmesi imkânsız bir hayal olduğundan, o baktığı deniz de ulaşamayacağı bir hayali simgeler.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yusuf’un, çok hasta olmasına ve haliyle eskisi gibi hareket edebilecek güçte olmamasına rağmen, yaylaya çıkmak istemesiyse özgürlüğe ulaşmak için son bir çaba olarak okunabilir. Bir direniştir verdiği, kendi bedenine karşı son bir direniş; son bir mücadele alanı, son bir umut. Ne yazık ki başaramaz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sonbahar</em>’daki bir diğer imge de “iskele”dir. Yusuf hapishaneden çıktığında çok hasta olduğunu bilmektedir, bir anlamda ölüme hazırdır, bir umudu veya beklentisi yok gibidir artık hayattan. Yusuf’un bu ruh haliyle iskeleye gittiği sahnelerde deniz sakindir. Ne var ki, Eka’yla tanıştıktan sonra, yaşama isteği ve umudu geri gelir. Eka’yla gitme hayali kurar ve hatta bunun için pasaport alır. Ama onunla gitmeyi başaramayan Yusuf iskeleye gittiğinde deniz hırçındır; dev dalgaları iskeleye çarpan deniz adeta sinirlidir, tıpkı Yusuf gibi. İskele, Yusuf’un değişen duygu durumunu imler.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sonbahar</em>’ı güçlü bir politik film yapan; 90’lar Türkiye’sinin bir gerçeği olan sert bir konuyu acıları göze sokmadan imgelerle verme yoluna giden sade bir film olmasıdır. Bedenlerin F Tipi hücreye, insanlık dışı bir “mekân”a sıkıştırılmaya çalışıldığı bir döneme ait tanıklık olarak okunabilecek filmin anlatımını iç mekân-dış mekân üzerine kurması oldukça yerinde bir seçim. Yusuf’un cezaevi günlerinin gerçek görüntülerle verilmesi ise filme belgesel niteliği de kazandırır. Kurmaca ile belgesel arasındaki sınırları kaldıran bu tercih, filmin sinematik akışını bozuyor gibi görünse de, bir “gerçek”ten yola çıktığını izleyiciye hatırlatarak izleyiciyi sarsar.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yusuf’un travmasını katmerleyen, sıkışmışlık hissini çoğaltan başka bir “dışarı” daha vardır: Başkaları. Kasabadaki çoğunluk için o bir “anarşik”tir; ne neyi niçin yaşadığını ne de geçirdiği travmayı ve hayal kırıklığını anlarlar. Herkes içinde yalnız, hayaliyse artık uzak. Ciğerleri giderek kötüleşen Yusuf’u iyice nefessiz bırakır bu durum. Mikal’in arabasını alıp kaçması ve uçurumda avazı çıktığı kadar bağırması bundandır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Sessizlik de neredeyse filmin gizli karakteri gibidir; (artık) sesi çıkmayanların, susturulanların metaforudur. Ses (söz) ise tam tersi konumdadır. Nitekim film, bir sesle açılır; cezaevinde askeri harekâtı başlatan anonsla:</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;">“Dikkat dikkat. İnsan hayatı en değerli varlıktır. Kendinizi düşünmüyorsanız sizi merak ve kaygıyla bekleyen sevdiklerinizi, ana babanızı ve kardeşlerinizi düşünün. En sevdiğiniz arkadaşlarınızı ölüme atarak hiçbir şey kazanamazsınız. Tamamen insani amaçlarla planlanan bu müdahalede hiçbirinize zarar gelmesini istemiyoruz. Bize direnmeden teslim olduğunuz takdirde hasta, yaralı ve ölüm orucunda olanlar derhal hastaneye nakledilecek, diğerleri de F Tipi cezaevlerine nakledilerek, bayramı ailelerinizle görüşerek geçireceksiniz. Her şeye rağmen yaşamak güzeldir.”</p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Filmde duyulan ilk ses, iktidara aittir. Ses, teslimiyet isteyendir. Ses, ezici ve yıkıcıdır. Ses, bir yalanın dile getirilişidir. Anonstaki ses mekanik ve ruhsuzdur ama insanilikten bahseder. Ve film bir ağıtla kapanır. Ağıt, ses ile sessizlik arasında konumlandırılmıştır. Ağıt, sözle ifade edilemeyen acıların dışavurumudur. Bastırılan ve yok sayılanların yani sessizliğin dışavurumudur bir anlamda. Çünkü yas tutmazsak, hatırlamazsak ve bunları paylaşmazsak iyileşemeyiz. Ne birey olarak ne toplum olarak.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yine de, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sonbahar</em>, kaybedilmiş bir mücadelenin tanıklığı şeklinde bir okuma yapılmamasını salık verir gibidir. Filmde Eka ve Yusuf, her ikisi de kendi odasında tek başına, Anton Çehov’un oyunundan uyarlanan <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Vanya Dayı</em> filmini izlemektedir. Oradaki replik dikkat çekicidir:</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;">“Acı verse de, çile çekilse de yaşanılacaktır; uzun günler, boğucu akşamlar olsa da çalışılacaktır; insanlar için emek verilecektir ve ölüm sakince beklenecektir.”</p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Bu sahne, tıpkı Yusuf gibi, emek veren ve bilinçli tercihler yapan kişilerin hayatlarının her daim değerli olduğunu vurgular.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Nitekim filmde incecik de olsa bir umut vardır; hayal tamamen kendisini feshetmemiştir. Yusuf, matematik dersi zayıf olan Onur’a matematik çalışmasında yardımcı olacak ve dersini düzeltirse, babasının söz verip de Onur’a almadığı bisikleti ona alacaktır. Hem Yusuf hem Onur bir hayale tutunur böylece.</p><p><br /></p><p>NOT: Bu yazı ilk olarak 3 Aralık 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-3030951636118457022021-11-23T21:27:00.002+03:002023-06-22T14:39:12.714+03:00Danis Tanović Söyleşisinden Notlar<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcmbB9YT9nIYlwNCTRWN-QTzpj8nHZFLq7ea4Qf-M2gotKbusuVrVr2sxV_QDjpb4VQFx_uA_kqbbl__mNCnb-Z8iPGI9jTAxlVnz8R9pTJ34IBmzkMwjMjwY1wRgLtwYVCzBy48_YCI4/s1080/danis2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="718" data-original-width="1080" height="272" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcmbB9YT9nIYlwNCTRWN-QTzpj8nHZFLq7ea4Qf-M2gotKbusuVrVr2sxV_QDjpb4VQFx_uA_kqbbl__mNCnb-Z8iPGI9jTAxlVnz8R9pTJ34IBmzkMwjMjwY1wRgLtwYVCzBy48_YCI4/w409-h272/danis2.jpg" width="409" /></a></div><br /><p></p><p>Bu sene dokuzuncu kez düzenlenen Boğaziçi Film Festivali kapsamında, 24 Ekim 2021’de Atlas Sineması’nda Danis Tanović ile masterclass etkinliği gerçekleştirildi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Bosnalı yönetmen Danis Tanović, çektiği ilk uzun metraj filmi <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tarafsız Bölge</em> (No Man’s Land, 2001) ile En İyi Yabancı Film Oscar’ı ve Cannes Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü gibi birçok ödül alarak adını dünya çapında duyurmuştu. Bosna Savaşı’nı konu edinen bu savaş karşıtı filmin ardından <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Güzel Bir Hayat Düşlerken</em> (Cirkus Columbia, 2010), <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bir Hurdacının Hayatı</em> (Episode in the Life of an Iron Picker, 2013), <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tigers</em> (2014), <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Saraybosna’da Ölüm</em> (Death in Sarajevo, 2016) ve <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Komşuluk Halleri</em> (Not So Friendly Neighborhood Affair, 2021) gibi farklı tarzlarda filmlere imza attı.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Danis Tanović’in sinema deneyimini aktardığı bu etkinlikten önemli bulduğum bazı noktaları derlemeye çalıştım.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Savaşı yaşayan kimsenin savaşı destekleyen bir film çekemeyeceğini söyleyen Tanović’e göre, savaş filmi çekmenin tek yolu, savaş karşıtı bir film yapmak. Her şey savaştan iyidir diyor ve ekliyor: “Savaşın kazananı yoktur, herkes kaybeder.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Film çekmeye art arda yedi kötü film izledikten sonra karar vermiş. Ve belgeseli, kurmacadan daha ilginç buluyormuş. Film çekerken filmlerden çok kitaplardan ilham alıyormuş. Bunun nedeni ise okuma sürecinin, eserin üzerine düşünmeye daha fazla alan/zaman tanıması. Kendi tarzından bağımsız olarak, her şeyden, her türden eserden ilham alabiliyormuş. Örneğin, Hayao Miyazaki’nin <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Yürüyen Şato</em> (Howl’s Moving Castle, 2004) adlı animasyon filmi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Kendisini nasıl tanımladığıyla ilgili bir soruya cevaben; Bosnalı mı, sadece bir yönetmen mi, batılı mı doğulu mu olduğumu düşünmem, sadece hikâyeye bakarım diyerek ekliyor: “Anahtar, yazmaktır; form, hikâyeye göre değişir. Örneğin, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tarafsız Bölge</em> ile <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bir Hurdacının Hayatı </em>birbirinden çok farklıdır. İlk cümleyi yazdıktan sonra diğer cümleler, hikâyeyi oluşturacak şekilde o ilk cümleye hizmet eder. İnsanlara soru sorduran filmleri seviyorum: Bitmemiş, izleyicide bitecek filmler.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Sonraki filmlerinin ilk filmi <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tarafsız Bölge</em>’nin başarısını yakalayamayacağına dair bir endişesi olup olmadığıyla ilgili soruyu ise şu minvalde yanıtlıyor: “Sinemayı bir yarışma/rekabet olarak görmüyorum. Sadece film yapmayı, hikâye anlatmayı seviyorum. İlk filmimin başarısını yakalayamazsam diye endişelenmedim. Ayrıca, Alfred Hitchcock harika bir yönetmen ama hiç Oscar almadı.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Tanović, yapacağı tüm filmlerin harika olmayacağını bildiğini aktarıyor ve önemli olanın, hikâyesini elinden gelen en iyi şekilde anlatmak olduğunu ve sürekli öğrenerek kendisini geliştirmeye inandığını belirtiyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Süre nedeniyle en çok sınırlama ve baskıya maruz kalan sanat dalının sinema olduğuyla ilgili bir yoruma istinaden, Nuri Bilge Ceylan’ın bazı filmlerinin uzunluğuna gönderme yaparak şakayla karışık şöyle yanıt veriyor: “Nuri bence dizi çeksin.” (Bu arada <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Uzak</em> festivalde gösterildiğinde kendisi jürideymiş ve filmi çok beğenmiş). Tanović’e göre, dağıtımcı bulmak isteyen herkes, süreyle ilgili kurala uymak zorunda. Futbolun da 90 dakika olduğunu örnek vererek, bu konuda yapacak bir şeyin olmadığını söylüyor. Ama 8 saat süren uzun filmleri yadırgamadığını ve isteyenlerin DVD için daha uzun bir sürüm yapabileceğini de ekliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Festivallerde çok baskı olduğunu ama kendisinin artık ödülleri pek umursamadığını ifade ediyor. Bunun için mücadele etmem diyor. Tek isteği, izleyicilere ulaşmakmış. Ödül elbette umurumda ama çok bir anlam taşımıyor diye ekliyor. Sırf yönetmeni, ünlü kişileri tanıdığı için festivallerde kötü filmlere yer verildiğinden dem vuruyor. Ardından, şu rahatsızlığını da dile getiriyor: “İnsanlar filmine yatırım yaptıysa ve filmin festivale çağrılmazsa, yatırım yapan kişiler film iyi değilmiş demek ki şeklinde düşünebiliyorlar.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Savaş sırasında cebinde beş para yokken çekim yaptığını aktaran yönetmenin, film yapmak isteyenlere tavsiyesi şu: “Sadece çalışın, başarısız olmaktan korkmayın. İyi bir hikâyen varsa cep telefonuyla bile film çekebilirsin. Ben kameramı aldım ve ne gördüysem çektim. Her gün sürekli olarak bir şeyler çektim.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Yönetmene göre, Netflix gibi platformlar sinemayı öldüremez, çünkü sinema bir deneyimdir. Belirli türden filmleri hep sinemada izlemeyi tercih ediyormuş. Zaten Netflix’in de sinema filmi çekmek istediğini ekliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Bir katılımcının, motivasyonunuz öfke mi sorusuna olumlu yanıt veriyor. Son filmi <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Komşuluk Halleri</em> dışında tüm filmlerinde motivasyonunun öfke olduğunu teyit ederek ekliyor: “Birileri öfkeden orayı burayı parçalıyor, bense film çekiyorum. Bir konuda öfkelisin, hikâye bu duyguyla başlıyor ve hikâyeyi yazdığım sürece bu duygu canlı kalıyor. Ama bir hikâyeyi anlatmanın birçok yolu vardır. Aynı hikâyeden dört farklı yönetmen dört farklı film çıkarır. Önemli olan, bakış açısıdır; hikâyeyi yönetmenin nasıl sunduğudur.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Sinemaya, yereli gözlemleyip evrensele yedirmek şeklinde yaklaşıyor. Bir gözlemci olarak da, halkının savaş travmasından kurtulmadığına, travmayı halen herkesin yaşadığına ama bunu inkâr ettiğine inanıyor. Ve travmadan mustarip halkı için “functional zombies” diyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Bir keresinde anası-babası ölmüş, engelli bir çocuğu filme çekmiş. Onu filme çekerken hiçbir şey hissetmemiş, sadece film çekmeye odaklanmış. Ama şimdi o çektiği sahneleri ağlamadan izleyemiyormuş. (Yönetmen bundan bahsederken bile biraz fena olup duygusallaştı, sesi değişti.)</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Film eleştirilerine inanmıyormuş. Artık herkes gazeteci, herkes yazıyor diyor. Eski tip nitelikli eleştirinin azalmasından şikâyetçi. Ağzı olan konuşuyor ve bunları okumak zaman kaybı diye ekliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;"># </strong>Her oyuncunun farklı olduğunu ve oyuncuyla çalışma şeklinin buna göre değiştiğini söylüyor. İyi davrandığı oyuncular da varmış, tehdit edip söverek hareket etmek zorunda kaldığı oyuncular da. Şakayla karışık ekliyor: “Aktörleri dövün demiyorum. Ama pislik gibi davranan bir oyuncuyla çalışırken, ancak <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">bak senin kafanı duvara çarparım</em> dediğimde, ondan oyun alabildim. İyi bir aktörse istediğimi veriyor, hatta kendinden de bir şeyler ekliyor ve daha da iyi bir oyun ortaya çıkıyor. Yönetmen, aktörün bir şeyler eklemesine açık olmalı. Zaten iyi aktör, metni anlayıp derinliğine ulaşabilendir.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">NOT: Bu yazı ilk olarak 8 Kasım 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p><p><br /></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-54138990488079605602021-11-12T20:49:00.001+03:002022-04-26T15:08:42.409+03:00Tayfun Pirselimoğlu'ndan "Kadastrocu" üzerine iki çift lakırtı<div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></div><div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHz-QpO1LyUXhc-xpJgxAZeCHznAfVdp9onXcVjoHdKyp9YLm_y9wZteEDboTRyEONh-30rr7Kej_NigSb87nvAQyafUXlZUWdVvXcfYZ6T7Nijvy6OLOINARTDDotK88A9TFTH6is8Ss/s1080/tayfun.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="848" data-original-width="1080" height="302" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHz-QpO1LyUXhc-xpJgxAZeCHznAfVdp9onXcVjoHdKyp9YLm_y9wZteEDboTRyEONh-30rr7Kej_NigSb87nvAQyafUXlZUWdVvXcfYZ6T7Nijvy6OLOINARTDDotK88A9TFTH6is8Ss/w385-h302/tayfun.jpg" width="385" /></a></div><br /><div><br /></div><div>Tayfun Pirselimoğlu'nun Ağustos'ta çıkan romanı Kadastrocu, adının da işaret ettiği üzere, oldukça Kafkaesk. Cemal Kara bir tür Josef K. Evden işe, işten eve sıkıcı ve renksiz bir hayat yaşayan, insanlarla pek muhatap olmayan sıradan bir memurdur Cemal K. Bir gün kendisine şehir dışında Karaköprü diye bir yerde bir görev verilir.</div><div><br /></div><div>Olan biten hakkında hiçbir fikri yokken, herkes ondan sorunu çözmesini bekler. Bir mola yerinde adeta sirkten çıkmış surette insanlarla başlayan gizemler silsilesi, daha da karmaşık ve kaotik bir hâl alır. Ve kendisini bürokrasinin ve hatta derin devletin ortasında bulur.</div><div><br /></div><div>Cemal Kara, esrarengiz bir olayın pençesinden kurtulmaya çalıştıkça iyice batağa saplanır. Roman ilerledikçe, bürokratik kişiler ve onların maşalarının sayısı giderek artarak, onu dört bir yandan sarıp sarmalar. Ancak o ne olan bitenden kaçabilir, ne de olan biteni anlamlandırabilir.</div><div><br /></div><div>Kara mizah ürünü bu absürt hikâyede her an her şey olabilir. Mesela karşınıza bir gergedan çıkabilir. Bu gergedan "öteki"nin harika bir temsili olarak okunabilir. Cemal Kara ise sanki ortamdaki en yetkili isimmişçesine karar mercii muamelesi görür ama aslında kendisine biçilen bu müphem rolle özgürlüğü elinden alınmıştır.</div><div><br /></div><div>Daha ziyade yönetmenliğiyle tanıdığım Tayfun Pirselimoğlu'nun, betimlemelerle kendisini gösteren nefis diliyle –o nasıl bir mola yeri tasviridir, gram eksiği yok– yarattığı atmosfer, tüm karanlığı ve tekinsizliği hissettirir. Bir yerden sonra artık sünüyor gibi duran betimlemeler ile sonu gelmeyecekmişçesine eklenegelen karakterler aslında Cemal Kara'nın hissettiği boğuculuğu okura geçirmeye yarar.</div><div><br /></div></div>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-88994936007181510462021-11-04T01:32:00.005+03:002023-10-15T17:08:55.372+03:00Rastgele Kadraj: “Çoğunluk” Üzerine Bir Sohbet<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHbDKAnnDTK60T6AKkIFhG1cHAkRZQN7BdyOG1slzKyQwcHyKXHQ4hbeAipLOyUadR7K9TZI9liFhE5z_mJyDgZnYMJu0rQZTO_BHTU3rj0jYKVGnUoAkinXzkPMT_2DIJ4qgpM2JNKME/s503/xz.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="503" data-original-width="377" height="381" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHbDKAnnDTK60T6AKkIFhG1cHAkRZQN7BdyOG1slzKyQwcHyKXHQ4hbeAipLOyUadR7K9TZI9liFhE5z_mJyDgZnYMJu0rQZTO_BHTU3rj0jYKVGnUoAkinXzkPMT_2DIJ4qgpM2JNKME/w286-h381/xz.jpg" width="286" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Seren Yüce'nin <i>Çoğunluk</i> filmi üzerine Deniz Kıral'la sohbet ettik. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Evet, bugünkü kadrajda senin seçtiğin ve iyi ki de seçtiğin bir film var: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Çoğunluk</em>. Ev sahibi sensin, senin için de uygunsa sen başla.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Film, bir baba-oğul ilişkisini odağında tutarak bir aileden yola çıktığından, genel resimle şunu çiziyor bence: Aile kurumu, devletin ideolojik aygıtlarından biri. Mevzubahis aile de toplumdaki egemen aile anlayışına uygun. Yani, egemen değerleri özümsemiş, bu düzenle bir dertleri yok, aksine düzenle uyum içinde. Türk-Kürt meselesi, milliyetçilik, askerlik, vatan-millet sevgisi, din, erkeklik, muhafazakârlık, sınıf ayrımı, şiddet gibi özünde birbiriyle iç içe olan öğeler, filmin çoğu karesine hâkim. Bu öğelerin filmde sürekli verilmesi, toplumda da sürekli üretilmesi gibi okunabilir. Bu, düzenin devamlılığı için şart çünkü. Milliyetçiliğe ayrıca rüşvet, adam kayırmacılık, kamusal alanların ranta açılması gibi öğeler eşlik ediyor. Bu da milliyetçilik ile sermaye düzeninin arasındaki bağı gösteriyor. Mertkan’ın babasıysa bütün bu öğeleri karakterinde barındırıyor. İktidarı temsil eden Baba figürü aslında Devlet figürü olduğuna göre, devlet bütün bu öğeleri kendisinde barındırıyor. Buna uygun olarak, babanın, AKP döneminde büyüyen inşaat sektöründen bir müteahhit olması da anlamlı.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> “Baba” figürü burada çok belirgin, sana katılıyorum. Filmi izledikten sonra, bir arkadaşımla vaktiyle yaptığım bir konuşma aklıma gelmişti benim de… Üniversitedeki hocalarından biri, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Karamazov Kardeşler</em>’i tek cümleyle özetlemelerini istemiş ve çeşitli yorumlar almış. Ardından, en azından kendince, kitabın fikrini özetlemiş: “Sev, yoksa boşa yaşarsın.” Arkadaşım, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">The Tree of Life</em> ile ilgili de aynı özeti yapmıştı. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Çoğunluk</em>’a bağlayayım. Senin de dediğin gibi, “baba” karakteri çok baskın; filmi her iki izleyişimde de bu anekdot düştü aklıma: Bu filmi en yalın haliyle özetle Deniz. Benim verdiğim yanıt şöyle oldu: “Pencere Önü Bonzaisi”. Açıkçası, ikinci izleyişimde bu kanaatim daha da güçlendi: “Pencere Önü Bonzaisi”. Neyi kastettiğimi kısaca açıklayayım: Mertkan (Mert’ciğim değil, Mertkan!) tam bir pencere önü bonzaisi görünümü çizer film boyu: Atarlanır, ona buna laf sokar; mamafih “Höt” dendiği anda siner, pısar. Hayatı boyunca bir sorumluluk almamıştır, bütün sorunlar bir şekilde onun adına çözülmüştür. Bu “pencere önü” kısmı. “Bonzai” ise babanın “budayıcılığından” gelir. Baba testere misali sert sözleriyle, eril tavırlarıyla Mertkan’ı budadıkça budar. Sonunda bir “ağaç” çıkar karşımıza, evet; ama bu, bodur, potansiyelini gerçekleştirememiş bir ağaçtır. Belki de potansiyelinin farkına bile varamamıştır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Ben de filmi şöyle özetlemiştim: “Bir ezen kolay yetişmiyor!” Filmde bir baba, oğluna baskı uygulayarak ona kendisi gibi bir faşist, ezen bir erkek olmayı öğretiyor. Filmin açılış sahnesinde Mertkan, kendisinden önde ilerleyen babasını gönülsüzce takip ediyor. Babasıysa oğlunu beklemeden, arada bir ‘‘Hadi oğlum’’ diyerek ilerliyor. Bu sahne ikisi arasındaki ilişkinin ipuçlarını taşıyor. Nitekim bir sonraki sahnede eve geldiklerinde temizlikçi kadın, babasının şirketinin koskoca varisine “Mert’ciğim” diyerek adeta aralarındaki sınıf farkını yok sayıyor, Mertkan’ın sınıfını düşürüyor. Babasının “Mert’ciğim değil onun adı, Mertkan’’ demesinden güç bulan Mertkan da temizlikçiyi itekliyor. Temizlikçi yer silerken, yani alt konumdayken, ayakkabıların konumundayken. Kıçına tekmeyi koyacak ayakların hizasındayken. Mertkan adeta temizlikçiyi iyice aşağıya itiyor; sen aşağıya aitsin, bana Mertciğim diyerek yukarı çıkmaya kalkma, diyor. Buradan doğru biraz sınıfsal bakışla ilgili konuşalım isterim. Çünkü erkeklik inşasında ve erkekliğin sürdürülmesinde sınıf ayrımı da büyük rol oynuyor. Senin bununla ilgili görüşün nedir?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Sınıfsal bakış konusuna katılıyorum ancak ben biraz daha “pencere önü çiçek”liği açısından bakıyorum galiba. Bunu biraz açayım. Haklısın, Mertkan “erkek” olarak büyütülür ancak genel olarak birey yetiştirme ile ilgili bir sorunun da öznesi gibidir: Belirli maddi imkânlarla büyür, bazı kapılar ona zaten ardına kadar açıktır; dolayısıyla kendinden aşağı birine tekme atmak, onun için “öylecene bir şaka”dan başka bir şey değildir. Burada erkeklik duygusundan daha baskın bir üstünlük var gibi geliyor bana. Sanki Mertkan değil bir kız çocuğu da olsa, tekme atmasa bile başka bir şey yapar; yine o kadını küçümserdi gibi geliyor. Erkin yarattığı hiyerarşik bir üstünlük duygusu hissediyorum Mertkan’da. Öte yandan, elbette şunu da kabul etmem gerekir: Tahakkümü kuran eril dildir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Kız çocuğu yerine “erkek” çocuğu seçilmesini anlamlı buluyorum aslında. Çünkü toplumda da ailede de erk sahibi olan erkek. Bu filmdeki seçim bence kız çocuğu olmazdı. Nitekim filmde kadının nasıl temsil edildiğine bir bakalım. Filmdeki anne karakteri, kocasına ve çocuğuna hizmet etmekten başka bir şey yapmayan, çocuğuyla ilgili kararlarda kocasının sözünden çıkmayan (“Baban istemiyorsa vardır bir bildiği”), eve hapsolmuş ve kendi özgürlüğü olmayan bir kadın. Hep dertli ama derdinin ne olduğunu film boyunca öğrenemiyoruz. Kadının bu düzende sesi yok. Yani, kadın yok. Mertkan’ın abisinin karısı da benzer. Gül’e bakalım ama burada kadının temsiline şerh düşeceğim. Çünkü bence filmin zayıf noktası, Van’dan İstanbul’a okumak için gelmiş Gül karakteri. Sosyoloji okuyor, kitap okumayı önemsiyor, hediye olarak Mertkan’a mimarlıkla ilgili bir kitap veriyor, ev arkadaşı dans bölümünde okuyor ama bu profilden beklenecek bir farkındalığa ve duruşa sahip değil. Odasında Yılmaz Güney’in <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Duvar </em>filminin posteri asılı ama Gül, politik bir derdi yokmuş imajı çiziyor. Daha ziyade, sınıf atlamak istediğinden zengin koca arayan bir kadın imajı çiziyor. Mertkan ile babasının temsil ettiği değerlerin karşısında konumlandırılan karakter, yani hem kadın hem Kürt hem yoksul oluşuyla “öteki”. Ama bu bağlamda temsil açısından sorunlu bence. Film, üst-orta milliyetçi-muhafazakâr sınıfı başarıyla temsil ederken, ötekinin temsilinde başarısız. Gül daha iyi bir hayat yaşamak için, okumak ile (Akmerkez’de gezen) koca bulmak arasında sıkışıp kalmış bir karakterse de, duyguları yeterince iyi işlenmemiş. Şayet yönetmen “Gül gibi kadınlar ta doğudan, ailesinden kaçarak, bir yandan çalışıp zor şartlarda okurken Mertkan gibiler de sahip olduğu fırsatların değerini bilmediği gibi bu fırsatları zar zor elde edenleri küçümsüyor ve hatta hayatlarını kötü yönde etkiliyor” demek istemişse, bu tür bir vurgu için, Gül karakterini aile baskısı ve töre klişelerine hapsederek feda etmiş bence. Erkek-kadın mevzusu açılınca konuyu biraz dallandırıp budaklandırdım ama kadına bakışla ilgili sen ne düşünüyorsun?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Gül’le ilgili noktaya kadarki eleştirine katılıyorum ancak bence Gül, Mertkan’ın eril acizliğini ortaya koyan bir karakter olarak öne çıkıyor. Bu anlamda senden farklı düşünüyorum sanırım: Evet, Mertkan’ın babası onun takıldığı “adamlar”a dikkat etmesini ister ki burada da eril dilin tahakkümünü görürüz: “Adamlar” diye kastettiği aslında Gül’dür. Öte yandan benim penceremden gördüğüm Gül, pencere önü bonzaimiz Mertkan’dan katbekat cesur bir insandır. Hayatın sertliklerini görmüş, bunlarla yüzleşmiş; onca zorluğa rağmen hayatının ve başkaca hayatların sorumluluğunu alabilmiş bir kadındır. Bu anlamda Gül’ün hem filmdeki öbür kadınlarla hem de yoğun eril dille önemli bir tezat oluşturduğu kanaatindeyim. Evet, belki Gül de olgunlaşmasını henüz tamamlamamıştır ama o, kendini bir şey sanan, içten içe onu küçümseyen Mertkan’ın olduğu yeri çoktan geçmiştir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Eril dil demişken buna bir şey ekleyeceğim. Gül’ün ev arkadaşı, filmin sonunda Mertkan’a “Kıza sahip çıkaydın, korkak ibne!” diye bağırıyor. Bir kadın, hem de dans bölümünde okuduğundan daha açık fikirli olması beklenebilecek bir kadın, “ibne” ifadesini küfür olarak seçerek iktidarın dilini, yani eril dili kullanıyor. Müslüman-Türk bir toplumda erkeklik inşasının konu edildiği bir filmde bir kadının bu dili kullanmasına yönelik tercih öylesine bir seçim değil. Ötekinin de başka ötekileri ötekileştirmesi olarak okuyorum bunu. Ayrıca, bu topluma hâkim eril dilde de kendisini gösteren, bütün tarafların aşkı ve cinsel tercihleri yok sayan sınırlayıcı bakış açısı olarak.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Buna katılıyorum, benim de dikkatimi çekmişti: Kadın da yine cinsel kimlik üzerinden bir ezme yoluna gider ki bu tercih, erkeklerin seçiminden çok da farklı değildir aslında. Ancak Gül’ün duruşunda, Mertkan’ın acizliğini ortaya çıkartan bir yan olduğu kanaatindeyim. Onu “halletmek” isteyen ailesine inat bir şeylerin peşine düşmüştür. Kendisi de aciz durumdayken başka birine kucak açmıştır… Ezcümle, Mertkan’ın oturduğu yerden ahkâm kesmesinin aksine, elini taşın altına sokan bir yanı vardır Gül’ün. Ayrıca, Mertkan’la yaşadığı cinsellikte de daha cesurdur. Duygularının arkasındadır; oysa Mertkan, hayvani güdülerinin ötesine geçemez. Mertkan sevemez; zira o duyguyu aslında hiç tanımamıştır. Belki de yine aynı yere bağlanırız: Sev, yoksa boşa yaşarsın.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Çok duygusal gördüm seni : ) Gül’ün, Mertkan’ın acizliğini ortaya çıkardığına katılıyorum. Şöyle ki: Mertkan, Gül’le ilişkisinde ilk başta babasına karşı gelmek ister gibi, ikilemdeydi; kendi seçimini yapmak ve bunun arkasında durmak, yani bir birey olmak istedi. Ama babasına karşı gelmeyi seçmedi, çünkü maddi açıdan babasına bağımlı; düşünsel açıdan ise kendisini geliştirmediğinden ve ailesi de Mertkan’ı kendisini eğitmesi, geliştirmesi için özellikle teşvik etmediğinden, tek başına ayakta durabilecek konumda değil. Alıştığı küçük konfor alanlarından da vazgeçemeyince, babasının ve babasının yolundan gitmeyi tercih eden abisinin yolundan gidiyor o da. Gül’ün, Mertkan’ın acizliğini ortaya çıkardığına katılıyorum. Bu konuyu açmak istiyorum. Mertkan, inşaatta çalışan Kürt işçilerden birini haksız yere azarlayarak, işçiye yaptığı düzgün işi bozdurup yeniden yaptırıyor. Bu güç gösterisinden sonra, iki duygunun onu ele geçirdiğini düşündüm. Birincisi, korku; alt sınıftan korkmaya başlıyor ve bu korku onu daha zorba yapıyor. Çünkü yaptığının haksızlık olduğunun farkında ve buna karşı gelişebilecek dirençten, işçinin hakkını aramasından korkuyor. Diğer duyguysa iktidarsızlık hissi. Çünkü kendisini erkek hissettiren Gül artık yok, iğdiş edilmiş hissediyor. Bu iki duygudan kurtulmak için de başka bir erkeklik, güç simgesine sarılıyor: Silah. Babasının ona silahı vermesi, bir anlamda, babasının onunla iktidarını paylaşması.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Evet, buna ben de katılıyorum. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bir Zamanlar Anadolu’da</em> filminde de yoğun olarak gördüğümüz bir motif karşımıza çıkıyor bu noktada: Mertkan, çatabildiğine çatar; oysa o da içten içe tükenip gitmiştir. Bunu rüyasında görürüz. Ona ufacık bir sevgi gösteren bir erkeğe sarılıp ağlamaya başlar. Evet, biraz duygusalım sanırım şu ara : ) Beni bu filmde en çok etkileyen, Gül’ün güçlülüğü oldu sanırım Gizem. Mertkan’ın içten içe hakir gördüğü Gül, aslında ondan katbekat güçlüdür. Çok şeyi göze almış, omuzlarına çok fazla sorumluluk yüklemiştir. Aslında Gül portresi, Mertkan’ın acizliğini daha da net ortaya koyar. Burada belki biraz Nuri Bilge Ceylan’a dönmem gerekiyor. Bir röportajında, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Venedik’te Ölüm</em>’deki asıl karakterin bile, o güzellikleri ortaya çıkartmak adına konan bir yan karakter olduğu düşünüyorum, demişti. Sanırım ben de Gül’ü böyle görüyorum: Aslında Mertkan’ı bir nevi yan karakter konumuna itecek güçte ve kararlılıkta bir kadın portresi seziyorum orada.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Sanırım sen, duygusal arkadaşım, realist bir yaklaşımdansa daha umutlu idealist bir yaklaşıma yakın duruyorsun.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Belki de, evet : ) Gül karakterinde bu topraklardaki güçlü kadınların bir portresini görüyorum sanırım, belki de görmek istiyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Demin bir rüyadan bahsetmiştin. Kadın ve hayal mevzusunu da şöyle bağlamak istiyorum. Mertkan, nedensiz yere temizlikçi kadına tekme attığında kadın bunu neden yaptığını bile sormuyor ona, muhtemelen soramıyor. Çünkü o işe ihtiyacı var, işini kaybedemez, bu nedenle isyan etmeyi bırak, bir “neden” bile talep edemiyor. Direnç göstermiyor. Ötekileştirilen temizlikçi, hem kadın hem emekçi. Toplumda nüfusun yarısını kadınlar oluşturuyor ama kadınlar egemen ideolojide azınlıkta – emekçiler de keza. Çünkü direnç göstermediklerinden sesleri yok. İktidarı elinde bulunduranların elindeyse, olası bir direnci bastırmak için zorbalık, şiddet, silah var. Film, mevcutta olanı aktararak eleştirmekle mi yetiniyor yoksa mevcut düzeni değiştirecek bir bakış açısı için, sendeki bu umudu da destekleyecek yeterli malzeme veriyor mu? Belki ezilenin yarattığı korku. Ve buna somut örnek olarak da arabasını haşata çıkardığı taksicinin hayalinin Mertkan’ın peşini bırakmaması.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Bu noktada ikilemdeyim ben de: Mertkan gibi biri, sahiden rüyasında o taksiciyi görür mü, emin değilim; ama tüm pesimistliğime inat, göreceğine ve ona ağlayarak sarılacağına inanmak istiyorum sanırım : )</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Daha yeterince babasına dönüşmemişti sanırım o sahnede. Henüz gelgitliydi. Halen umut vardı.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Öte yandan, şurada “eril dil” bir kez daha öne çıkar: Temizlikçi kadını yok sayan Mertkan, yine ondan düşük ancak bu sefer “erkek” olan taksici karşısında o kadar fütursuzca davranamaz. Bu noktada, belki kendimle çelişkiye düşmek pahasına, sana hak veriyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yukarıdaki cümleme bağlarsak: Belki gündelikçi bir kadın değil de erkek olsaydı Mertkan onu yine ezerdi, evet; ama tekme atamayacağı da aşikâr sanırım. “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın kafilesini hatırlatıyor bana: Çatabildiğine çat, çatamadığının arkasından saydır! Bu noktada da filmin, bu topraklardaki eril dile bir kez daha dikkat çektiğini söylemek gerekiyor. Beni etkileyen bir sahne daha var: Babanın “Çevrendeki adamlara dikkat et” diyerek oğlunu güya “teselli” etmesi. Beni çok etkiledi; zira babanın oradaki tesellisi bile eril bir dille yapılır: “Çevrendeki adamlara dikkat et.” Bu cümle, çok şeyi gizler ama aynı zamanda açıklar. Baba, oğluyla açık iletişim kuramaz. Söylemek istediklerini ona doğrudan söyleyemez. Ayrıca bir kadını, Gül’ü, sohbetin ana konusu haline getiremez. İnatla “adamlara” dikkat et der; oysa biliriz ki ışığı doğrulttuğu kişi Gül’dür. Bu beni çok etkiledi: Zira bu tuhaf döngü, tam da bu tuhaf duygu nedeniyle devam eder aslında.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Mertkan’ın korkusu demiştik. Korkusunun bir nedeni de, ezenlerin “azınlık” olduğunun farkında olması. Buradan filmin ismine bir bakabiliriz belki. Çoğunluk kim? İlk bakışta, çoğunluk, düzenle uyumlu bu aile gibi aileler, bu ailedeki insanlar gibi insanlar şeklinde algılanabilir. Bence tersi bir okuma da mümkün. Aslında burjuvazi, azınlık konumunda ama çoğunluk üzerinde tahakküme sahip. Asıl çoğunluk, alt sınıflar. Yani “çoğunluk”, sayısal bir durumdan çok sınıfsal tahakkümün dikte ettiği değerlerin <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">yaygın</em> oluşuna işaret ediyor olabilir. Bu ezici değerlerin toplumdaki bireylerce kabul edilmesi ve sorgulanmaması, azınlığın çoğunluk olarak görülebilmesi için uygun koşulları sağlamıyor mu? Filmin adı, filmde ezileni, yani gerçek çoğunluğu değil de azınlığın nasıl yayılarak çoğunluğun fikri gibi algılandığına işaret ediyor olamaz mı? Azınlıktaki taraf, çoğunluğu azınlık gibi göstererek bir yanılsama yaratıyor. Bu yanılsama da, ötekileştirmeye yarıyor. Mertkan’ın erkini ispat etmek için işine müdahale ettiği işçinin aslında saygıda kusur etmemek için verdiği selamı bile tehdit olarak algılıyor ve bizzat kendi yarattığı bu tehdit olasılığı, düşmanlaştırdığı bir öteki yaratıyor. Bu da onu paranoyak ve şiddete meyilli yapıyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Sanırım bu noktada biraz daha karamsar bir yerden bakıyorum: Biz filmi Mertkan’ın perspektifinden izliyoruz; oysa belki taksicinin, babanın ve hatta (yine kendimle çelişkiye düşmek pahasına yazıyorum) Gül’ün bakış açısından izlesek bu kez onları erk sahibi olmakla suçlayacaktık. Elbette şu anki kadrajdan bakarak, en azından Gül için bunu söylemek oldukça güç ancak şöyle düşünelim: Belki o da kendisine yanıt veremeyeceğini bildiği ve içten içe öfke duyduğu birine veya bir şeye karşı aynı öfkeyi besliyor içinde. Ben bu anlamda “çoğunluk” kelimesini çok daha kapsayıcı ve maalesef karamsar bir yerden ele alıyorum sanırım. Çoğunluk böyle: Ezebildiğini ezen, ezemediğinin karşısında pısan insanlar.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Çoğunluk rakamda (insan sayısında) değil, fikirde demek istedim. Ezilen bile ezene dönüşüyor. Bkz. Mertkan. Oysa ezilenler her zaman çoğunlukta. Bu yüzden bir araya gelip devrim yapalım : ) Aslında farklı yerlerden yaklaşarak aynı şeyi söylüyoruz bence. Çoğunluk bu dediğin tavırda gizli: Ezebildiğini ezen, ezemediğinin karşısında pısan.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Katılıyorum, evet; farklı kelimelerle aynı şeyi ifade ediyoruz. Kişisel bir yerden, bu filmin beni neden etkilediğini biraz daha açmak istiyorum son olarak: Vaktiyle, yakın arkadaşım dediğim birinin babası ile ilişkisine çok benzetiyorum bu filmde anlatılanı. Arkadaşımın (hadi uzun uzun yazmamak adına Cem diyeyim) babasıyla ilişkisi ve Mertkan’ın babasıyla ilişkisi arasında, benim gördüğüm kadarıyla çok bir fark yoktu. Evet, belki milliyetçi bir bakış açısı yoktu, belki kadına bakış farklıydı; ama baba oğul arasındaki çekişme, bunun Cem’i sindirmesi ve o farkına bile varmadan yok etmesi, babasıyla ilişkisine bakışının ağır ağır tüm ilişkilerine sinmesi birebir aynıydı. Belki de bu nedenle filmdeki erkeklik algısını daha geniş algılıyor ve Gül’ün güçlülüğüne karşı bir umut besliyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Ben de filmi daha ziyade egemen sınıfın alt sınıftakileri ezmesi, faşizmin gündelik ilişkilere sinerek zincir halinde devam etmesi olarak okudum. Peki, o zaman film ne öneriyor diye kendime sordum. Bunun yanıtını ise posterde buldum. Karıncalı ekran gösteren TV ve iki boş koltuk. Filmde TV kumandası babanın elinde; “baba”, yani devlet ne göreceğimize, izleyeceğimize, düşüneceğimize karar veriyor ve ekranda aslında hiçbir şey yok. “Genel izleyici kitlesi” de baba/devlet dışındakiler, yani bizler. Plastik sandalyelerimizde. Plastik çünkü gerçek değil, kurmaca der gibi. Ama posterde bir de fiş var. Fişi çekebiliriz. Yaşar Kurt’un şarkısında dediği gibi “Kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar.” Ve posterde kapı açık; kapıdan çıkıp gitmeyi, TV’yi izlememeyi yani bize anlatılan yalanları izleyip kanıksamamayı ve belki de o kapıdan çıkarak gerçek bir adım atmayı, eyleme geçmeyi tercih edebiliriz. TV başından kalkmamız ve izlemeyi bırakmamız şart.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> “Oyuna gelme anne.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Ben de son olarak, mekâna değinmek istiyorum. Filmdeki mekân algısı da bence sınıf ayrımını destekliyor. Mertkan’ın arkadaşları, Gül’ün ağırlıklı olarak Romanların yaşadığı Kuştepe’de oturduğunu öğrenince “Çingenelere yazıyorduk, leş karılar” diyor. Mertkan Gül’ün oturduğu semte ilk kez geldiğinde tedirgince “Arabayı burada mı bırakacağız?” diye soruyor. Mertkan için orası tekinsiz bir yer. Mertkan’ın babası “Ne işin var Kuştepe’de?” diyerek Mertkan için tanımlanmış olan coğrafyanın sınırlarını hatırlatıyor. Sosyal ve sınıfsal aidiyet vurgulanıyor yani. Ve babası Mertkan’ı cezalandırmak için onun elinden coğrafyanın sınırlarıyla belletilen statüsünü alıyor ve onu evden Gebze’ye sürgüne gönderiyor. Gebze’de, kendi asıl evindeki konforu yok. Mekâna dayalı ceza işe yarıyor ve Mertkan sınıfını belleyip artık ona göre davranıyor. Yani Mertkan’ın dönüşümünde mekân da oldukça etkili. Mertkan, sadece babasına değil egemen sınıfın temsiline dönüşüyor ve “yerini” biliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">NOT: Bu söyleşi ilk olarak 14 Ekim 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><p></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-18278898585415166882021-10-15T19:04:00.002+03:002022-04-26T15:09:35.162+03:00Gullit Neriman<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcTRbDIo_RFLQSVxXoEIrrPeID9vvnfBZTFx2aBjRfvhcvXodR_m4BbEgNanM3Nu8yp_drx31lwhBc9c0-pDkn2YaDv2TVLZKF1Mi27D708HSmIbHXerKLvyNlLWaV3_O_muInGYhpd1M/s1024/MusaninEliKapak_K-724x1024.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="724" height="435" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcTRbDIo_RFLQSVxXoEIrrPeID9vvnfBZTFx2aBjRfvhcvXodR_m4BbEgNanM3Nu8yp_drx31lwhBc9c0-pDkn2YaDv2TVLZKF1Mi27D708HSmIbHXerKLvyNlLWaV3_O_muInGYhpd1M/w307-h435/MusaninEliKapak_K-724x1024.jpg" width="307" /></a></div><br /><p>altKitap 2021 Öykü Ödülü'nde 3. seçilen "Gullit Neriman" adlı öyküm ile dereceye ve seçkiye giren diğer öykülerin yer aldığı <i>Musa'nın Eli</i> adlı öykü seçkisi yayımlandı. <a href="http://altkitap.net/musanineli/">altkitap.net/musanineli/</a> adresinden PDF veya ePub formatında ücretsiz indirilip okunabilir.</p><p><br /></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-79011366109747972342021-05-23T02:07:00.005+03:002023-10-15T17:09:44.761+03:00Rastgele Kadraj: “Nasipse Adayız” Üzerine Bir Sohbet<p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYBz_138oGgkrnbdNMVIVDos7MYpdSziwNjoHyv4ieoEYuHL5-upPE50NmwnxxC_BDL3GWeDpbMRMd3YNxpIqPb4Sj_q7EPJbGFR0j6Wj1HX5rGZUNWxzk8WEDOjqlvVvJEtizn_Nv8ZI/s660/nasipse-adayiz-poster.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="660" data-original-width="471" height="346" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYBz_138oGgkrnbdNMVIVDos7MYpdSziwNjoHyv4ieoEYuHL5-upPE50NmwnxxC_BDL3GWeDpbMRMd3YNxpIqPb4Sj_q7EPJbGFR0j6Wj1HX5rGZUNWxzk8WEDOjqlvVvJEtizn_Nv8ZI/w246-h346/nasipse-adayiz-poster.jpg" width="246" /></a></div><p>Yönetmen Ercan Kesal'la <i>Nasipse Adayız</i> filmi üzerine Deniz Kıral'la birlikte sohbet ettik. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Şunu merak ediyorum: Sizin için bu materyali hem bir edebi eser hem de bir sinema eseri olarak değerlendirecek kadar öne çıkaran etmen neydi?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Bütün filmlerin, bütün senaryoların bir derdi olur. Bir fikre yaslanır; yani bir olaydan, bir entrikadan, bir olay dizgesinden daha çok onun içindeki sinema bizi etkiler. Bir fikirden kastım da bir cümleden başka bir şey değil aslında. Ben hem romanda hem filmde, geri dönmeyi beceremeyen, durmayı beceremeyen, koştuğu, gittiği yerde uçuruma düşeceğini bile bile o koşuyu sürdüren bir adamın tuhaf çaresizliğini anlatmak istedim. Bu adamın bu yolculuk sırasında kendi kör noktasıyla karşılaşması beni çok cezbetti. İnsanın kör noktasının, göremediği yerinin aslında gerçek öznesi olduğunu anladım. Bu gerçek öznenin bir tarafıyla o bizim kör nokta, belki psikiyatride bilinçdışına karşılık gelen bir yer olduğunu anladım. Bu çok ilginç geldi. Bu fikir de zaten sizi, bu mevzuyu sinema yapmaya iter. Olaylar, öyküler aslında o fikirleri anlatmak için kullandığınız enstrümanlardan başka bir şey değildir. Yani meseleniz, elbette ki yaptığınız şey bir hikâye anlatmak önünde sonunda, resimlerle, görüntülerle ama bu biraz şuna benzer: Bunun içindeki sinemayı seyirciye göstermek istersiniz. Seyirci film bittikten sonra içinde bir duyguyla, değişimle, dönüşümle kalkmalı yerinden. Yoksa dünyada anlatılmamış hikâye kaldı mı Allah aşkına? Artık bizi şaşırtacak bir hikâye var mıdır? Söylenmemiş bir şey kalmadı sanki. Hem edebiyat anlamında söyleyebilirim bunu; hem sinema, yani görsel anlatım anlamında söyleyebilirim. Ama demek ki hâlâ bir sürü şey anlatmaya çalışıyorsak, hâlâ filmler yapıyor, hâlâ kitaplar yazıyorsak, belli ki bizi şaşırtan, bizi sarsan, bize çok ilginç gelen birtakım şeylerle, fikirlerle karşılaşıyoruz. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em>’da böyle bir fikrin peşine düştüm. Bir politik hiciv ya da bir politik eleştiriden daha çok –ki o bir vesile, o bir araç, dediğim gibi bir enstrüman– bu fikri anlatmak istedim. Yoksa oradaki kahraman bir avukat da olabilirdi, bir mühendis de olabilirdi. Mekân olarak Okmeydanı değil de, Anadolu’da bir yer de olabilirdi ya da İstanbul’un bir başka semtinde, bir başka yerinde, bir başka mekânında da çekilebilirdi. Ama ben orada, filmde de, kitapta da tuhaf bir iktidar talebinde bulunan ve bundan vazgeçemeyen, bunun uğruna rezil olmayı göze alan ya da kabul eden bu zillete razı gelen bir adamın ruh dünyasını anlatmak istedim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Kör nokta derken kastettiğimiz, her insanın içinde bulunan karanlık yanlar sanki. Ve bu karanlık yanların aydınlatılmasında, çözülmesinde sanat yapmanın –edebiyat olabilir, sinema olabilir– iyileştirici bir yanı var mı sizce? Bir doktor olarak, bunu iki açıdan da ele alabilirsiniz belki.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet, psikanalitik bir süreç olarak da tarif edilebilir. Aslında sinemanın kendisi bir çeşit terapidir, yolculuktur. Seyirci olarak da. Yani ışıklar kapanır ve siz o karanlığın içerisinden başkalarının hayatını izleyerek kendi hayatınızla karşılaştırıp değişerek çıkarsınız. Hiç kimse yoktur ki iyi bir filmin sonunda değişmeden çıksın, dönüşmeden çıksın. Sinemanın gücü de burada zaten. Bu sadece seyirci düzeyinde değil, yaratıcı için de geçerlidir. Hem oyunculuk hem senaristlik yaptım, hikâyeler yazdım, kendi filmimi çektim. Bu yolculuklarımın sonunda elbette ben de değişerek ve dönüşerek çıktım. Çünkü her seferinde senaryo yazarken en azından kahramanlarınıza dair hikâyeyi derinleştirirken, onların psikolojik altyapılarını kurarken, diyaloglarınızı oluştururken –ki sahici diyaloglar yazmalısınız, o dünyaya seyirciyi inandırmak için– en azından her seferinde dönüp baktığınız kişi kendiniz oluyor. Kendinize dönüp bakıyorsunuz. Kendi karanlığınıza bakıyorsunuz. Kendinize soruyorsunuz hemen ilk soruyu. “Ben olsam ne yapardım?” diyorsunuz. Hikâyedeki kahramanla birlikte akıl yürütürken “Ben olsam ne yapardım?” diyorsunuz ve oradan devam ediyorsunuz sürece. Ya da en yakınınızdakilerden ya da şahit olduklarınızdan yola çıkıyorsunuz. Ve bazen bu yolculuklar, kişinin kendi karanlığının kendinin fark etmediği yanlarının da açığa çıkmasına sebep olur. Birkaç yazımda söylemiştim bunu, söyleşimde de ifade etmiş olabilirim: Senaryo yazım süreçlerinin sonunda adeta dayak yemiş gibi çıktığımı hissederim; çünkü çırılçıplak kalıyorsunuz o dönemlerde. Dahası, kendinize karşı dürüst olmak –başkalarının hikâyesine vakıf olacaksınız kuşkusuz ama– kendi hikâyenizi iyi anlatmak istiyorsanız en azından kendinize karşı sonsuz bir şeffaflıkta bulunmak durumundasınız. Samimiyet seyirciye çok çabuk geçen bir şey. Seyirci yalan söylediğinizi, yazarken de, çekerken de, senaryosunu oluştururken de çok çabuk fark eder ve sizi affetmez. O zaman baştan ona karşı dürüst olup sonuna kadar da sürdürmekle mükellefsiniz. Bu da beraberinde analitik bir yolculuğu da dayatıyor zaten doğal olarak.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Sizin de geçmişte benzer bir siyasi deneyim yaşamış olmanızdan dolayı <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em>’lahem romanda hem filmde Kemal Güner karakteri üzerinden bir özeleştiri verdiğiniz de düşünülebilir. Siz önce romanı yazdınız, romanı yazarken zaten belki bir kendinizi sorgulama sürecine girmiştiniz. Daha sonra filmi çektiniz. Peki, romandan sonra, filmi çekerken bu sorgulamada gene de kendinize eklediğiniz, yeni fark ettiğiniz, yeni getirdiğiniz özeleştiriler oldu mu? Bu süreçte sizde bir şeyler değişti mi, roman ile film arasında bu açıdan bir ayrışma oldu mu?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Kendi deneyimlerimden fazlasıyla yararlandım ama özeleştiri yapmak için film çekmedim. İnsan bunun için bu kadar zahmete girmez; film çekmek çok ağır bir süreçtir. Çok pahalı bir iştir. Özeleştiri vermek isteyen bunu başka bir mecrada da ifade edebilir ya da kendi kendine konuşup akşam eşine dostuna anlatarak da yapabilir. Kendimden, kendi deneyimlerinden çok faydalandım ama oradaki adam ben değilim elbette. O kurmaca bir hikâyenin kahramanı. Kuşkusuz, çok fazla benim deneyimlerimi taşıyor ve ben o adamı tanıyorum. O yüzden kendim oynadım, kendimi daha iyi yönetebileceğimi fark ettiğim için. Ama siz de gayet iyi biliyorsunuz ki, aslında romandan birebir uyarlanmış bir film değil. Film bir gecede geçiyor.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Evet.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Baktığınızda aslında, sadece romanın içindeki fikri, biraz önce sözünü ettiğim cümleyi, mottoyu, kendi muradımı aldım, içinden çektim ve yeniden o bir gecelik hikâyeyi kurdum. Romanı birebir çeksem başka bir şey çekerdim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Evet, çok ciddi farklılıklar vardı. Ben de ona değinmek istiyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Bu yüzden, elbette ki o romana yaslandım ama oradaki adamın geçmişine dair seyirciye bilgi vermek durumunda kalmadım, istemedim de zaten. Çünkü adamın bir gününü, bir gecesini anlatacaktım. O yüzden, ne bileyim, adam belki o gecelerden yüz tane yaşadı. Bu aday adaylığı meselesinin belki de ikinci senesindeydi ya da uzun süredir uğraşıyordu da ilk kez Bir Numara’yı oraya getirmek gibi bir şans, fırsat yakaladı. Ama önünde sonunda tabii romana da hâkim olan, filme de hâkim olan şey bu adamın politik yolculuğunda kendi nefsiyle, kendi hırslarıyla, kendi iktidar arzusuyla karşılaşıp ona yenik düşmesi ve geri dönememesi. Sonunun ne olacağını bildiği bir yolculuğa bile bile razı olması. Bu, her ikisinde de ortak olan şey.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Burada, hazır romanı ve filmi kıyaslamışken şöyle bir soru yöneltmek istiyorum. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Haneke Haneke’yi Anlatıyor</em>’u okurken onun Elfride Jelinek’in <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Piyanist</em>’inden yaptığı uyarlamadaki çözümlemelerinden çok etkilenmiştim ve benim için bir dramaturji dersi gibi olmuştu aslında verdiği birkaç yanıt. Bunlardan bir tanesi de şuydu: Romanda Walter karakteri biraz daha şapşal tasvir edilir ama sinemada böyle bir şey yapamazsınız, diyordu Haneke. Sinemada kimse kendisini şapşal bir karakterle özdeşleştirmek istemez. Sizin kitabınız ile film arasında da şöyle bir ayrım olduğunu hissettim, belki de ben yanılıyorumdur, siz ne düşünüyorsunuz merak ettim: Kitabı okuduğumda, sanki doktor o olayların içerisine böyle hasbelkader çekilmiş gibi duruyordu. Yani özellikle başlarda “Girdik bir yola da, hadi bakalım,” der gibi; aslında kendisi de pek girmek istemiyor fakat o olaylar sanki onu oraya götürüyor gibiydi. Ama filmde o iktidar yarışında kendi isteğiyle yer alan birini gördüğümü hissettim. Katılır mısınız buna? Eğer katılıyorsanız da neden böyle bir farklılığa gittiniz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Kitaptaki dil, sarkastik bir dil. Daha alaycı… Biraz daha böyle sanki sinizm hâkim kitabın başından sonuna kahramanın kişiliğine, Kemal Güner karakterine. Dalga geçiyor, kendisiyle de dalga geçiyor, etrafıyla da dalga geçiyor; öyle bir dili vardır kitabın. Belki daha komik de diyebiliriz. Melankolisi de olan… Kara komedi diye tarif edilir genellikle ama ben biraz hüzünlü bir komedi gibi yazmak istedim kitabı. Karakterim bana da daha yakındır; ama filmde kişinin o bir güne yaptığı yatırımın ondaki beklentisi, kitaptaki gibi kolayca, rahat, alaycı, sakin bir üslupla anlatılamazdı. O yüzden abanmak zorundaydım; o tekinsizliği, o gerilimi daha güçlü vermek istedim. Sonuçta aylardır hazırlandığı bir gece var ve belki de o gece her şey hallolacak, final yaşanacak ya da belki de ağır bir yenilgiyle oradan ayrılacak; o yüzden Kemal Güner karakteri filmde daha gergin, daha stresli ve daha tekinsizdir. Bir de şu var; galiba ilk yönetmenlik deneyiminin getirdiği bir stres hep vardı. Çünkü film işi hakikaten zor iştir. Yani şu filmi alnımın akıyla bitirip çıkıp mutlu olacağım bir biçimde nihayetlendirebilecek miyim stresi, filmdeki karakterin “Beni aday gösterecek mi?” stresiyle örtüşünce, ben de onu tuttum doğrusu, o duyguyu. Oyunculukta yapılır böyle şeyler biraz… Tek günde geçtiği için de sürekli bir sahne devamlılığı peşindeydik. Her gün çektiğimiz, her sabah yeniden tıraş olduğumuz, bir önceki gün kaldığı dakikasından başladığınız bir iş yapıyorsunuz. Seyircinin bir gecelik diye seyrettiği şeyi biz beş haftada bitirebiliyoruz çekimlerde. O yüzden sürekli bir duygu devamlılığına, o tekinsiz halin devamlılığına çalıştım. Bu da romandan ayırdı kendisini, haklısın; o konuyu iyi fark etmişsin. Ama dediğim gibi romanın bana verdiği ilham oradaki fikirden başka bir şey değil.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Siz de şu anda bir kadraj yapmış durumdasınız. Bende de, böyle bir algıda seçicilik oldu; tam hemen sizin arkanızda gördüğüm kitap, Murat Bardakçı’nın <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Şahbaba</em>’sı. Ve orada da, kendi tabiriyle bütün olumsuzlukları paratoner gibi üzerine çekmeye çalışan bir adamın hikâyesi anlatılıyor aslında. Bu konu genel anlamda sizin ilginizi çok çekiyor gibi hissediyorum. Yani o iktidarla olan ilişki, biraz bir <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">yenilme hissi</em> barındıran şeyler sizin kaleminize çok sızıyor gibi hissediyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Valla seni dinledikçe şimdi, sanki benim de yeni fark ettiğim bir şeyle karşılaştım; doğru söylüyorsun, üzerine de düşüneceğim bunun. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Şahbaba</em> ya da yakın Türkiye Cumhuriyeti tarihi çok ilgimi çeken, çok okuduğum merak ettiğim bir dönemdir. Hani bana deseler ki tekrar –bunu birkaç yerde söyledim çünkü– insana bir daha şans verilse, dünyaya bir daha gelsen hangi zaman diliminde yaşamak istersin; ben 1890 ile 1990 arası gibi derim. Yakın Türkiye Cumhuriyeti tarihi bana çok çekici gelir. 1910, 1908, Meşrutiyet’ten sonra Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın son dönemi, 1918, mütareke, Mustafa Kemal’in kişilik olarak öne çıkması, o dönemin Anadolu’su, Kurtuluş Savaşı; oralar bana çok çekici geliyor. Çok merak ediyorum ve o dönemi çok merakla okuyorum. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Şahbaba</em>’yı da başka bir zaviyeden yaklaşma şansı verdiği için okudum. Bugünlerde de Enver Paşa’nın karısına yazdığı mektuplarla ilgili bir kitabı bitirmek üzereyim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Naciyem, rûhum, efendim</em>…</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Naciyem, rûhum, efendim… </em>Günceler, otobiyografiler, mektuplar, seyahatnameler müthiş çekici geliyor bana. Orada herkesin, istediği kadar kendisini saklasın, mutlaka bir yerden açık ettiğini fark ediyorum. O dikkatle okuyorum ve bu beni çok etkiliyor. Ve insanın hikâyeleriyle, herkesin kendi hikâyesiyle var olduğunu fark ediyorum. Yani, biraz alıntı gibi olacak ama masanın üzerindeki kitap da şu: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bizi “Biz” Yapan Hikâyeler</em>. Randall’ın. Bir antropoloji kitabı esasında bu ama şunu söylemeye çalışıyor ezcümle: İnsana dair bir sürü şey söylenir ya; insan düşünen hayvandır, insan şunu yapan hayvandır filan… Bu da diyor ki, insan hikâyesi olan hayvandır. Aslında hikâyelerimizle var oluyoruz, hikâyelerimiz çok kıymetli; herkesin bir hikâyesi var. Hikâyelerimize çok şey yüklüyoruz, hikâye anlatmayı seviyoruz ve aynen şey gibi biraz, kasaba ile şehri ayırt ederken kullanırım onu: Şehrin insanı nevrotiktir, tek başınadır, yalnızdır, gergindir. Aslında kalabalıklar içerisinde yalnızdır ve herkes çok tek başınadır. Kasabalar öyle değil, kasabada herkes birbirini tanır, birbirinin izini sürer, birbirini takip eder, birbirine dair konuşur… Köylüyü bir parça aşağılar kasabalı; ama hiçbir zaman da kentli olamayacaktır, kente gidemeyecektir. Bu yüzden insan ruhunun en iyi sınandığı yerdir kasabalar. “Bir Zamanlar Anadolu’da”ya mesnet olan da buydu. Yani bir kasaba hikâyesi, bir kasabadaki cinayet hikâyesi. Yenilmiş insan, kasaba gibi bir insan; doğru söylüyorsun. Belli ki büyük beklentilerle çıkmış, belli ki büyük makamlar, ün, şan, şöhret vaat edilmiş. Ya da bir kısmına sahip de olmuş. Sonra onlardan vazgeçmiş, vazgeçirilmiş. Beklentilerini bulamamış, hayal kırıklığı… Bunlar insan ruhunun hakikaten insanın kendiyle karşılaşmasına da vesile olan yerleri. İnsan ruhunun sınandığı yerler. Ve en çok da politika. Ben kendi adıma şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Hekimlik yaptım uzun yıllar. Politik bir dönemin öğrencisiydim, 80 öncesi, 84’te mezun oldum, Anadolu’da çalıştım. Bir taşra çocuğuyum, kasabada doğup büyüdüm, İstanbul’da yaşadım uzun yıllar. Özel sağlık sektöründe çalıştım. Hayat bana pek çok kez kendimi test etmek, kendime olan saygımla ilgili olarak kendime sahip çıkmak, ilkelerimden vazgeçmemekle ilgili deneyler sundu. Birçoğunun üstesinden geldiğimi zanneder ve kendime fazlasıyla güvenirdim. Ta ki bu politika yolculuğuyla karşılaşıncaya kadar. Tekrar olacak belki ama… Ben en çok kendime kırıldım politika yolculuğunda. Ben kendimden bunu beklemezdim. Bir başkasını pekâlâ affedebilirim, bu işler karşısındaki rezilliğe razı olmasına; ama ben kendime razı olamadım. Kendime çok üzüldüm. Bu iyi oldu ama sonuçta. Yani belki de bu kırılmışlıktan, bu dökülmüş parçalanmışlıktan, dağılmış bir puzzle’dan yeniden bir kişilik, kimlik, yeniden bir şey yaratmaya vesile oldu diye de sevinirim doğrusu. Bir serzenişte bulunmuyorum, bir hayal kırıklığıyla söylemiyorum bunu. Çünkü Gizem’e biraz önce anlattığım şeye çok benziyor. Evet, psikanaliz de aslında eğri büğrü bir duvarın yıkılıp –ama acımadan yıkılıp– aynı taşlarla, aynı tuğlalarla yeniden o duvarın, ama bu sefer daha düzgün yükseltilmesidir. Yeniden bir duvar örmektir kuşkusuz ama aynı tuğlalarla ve bu sefer eğri büğrü olmamasını sağlayarak.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Filmi yöneten, romanı yazan, yaratıcısından birçok şey taşıyor. Tamam, tamamen sizin hikâyeniz değil ama oradan yola çıktığınız için otobiyografik bir yanı da var. Bundan hareketle, lafı şuraya getirmek istiyorum. Belgesel ile kurmaca film arasında bir sınır var mı veya bu sınır muğlak mı sizce? <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em>, belgesele ne kadar yakın duruyor? Ya da yakın duruyor mu? Mesela, Pelin Esmer’in <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Oyun</em> filmi hem belgesel gibiydi, hem de insanlar kameraya oynadığı için kurmaca gibiydi. Tam bir belgesel diyemeyiz. Veya Abbas Kiarostami’nin <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Yakın Plan</em> filminin de bunu sorgulayan bir yanı vardı. Hem <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em> özelinde hem de genel olarak belgesel ile kurmaca ilişkisiyle ilgili fikirlerinizi merak ediyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet, belgesel ile kurmacanın birbirine en çok yaklaştığı yer, en ideal sinema bence. Ama o zaman niye belgesel değil de kurmaca ile hemhâliz? Neden bu kadar çok senaryoyla, oyuncu seçimleriyle uğraşıyor, niçin yeniden bir dünya yaratmak istiyoruz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Gerçeği değiştirmek mi istiyoruz acaba?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet. Çünkü gerçeğin muhatabınıza ulaşabilmesi için gerçeği yeniden icat ediyorsunuz. Aslında gerçeği eğip büküyorsunuz, doğru; bozuyorsunuz, metaforlar kullanıyorsunuz. Ahmet’i Mehmet yapıyorsunuz, kadını erkek yapıyorsunuz, o mekânı bu mekân yapıyorsunuz. Aslında bu çabayı, bütün bu çabayı, işte o anlaşılmayan gerçek var ya, bir türlü fark edilmeyen gerçek var ya, onu fark etsinler diye yapıyorsunuz. Bir şeyi ancak bozarak anlatabiliyorsunuz. Bu çok acayip bir şey. Yani bizdeki bu –kötü bir örnek olabilir ama– manavlarda falan sık rastlarım ve gülerek okurum onları. Mesela salatalık üzerine koydukları etikete mutlaka “hıyarım badem” yazar, “salatalık badem” der. Salatalığı bademle tarif edersiniz aslında. Şimdi müşteri, kafasında o metafordan bir sonuca varıyor bence. Bu alacağım salatalık, hıyar en az badem kadar lezzetli, badem kadar çıtır ve badem kadar taze diye düşünüyor. Aslında manavın yaptığı da bir metafor. Manav da eğip büküyor gerçeği. Ya kardeşim işte domates bu, demiyor. “Domatesim şeker,” diyor; şimdi siz orada yeniden domatesi fark ediyorsunuz. Gerçeği keşfediyorsunuz. Bu, edebiyatta da var. Yani roman yazmayı nasıl tarif ediyor Vargas Llosa? Tersten striptiz yapmak diyor. Yani aslında giydirerek soyuyorsunuz gerçeği. Gerçeği bütün çıplaklığıyla soyup gösterirseniz, onun adı belgesel olur. Kameranızı gidip bir yere tutarsanız, beklerseniz; orada akan görüntüler çıplaktır yani. Bütün belgeseller de yine kurguya, kurgu masasına düşüyor sonunda, önünde sonunda bir müdahale var. Kurmacasız da sunulmuyor sonuçta.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Orada da bir gerçekliği bükme var.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Orada da eğip büküyorsun. Kurgucuya teslim ettiğin bütün ham görüntüler, yeniden bir elden geçiyor. Ama yine de oyuncu aramıyorsun, mekânı sen seçmemişsin, ışığı falan. Ama önünde sonunda yaptığımız şey, gerçekliğin yeniden icadından başka bir şey değil; gerçeği bütün açıklığıyla saflığıyla muhataba göstermek için.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Gerçeklik tekelini parçalıyoruz bir anlamda.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet, evet.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Roman yazmak ile senaryo yazmak elbette birbirlerinden farklı şeyler. Roman daha fazla anlatabileceğiniz, sözcükleri daha bol bol kullanabileceğiniz bir alanken, senaryoda görüntüyü daha birincil tutarak sözcüklere daha az yer veriyorsunuz. Ya da betimleme olmuyor, onun yerine diyalog öne çıkıyor. Siz ikisini de yaptınız, yapıyorsunuz. Roman ve senaryoyla ilişkinizi merak ediyorum. Size hangisi daha rahat geliyor ya da böyle bir ayrımınız var mı? Romanda ve senaryoda farklı olarak özellikle nelere dikkat ediyorsunuz? İkisinin, size göre, kişisel zorlukları neler?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Öykülerde insanın eli daha rahattır. Korkmadan yazarsınız ve çokça yazarsınız. Bir de bir şeyi fark etmişseniz eğer, o kahramanı, o olayı ya da o açılımı, oraya doğru saldırırsınız. Orasını deşersiniz, orayı büyütürsünüz. Senaryo pek buna müsaade etmez; senaryonun mutlaka farklı bir matematiği de var. Ama asıl derdi senaryonun sadece bir yol, bir kılavuz bir tekst olması. Çok önemli bir kılavuz, çok önemli bir enstrüman ama sonuçta delik deşik etmekten çekinmeyeceğiniz bir metin olmalı. Romanın sağını solunu artık çok bozup düzeltemezsiniz. Konu hazırdır ve okuyucusuna ulaşır. Ama senaryo sette bile yazılmaya devam edilen bir şeydir. Bitmez senaryo, film bitinceye kadar devam eder. Sette de çok değişir; hatta kurguda bile değiştirdiğiniz olur. Filmin seyircisine ulaştığı ana kadar senaryo yazılmaya devam eder. Mutlaka okumuşsunuzdur, tekrar olacak diye korkuyorum; benim bir ipek böceği metaforum vardır senaryo ile öyküyü, romanı ayırt eden: Biliyorsunuz, ipekböcekleri dut yaprağıyla besleniyor ve önce küçük bir larva, sonra kurtçuk oluyor ve kendi ağzından çıkardığı bir şeyle kendisine koza yapıyor. Ağzından çıkardığı o tuhaf, şeffaf şey daha sonra ipek olacak ama koza olup da hayatiyetini sürdürürken erken davranmalısınız; erken davranmak şu: Onu sıcak suya batırıp haşlıyorlar, öldürüyorlar yani. Böceği zamanında öldürmezseniz, kozasını deliyor, kelebek olup uçuyor. Valla iyi senaryolar, zamanında öldürülmüş romanlardır. Eğer zamanında öldürmezseniz o iyi bir öykü olur, iyi bir roman olur ve kozasından uçar gider. Elinizde filme çekilecek senaryo kalmaz. Acımasız davranmalısınız metninize karşı bir parça. Sonuçta o, çekilecek bir şey, sete çıkacak bir metin olmalı. Romanda yazması kolay; “Karşı taraftan 500 atlı tozu dumana katarak geliyordu,” diye yazarsınız. Nasıl çekeceksiniz!</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Roman ile film tam örtüşmüyor. Demin siz sanırım romanın içinden çektim, demiştiniz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Duyguyu, romana hâkim olan duyguyu… Mesela <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Anna Karennina</em>’yı da birebir uyarlamaya kalkışan olabilir. Ama <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Anna Karennina</em>’dan benim anladığım şu: Tutkuları için mahvolmayı göze alan bir kadının hikâyesi. Yani bu illa 1800’lü, 1900’lü yılların Moskova’sında ya da Rusya’sında geçen trajik bir hikâye olmayabilir. 2000’li yılların Türkiye’sinde de tutkuları için mahvolmayı göze alan kadınlar vardır ve onların hikâyesinden birini seçebilirsiniz. Anlatmak istediğim o.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Benzer bir şeyi, yanlış hatırlamıyorsam Metin Erksan’la ilgili yazdığınız kitapta Metin Erksan üzerinden bir örnekle anlatıyordunuz: “Gidişim suskun olmuştu ama dönüşüm muhteşem olacak.”</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">“Bu bitmeyen bir hikâyedir oğlum,” demişti size.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet, evet. Bugünlerde çok yapıyorum; evde bulunan kitaplardan elimde olmalarına rağmen bazılarını yeniden sipariş ediyorum. Yeni baskılarını görünce dayanamıyorum nedense. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Monte Cristo</em> ciltlerim geldi, İş Bankası Yayınları’ndan. Bende var ama eskilerdendi galiba. Benim oğlanın kitaplarla arası yok; ama ileride nasıl olsa rastlarsa şunu alır okur. Çok evrensel bir hikâyedir <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Monte Cristo</em>’nun hikâyesi. Geçenlerde <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Esaretin Bedeli</em>’ni bir kez daha seyrettim; ne güzel filmdir. Ee, film Monte Cristo Kontu hikâyesi değil mi Allah aşkına? Niye bu kadar etkili diye bakıyorum, bu film neden bu kadar çekiyor, her seferinde yeniden izleyebilirim o filmi. Dedim “Ya bu Monte Cristo hikâyesi.” Yani mevzu aynı. Her şey yolundayken, sonsuz bir yokluğa ve acıya, zulme uğramış, gadre uğraşmış bir adamın tekrar uzun yıllar debelenip yeniden kendine hayatı bağışlaması. Bu çok evrensel bir hikâye. Metin Abi’nin de söylemek istediği oydu. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Acı Hayat</em>’la ilgili konuşurken benzer bir şey söylemişti. “Gidişim suskun oldu ama dönüşüm muhteşem olacak.” Monte Cristo hikâyesiydi anlatmak istediği, arabesk gibi gözükse de.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Peki bu bağlamda <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em>’ın ruhen uyuştuğu, benzeştiği filmler var mı sizin gözünüzde?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Faust</em> okudum ben o sıralar epeyce. Yani insan ruhunu ne için…</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Satar?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Pazarlığa girişir. Yani neden? Sınırları nedir? Nerede başlar o şey? O çok ilgimi çekti, çekiyor. Başka o dönemde roman yazarken özellikle okuduğum kitapları hatırlamaya çalışıyorum; çünkü biliyorsunuz, okuduğumuz her şey ilham verir bize. Aslında bizden öncekilerin yazdıkları, bizden öncekilerin çektikleri de bizim kitaplarımıza ve filmlerimize sızar. Bu dikkatli okur, dikkatli seyirci; “Aaa burada yazar, yönetmen şuna selam göndermiş,” der. Selam göndermek için yapmayız aslında onu, öyle oraya gelip oraya yerleşivermiştir bence. O biraz da bilinçaltından fark etmeden sızan bir şeydir. İyidir, kötü bir şey de değildir. Sonuçta herkes benzer kaygılar içerisinde debelenip duruyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Ben de iyi metinlerin ilham veren metinler olduğuna inanıyorum. Tabii ki herkes katılmayabilir ama bu dediğinizle örtüşüyor sanırım biraz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Bu yüzden senaryo yazma süreçleri benim için en çok kitap okuduğum süreçlerdir. Daha çok kitap okurum yazarken; çünkü daldan dala seni gezdirir yazdığın metin. Mutlaka bir kaynağa ihtiyaç duyarsın. O okuduğun şey sana son derece tuhaf, başka bir kapı açar yeniden. Çok verimli süreçlerdir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Filmden bir soru sormak istiyorum. Kurosawa’dan bir alıntınız var: “Hüzünlü bir hikâye anlatmak istersem eğer, fonda çocuk şarkısı çalarım, bu daha yakıcı gelir seyirciye; hüzün karşı tarafa daha sert geçer.” Bu bana, sizin de senaristleri arasında yer aldığınız “Bir Zamanlar Anadolu’da”dan bir sahneyi hatırlattı: Savcının gülümseyerek dönüp “Bir insan bir başkasını cezalandırmak için hakikaten kendini öldürebilir mi? Olabilir mi böyle bir şey?” dediği sahne. Şimdi o sahnenin kamera arkası görüntülerini izledim; siz de Nuri Bilge de tekrar tekrar aramışsınız aslında. Yani hep önce bir sert bir bakışla dönmesi ama daha sonra hafif bir gülümsemeyle döndüğünde o yıkılma etkisinin daha ön plana çıktığını fark edip onun üzerinden ilerlemişsiniz. Hepimizin hayatında yaşadığı böyle sahneler vardır. Yani yaşarken çok acı verir ama dışarıdan bir kamerayla bakıldığında komiktir aslında içinde bulunduğumuz durum. Ben sizin senaristliğinizde bunu çok görüyorum: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Üç Maymun</em>’da da yine Hacer’in böyle durumları vardır; telefonu bir türlü bulamaması edememesi… Bir şekilde şöyle bir kaleminiz var gibi hissediyorum: Hüznü anlatmak için mizahı göstermeye çalışıyorsunuz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet. Yani, birisi size, başından geçenleri, acılarını yana yakıla, ağlaya sızlaya, feveran ederek anlattığında, anlatan kişiyle aranıza bir mesafe koyarsınız. Bu tuhaf bir savunma mekanizmasıdır aslında; sanki kendinizi korumaya çalışırsınız. Bir süre sonra duymak istemezsiniz onu, kulaklarınızı kapatırsınız. Dinlersiniz ama duymazsınız; böyle bir şey. Ama o kişi, başından geçenleri, acılarını, sıkıntılarını, kederini komik, gülerek anlatırsa; bir şeyin arkasına saklayıp size mizahla ilettiği zaman kalbiniz acayip yaralanır, çok içinize batar o. Bunu o kadar çok deneyimledim ki, o kadar çok şahit oldum ki. Avanoslu’yum ben; çocukken hiç unutmuyorum, ortaokulda ya da ilkokuldayım –hiç unutmadığıma da şaşıyorum bazen– annem ile karşı komşu –ikisi de rahmetli oldu– sohbet ediyorlar. Kadının o kadar çok zahmet, o kadar çok kederle dolu bir ömrü var ki, bir sürü şey anlatıyor anneme. Annem de onu dinliyor böyle, karşılıklı dertleniyorlar. Kadın gülerek anlatıyordu ama. Annemin adı Fadime’dir. “Fadime Hala,” diyordu, “ben ölmüş anamın sütünü emmişim kız,” diyordu. “Benim başıma gelenlerin hepsinin sebebi bu,” diyordu. “Ben ölmüş anamın sütünü emmişim ya,” diyor, gülüyordu bir yandan da… Annesi bunu doğurduktan bir süre sonra vefat etmiş. Bebek tabii, ağlıyor, sızlıyor. Bu arada ölmüş kadının da göğüslerinden süt sızıyormuş. Yaşlılardan biri, ya şunu anasına yapıştırın da emsin memesinden, demiş. Yani, ölmüş anasının sütünü emmiş. Buna da daha sonra söylemişler kadına. Bu tuhaf ve trajik hali öyle komik, öyle gülerek anlatıyordu ki… İçim sızlar her seferinde o kadını hatırladığımda. Başına gelen bunca musibetin sebebinin, ölmüş anasının sütünü emmek olduğunu söylemesi; bu yakıcı bir şey. Hakikaten bir kederi, bir acıyı anlatırken sanki bu sıradan bir şeymiş gibi, her zaman yaşanıyormuş gibi anlattığınızda çok daha etkili oluyor. Marquez örneğini de vermişimdir daha sonra. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Yüzyıllık Yalnızlık</em>’la ilgili konuşurken der ki, ben bunu on iki yılda değil, iki yılda yazdım, tamam, ama on iki yıl hazırlandım. On yıl bunu nasıl kâğıda dökeceğini düşünmüş Marquez. “Sonra anneannem hatırıma geldi. Anneannem bu hikâyeleri, bu dehşetengiz tuhaf cinayetleri, acı meseleleri bir soğukkanlılıkla anlatırdı ki, şaşar kalırsınız. Bu yüzden, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Yüzyıllık Yalnızlık</em>’ı ben anneannemin üslubuyla yazdım,” der. Bu böyledir biraz da, hayatın bize öğrettiği bir şey. Senaryoda da bunun peşine düşen birisiyim, oyunculukta da benzer biçimde davranmaya çalışıyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Üslup lafı geçmişken, üslubunuzu oluşturmanızda nelerin etkili olduğunu merak ediyorum. Zaten içinizde hep vardı ve yazmaya başladığınız an mı kaleminizden döküldü? Senaryo olur, roman olur, öykü olur. Yoksa zamanla, başka şeylerin etkisiyle ve illa ki gözlemlerinizin de etkisiyle mi oluştu?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Evet, tam olarak ikincisi, toparladığın şey. Çok öykü okuyan, çok roman okuyan birisiydim çocukken. Ortaokul ve lise yılları da böyle devam etti. Ne okumuş olabilirim? Yani, o dönemin işte halk kütüphanelerinde ya da nerede neye rastlamışsam, hepsini okurdum. Modern Türk Edebiyatının isimleriyle çok erken tanıştım. O yüzden kendi hikâyelerime çok aşinaydım, kendi toprağımızın hikâyelerine… Annem çok özel bir kadındı, onun çok hikâyeleri olurdu; o çok şey anlatırdı, onu dinlerdim. Çevremizde, bulunduğumuz mahalle de enteresandı, komşular… Güçlü bir kuşağa rast geldim. 59 doğumluyum ben; demek ki 60’lı yılların başında, ortasında filan ben kafası hikâyelerle dolu bir adamdım. Üniversitede daha bilinçli okuduğumu söyleyebilirim belki. Galiba Dostoyevski’yle, Çehov’la, Rus Edebiyatıyla tanışmak beni çok değiştirdi. Politik bir dönemin öğrencisi olmama rağmen katı seçimlerim hiç olmadı. Yani, Nihal Atsız da okudum, Kemal Tahir de. Necip Fazıl da okudum, Nâzım Hikmet de, Reşat Nuri de, Dostoyevski de okudum. Ama en çok, galiba, Çehov’dan etkilendim. Cengiz Aytmatov’u burnum sızlayarak hatırlarım hep. Sonra Sait Faik ve Çehov. Ve bizim Çehov’umuz, bence, Memduh Şevket Esendal. Sabahattin Ali, Refik Halit Karay… Sanki benim üslubumu bu yazarlar daha çok belirledi. Filmler açısından, sinefil olduğumu söyleyemem. Bazen sinefil arkadaşlara rastlayınca hayranlıkla dinliyorum onları; bu kadar ismi nasıl hafızalarında tutuyorlar! Bu kadar tarihi, jeneriklerdeki isimleri sayıyorlar… Utanıyorum ben. Sinemayla uğraşan birisiyim, sevilen, takip edilen de bir adamım ama bende öyle bir özellik yok. Böyle zamanlarda diyorum ki “Bana birkaç sahnesini söylesene… Ha tamam, onu seyrettim.” Yani benden kalan şeylerden baktığımda, Kieslowski çok etkilemiş; <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Dekalog</em>’lardan çok etkilenmişim. Haneke’yi çok severim; <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Haneke Haneke’yi Anlatıyor</em> altını çizerek okuduğum kitaplardan biridir. Tarkovski’yi çok severim ama ne bileyim, Tarkovski üslubunda bir film hiç düşünmedim. Belki benim <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em>’ın girişindeki rüya sahnesi biraz… <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Ayna</em>’ya selam göndermek gibidir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Evet, evet doğru. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Ayna</em>’yı hatırlatıyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Sinema yolculuğumda birçok yönetmenin oyuncusu oldum. İyi yönetmenlerle çalıştım; bu da bir şans. Tayfun Pirselimoğlu’ndan çok etkilenirim, çok severim. Onun filmlerinin çoğunda oyunculuk yaptım. Mahmut’u (Fazıl Coşkun) çok severim; <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Yozgat Blues</em>’ta oynadım, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Anons</em>’un senaristiyim. Sanki biraz oralarda geziniyorum. Romen sinemasını severim, İran sinemasını keza. Macarlar iyi film çekiyorlar. Biraz Balkan çocuğuyum sanki. Kitaplarımda bir Balkan kokusu var. Belki bu yüzden birçok kitabımı Sırpçaya, Bulgarcaya, Yunancaya, Arnavutçaya çevirdiler. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em> Sırpça basıldı, Arnavutça basıldı, Bulgarca basıldı. Biraz Balkan mizahına yatkın bir şeyim var. Aynı mayadanız sanki; aynı şeye gülüyoruz, aynı şeye ağlıyoruz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Balkanlı izleyicilerden ya da okuyuculardan dönüş aldınız mı?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Belgrad Film Festivali’ne seçildi, ana yarışmada filmimiz. Tarihini şimdi yanlış bir şey söylemeyeyim ama paylaştım geçenlerde Tweet’ini. Mayıs’ın sonlarına doğru galiba gösterilecek, salonlarını ayarlamışlar. Pandemi olmasa gidecektim; hem söyleşi için, hem kitabı imzalayacaktık, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Nasipse Adayız</em>’ın Sırpça baskısını, hem de film sonrası söyleşiler yapacaktık. Kısmet değilmiş, daha sonra yine gideriz diye düşünüyorum. En azından şunu biliyorum; Romenlerle ve Sırplarla buluşma sebebim, senaryoyu çok sevmiş olmaları. Sırbistan Kültür Bakanlığı iyi bir miktarla post-prodüksiyon desteği de verdi filmimize. Bu yüzden Sırplarla da ortaklığımız var. Filmin post-prodüksiyonundaki rengin tamamı, sesin bir kısmı Bükreş ve Belgrad’da oldu. Romen oyuncumu çok severim. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tepelerin Ardında</em>’dan hatırlarsınız: Valeriu Andriuta. Filmdeki Iliescu… Hatırlar mısın Deniz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tepelerin Ardında</em> hem benim hem de Gizem’in çok sevdiği bir film ancak hatırlayamadım şimdi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Söyleşinden sonra bir gir bak; Valeriu çok özel bir oyuncu. Moldovya kökenli; hâlâ konuşuruz, yazışırız, Bükreş’e gideriz, yeriz içeriz birlikte. Barbu buraya gelir, benim Urla’daki evimde kalır, tatil yapar eşiyle. Çok sevdiğim, özel insanlardır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Ben bir şey soracağım ama önce Gizem, seninle konuşmuştuk, değinmek istediğin bir sahne vardı. Biraz cinsel yanı da olan bir sahneydi. Onu bir sorar mısın? Çünkü onunla ilintili bir şey sormak istiyorum, adım adım gidelim diye onu önceliklendirmek istedim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Sormadan ben cevap vereyim; o sahneyi bir masumiyet arayışı olarak çektim. İçerisinde bir erotizm de var aslında. Biraz da adamı bu kadar da şey bırakmadım, çok da masum bir yerde bırakmadım.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Öbür türlü olsa inandırıcı olmazdı zaten. Bence bu tercihiniz çok yerinde.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Ama bu kadar hırgürün, bu kadar inanmadığı şeyin, rezilliğin ortasında bir tane melek gibi, özellikle vurguladım onu melek dövmeli diye; ama geçici melek dövmeli bir kızla karşılaşıyor. Belli ki o da silinecek, yani orada kalmayacak. Onu anlatmak istedim, orası bir nefes alma yeri olsun. Çünkü daha sonra şoförüyle olan hesaplaşmasını da beslemek lazımdı.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Tam da orasıyla ilgili bir soru sormak istediğim için buradan gelmek istedim. Şimdi şoför çok sinik bir karakter. Ne derse densin “Abi özür dilerim, abi özür dilerim…” diyor. Biraz da yalaka…</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Ama belli ki bir şeyler de yapıyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Bir hinoğluhinliği var ama hep onu gizlemeye çalışan bir yanı da var. O sahnedeyse bir kırılma yaşanıyor. Doktor “Senin anana, bacına yapsalar hoşuna gider mi?” diyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Adamı zıvanadan çıkarıyor aslında.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> O bir kırılma noktası oluyor. Orada iki şey çok manidar geldi bana. O ana kadar her şeyi çok sineye çeken, hem de hinoğluhin bir tavırla hayatına devam eden adam bir anda yüz seksen derece dönüyor. Ben Ahmet Aslan’ın <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bir Ömür Düşünmek</em> kitabını okurken şu cümlelerden çok etkilenmiştim, kelimesi kelimesine değil de aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım: “Herkes, her millet kendi yarattığı değerin peşine düşer. Hürriyet, cumhuriyet, eşitlik gibi değerler bizim yarattığımız değerler değil, dolayısıyla bizim için kitabi anlamda önemi olan değerler. Ama namus dendiği zaman, işin rengi değişir bir anda, birçoğumuz için.” Bunun çok güzel bir özeti olduğunu düşünüyorum o sahnenin. O noktaya kadar her şeyi sineye çeken adam için bir anda, lafzi olarak “Şöyle şöyle olsa hoşuna gider mi?” denmesi bile zıvanadan çıkmasına yeterli oluyor. Bunu nasıl yorumlarsınız? Bir ikiyüzlülük mü, yoksa yarattığı değere sahip çıkmak mı? Nasıl geliyor size bu?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Kemal Güner’in elinde avucunda sanki bir tek şey kalmıştı: O kız; melek görünümlü kız. Yani gecenin sonunda aslında adamın bu dünyaya dair hâlâ ümit etmesine vesile olacak yegâne sebep o kızdı; onu da şoförü elinden aldı. Hayal kırıklığı bu anlamda Kemal Güner için yeterince güçlüydü. Kavga sahnesini diğer birçok plan sekansta olduğu gibi defalarca çektik. Beni daha çok dövdüğü çekimler de var. Bazıları olmadı, bazıları oldu filan ama… Galiba İnanç’la bayağı tartışarak, biraz da doğaçlama yaparak götürdük. Yani çok sevdiği, çok bağlı olduğu, hiçbir şey için vazgeçemeyeceği birisini, nasıl böyle zıvanadan çıkıp tekme tokat döver? Bayağı bir kendi içimizde de yorumladık diye hatırlıyorum. “Evet, bacısına küfretsin; bi’ de abi,” diye düşündük. İnanç da orada sinirlenip sinirlenmediğini hissetmeye çalıştı. Biraz böyledir, set bazen ilham verir insana. Evet, o tarafımız hassas; demek ki hâlâ feodal öğelerin ruhumuzda taşındığı bir gerçek. Anlaşılabilir bir şey… Antropologların, sosyologların ilgi alanı biraz bu. Biz çalışıyor mu, çalışmıyor mu, ona bakarız kamera arkasında.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Bağlantılı olarak bir de şöyle bir şey soracağım. O sahnede şunu çok hissetmiştim. Alev Alatlı’nın bir tabiriydi. Biz biraz horozlanan bir milletiz. Birbirine kabarmayı etmeyi seven bir milletiz, diyordu. Ama burada medeni cesaretten yoksun bir kabarma var. Herkes gücünün yettiğine kabarmaya çalışıyor, ki bu “Bir Zamanlar Anadolu’da”da çok daha yoğun bir şekilde var. Herkes gücünün yettiğinin yüzüne karşı bir şey söylüyor, gücü yetmiyorsa arkadan birtakım hakaretler ediyor. Burada da doktorda bir medeni cesaret yoksunluğu görüyor musunuz? Genel anlamda bizim toplumumuzda da böyle bir medeni cesaret yoksunluğu olduğunu düşünüyor musunuz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Medeni cesaret diye tarif ettiğin şeyi biraz açar mısın?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Şöyle düşünüyorum ben. Doktor da, Bir Numara’nın karşısında çok siniktir ama yanıt veremeyeceğini bildiği birine karşı –ki şoför onlardan biridir– çok serttir. Çok net konuşur. Burada bir medeni cesaret yoksunluğu hissediyorum ben.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Herkes kendi hesabının peşinde tabii; maskelerimiz var, onlarla yaşıyoruz. Onlarla sürdürüyoruz hayatımızı; hiç kimse tek bir davranış türüyle davranmıyor. Çocuğuna, eşine, komşusuna, ne bileyim, patronuna… Herkes farklı yüzünü gösteriyor, farklı bir maskeyle çıkıyor karşısına ve tutunmaya çalışıyor, herkesin hesapları var, dengeleri var. Ben bütün bunlara rağmen, insanın kendisine olan saygısıyla ilgili çok kritik yerlerde bazı dönemeçlerin olduğunu düşünüyorum. Tarkovski kadar acımasız değilim doğrusu ama Tarkovski’ye de hak vermiyor değilim. Der ya o, “İnsan bir kez ilkelerine karşı ödün vermişse, artık bundan sonra lekesiz yaşayamaz.” Valla modern çağın insanları çoktan geçti oraları. Leke filan hak getire… En azından şu kaygıyı, kendimize olan saygımızı kaybetmemeliyiz meselesini sürekli olarak cebimizde taşıyalım. Bunu görelim, hatırlayalım; vazgeçmeyelim. Kendime de bunu öneririm. Ama ne kadar, nasıl yapıyorum? Bu çağa nasıl ayak direnir insan? Nasıl kendisine saygısını kaybetmeden yaşamaya devam eder? Hakikaten zor bir yolculuk. Ama vazgeçmeden sürdürüyor olmak bile, o yolun yolcusu olmak bile iyi bir şey. Ben kendi adıma –artık biraz başka bir şey konuşuyoruz, artık sinema yapmak dışında bir şey belki ama– böyle bir adam olmak isterim. Onun için uğraşır, ona çabalarım. Yaptığım işler de bundan ayrı şeyler olmasın isterim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Bağlantılı olduğu için sorayım dedim: Kendimize saygımızı kaybetmeden Türkiye’nin sanat ortamında –edebiyat olabilir, sinema olabilir– var olabilmek, ilerleyebilmek mümkün mü sizce?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Sadece sanatçı için değil hekim için, işçi için, avukat için, mimar için de… Herkes için geçerli değil mi? Yaşama sanatı dediğimiz bir sanat var ve buna halel getirmemektir aslolan. Çünkü hayat bize sunulmuş bir armağan; biz de bunu doğru düzgün, adam gibi, hakkıyla yaşamalıyız. Yaşama sanatı denilen şey bu. Bir mimar için de, avukat için de, benim için de geçerli; yönetmen için zaten öyle ya da edebiyatçı için. İnsan bazen bunların dışında da kendisinden vazgeçtiği, kendisine saygı duymaktan vazgeçtiği anlar yaşar, olur. Bu nasıl olur, niye olur? İşte, belki de yazarken, çekerken filmlerimde, senaryoların, kitapların peşinde koşarken, belki de bunları anlatmaya çalışıyorum. Bunların peşine düşüyorum, bunlar bana çok çekici geliyor. Niye sorusunu soruyorum her seferinde, niçin, neden? Bütün bunlar bize sinema yaptırıyor, hikâye yazdırıyor. Bir yaramız var, sürekli onu kaldırıp altındaki sebebi arıyoruz. İyi ki öyle yapıyoruz; çünkü merhemi de orada zaten. Şifası da orada. Başka türlü olmaz. Onu görmezden gelmemeliyiz, onun üstüne üstüne gitmeliyiz. Kendimizle uğraşmalıyız, kendimize hesap sormalıyız. Kendimizi didiklemeliyiz. Vazgeçmemeliyiz bundan. Ama bu çağ, evet, zor bir çağ.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Sinemayla ilgili bir soruyla bitirmek istiyorum. Bu filmi çektiğinizi öğrendiğimde şu anlamda çok memnun olmuştum. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Evvel Zaman</em>’da şuna benzer bir cümle kurmuştunuz: “Şimdi Nuri Bilge’nin durumuna bakıyorum da yönetmen olmayı çok istedim ama iyi ki doktorluğu tercih etmişim.” Ama ondan sonra tekrar, bir röportajınızda da demişsiniz, aslında özgüvensizlik sanat için iyidir, emin olmama hali iyidir diye… Cesaret edip girmenizden ben çok memnun olmuştum, bunun çekildiğini öğrendiğimde. O cesareti nasıl buldunuz kendinizde?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ercan:</strong> Güncede yazdığım şey hâlen geçerli. İyi ki doktor olmuşum; çok da haksız bir cümle değil. Doktor olmasaydım bu kadar kolay yol alamazdım sinemada Deniz. Çünkü seçme özgürlüğü verdi bana, ekmeğimi kazandığım bir iş, saygınlığı olan bir meslek. Diğer mesleklere göre, sahaya 1-0 galip çıkan bir meslektir. Avantajları çoktur, zorlukları da vardır ama çok hikâye bağışlar insana. Hekimler bilge insanlar gibi de düşünülür. Hekim olduğum için bir profesyonelin başına gelebilecek mecburiyetler, zorundalıklar benim için yoktu. Bu yüzden <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Evvel Zaman</em>’da da “İyi ki doktor olmuşum,” derken, hani kaçacak yerim var, gidecek yerim var, buna da katlanmak zorunda değilim canım dediğim anlar olduğu içindi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">NOT: Bu söyleşi ilk olarak 21 Mayıs 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-58183000185840960862021-05-23T01:55:00.006+03:002023-10-15T17:10:14.531+03:00Rastgele Kadraj: “9” Üzerine Bir Sohbet<br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeCjLD5fS9IdJym52rarfpzDH_1cyv3Uw78_uqhvKklrBNOGHgmp-iGf33GQYBTgJ8ZyAbuslag8bpub2VYXrKZjgWFs7hIJH3ZaoHStJs8eSenH6CLqnI9hYp3DLPNSgsWLVkazyQa24/s960/nine-9.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="672" height="345" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeCjLD5fS9IdJym52rarfpzDH_1cyv3Uw78_uqhvKklrBNOGHgmp-iGf33GQYBTgJ8ZyAbuslag8bpub2VYXrKZjgWFs7hIJH3ZaoHStJs8eSenH6CLqnI9hYp3DLPNSgsWLVkazyQa24/w241-h345/nine-9.jpg" width="241" /></a></div><div><br /></div><div style="text-align: center;">Yönetmen Ümit Ünal'la <i>9</i> filmi üzerine Deniz Kıral'la birlikte sohbet ettik. </div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;"><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Bugün <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em> üzerine doğaçlama sohbet etmek istiyoruz. Fazla vaktinizi almadan başlayalım. Bir röportaj gibi olmasından ziyade, üçümüzün ortak bir sohbeti olarak konumlandırmaya çalışalım istiyoruz elimizden geldiğince.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Buyrun.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Ben şöyle bir başlangıç yapayım: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’u ilk izlediğimde “Müthiş bir içerik-biçim uyumu” dediğimi hatırlıyorum. Bu sohbet için tekrar izlediğimde de ağzımdan, istemsiz, aynı cümle döküldü. Hikâye ile anlatım biçimi müthiş bir uyum içerisinde.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Teşekkür ederim. Burada biçim, içerik birlikte gelişti. Birbirini doğurdu. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> İçerik ve biçim uyumunu biraz açmak ister misin, Deniz? </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Evet, bu film özelinde bunun oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’un sinema yapmak isteyenleri de yüreklendiren bir yanı olduğu kanaatindeyim. Girift bir hikâye var ancak bu çok yalın bir teknikle anlatılmış. Burada “birbirini doğurdu”dan kastınız nedir Ümit Bey? Çıkış noktasını biraz açabilir misiniz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> 1996’da reklam şirketinde çalışıyordum. İKSV festivalleri için tanıtım filmleri hazırlıyorduk, bir kısmını ben çekiyordum. Tiyatro Festivali için bir film çekmiştik. Oyuncular hazır bir ışığın altına gelip bize çeşitli “masklar” yaratmışlardı. Sonra bu filmin bir de uzun versiyonunu kurguladım. Onu kurgularken insan yüzünün ne kadar etkili olduğunu gördüm. Yakın plan insan yüzlerinden oluşan bir film hayal ettim. Bu nasıl bir hikâye olabilir diye düşünürken cinayet sorgusu fikri çıktı. Oradan <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘a vardım. Bir de bu filmlerin bazısını bütçe azlığı yüzünden video çekip 35’e basıyorduk. Bu tekniği uygulamayı öğrenince uzun metraja uygulayabileceğimi düşündüm. O sırada Türkiye’de hiç denenmemişti, yurt dışında örnekleri vardı. Filmi video estetiği ile oluşturmayı hayal ettim. Hikâye de ona göre şekillendi. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Tam da bu nedenle, müthiş bir içerik-biçim uyumu olduğunu düşünüyorum ben de. Hikâye ve biçim birbirine etle tırnak gibi bağlı burada.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Sinemada maliyet getiren şeylerin başında mekân değişikliği gelir, küçük bütçeli film yapmak isteyen yönetmenler genelde tek mekânda geçen filmlere yönelirler. Ancak tek mekân her zaman düşük bütçenin garantisi olmayabilir. Tek mekânda geçen bir film de karmaşık mizansen ve kamera hareketleri, özel ışıklar, efektler vb. içeriyorsa oldukça pahalıya gelebilir. Benim derdim küçük bütçeli bir film yapmak ama film kalitesi konusunda hiç bir şeyden fedakarlık etmemekti. Bu nedenle, tek mekân içinde kadrajı da teke indirdim. Filmi tek mekân, tek kadraj ve tek sorgu ışığı altında bir film olarak tasarladım. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Kimi zaman “kısıtlar”ın yaratıcılığı kamçıladığını düşünüyorum; Tarkovski’nin onca sansür altında birçok şaheser yaratması bunun bir kanıtı sanırım. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’un da bu anlamda kısıtlardan beslenerek kısıtları aşan bir film olduğu kanaatindeyim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet. Yoksunluktan bir üslup çıkarma denemesi diyebiliriz. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Filmin detaylarına geçmeden önce, sizin sinema bakışınızla ilgili bir soru sormak istiyorum: Gerek <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’u gerekse <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Sofra Sırları</em>’nı izlerken sahnelerin ustalıkla birbirine bağlandığını ve estetik dilin bir anlatı unsuru olarak filmde yer aldığını gördüm. Bunun birincil sebebi, senaryoların kuvveti. Sinemaya bir senarist olarak başladınız; peki bugün sinemanızda başat öğenin hâlâ senaryo olduğunu söyleyebilir miyiz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet senaryo benim için hâlâ bir çıkış noktası. Senaryosuz film çekmeyi pek hayal edemiyorum. Ama <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘u yazarken bildiğim yöntemleri kullanmadım. Senaryoyu bildiğim ve alıştığım yöntemlerin tersine, hiçbir plan, tretman kurmadan yazdım. Arada ilerisi için notlar alıyordum ama özet hikâye yoktu. Senaryo sadece diyaloglar üzerine kuruluydu. Diyaloglar geliştikçe silip yeniden yazarak, herşeyi yazı sırasında keşfederek senaryoyu oluşturdum. İlk yazım bir buçuk ay kadar sürdü. Sağlı sollu, aksiyon/diyalog yazımını da terketmiştim. Çok az görsel tanım vardı. Senaryonun çoğu sadece diyalogtan oluşuyordu. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Biçimin, içeriği ortaya koymak açısından oldukça önemli olduğunu düşünsem de, tıpkı filmde bir replikte Firuz’un da dediği gibi, bu hikâye nereye çekersek oraya gidiyor mu sizce? Yani, anlattığınız farklı okumalara açık bir hikâye mi? Aslında şunu da merak ediyorum. Film, yönetmeninden çıktıktan sonra artık izleyicisine mi ait? Sizin ne anlatmaya çalıştığınızdan ziyade izleyicinin ne anladığı mı önemli?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Bu bir anlatı tekniği. Farklı bakış açılarından hikâye oluşturmak. Filmin sonunu açık uçlu bırakmak da bir tercih. Ama aslında dikkatli seyirci açık olmadığını, benim belirgin bir katil ile yola çıktığımı anlayacaktır. Yani aslında seyirciye bırakıyormuş gibi yaparken, temelde yine seyirciyi yönlendiren, sağlam dramatik kurgulu bir metin var. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’da bir puzzle yapısı kurmak istedim. Hani düz bakınca bir şeye, çevirip tersten bakınca başka bir şeye benzeyen çizimler vardır. Bakış açınıza göre yaşlı bir kadın ya da genç bir kız olur. Tıpkı 9 rakamının 6 olabilmesi gibi. Nereden, hangi taraftan bakılırsa onun anlaşılabileceği bir yapı. Elinizde çevirebileceğiniz üç boyutlu bir biblo hayal edin, her çevirişte başka bir şeye benzesin. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’da bunu hedefledim. Filmde hemen hemen her soru cevaplanır, biri dışında: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Katil kim?</em> Katil baktığınız açıya göre değişebilir. Katilin kim olduğu, filmin yazarı olarak, benim bakış açımdan çok belirgin. Ama başka bir açıdan bakan bir seyirci, filmdeki karakterlerden herhangi birini katil sanabilir. Bütün uçları açık bıraktım. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Farklı bakış açılarından anlatılan hikâye aklıma <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Adı Vasfiye</em> filmini getirmişti. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet. Sinemada, romanda çok örneği bulunabilir. Ben <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘u çekmeden önce seyretmemiştim ama birçok yerde <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Raşomon</em> (Kurosawa) ile karşılaştırıldı.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz: </strong><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">“Katil kim? Katil baktığınız açıya göre değişebilir. Katilin kim olduğu, filmin yazarı olarak, benim bakış açımdan çok belirgin. Ama başka bir açıdan bakan bir seyirci, filmdeki karakterlerden herhangi birini katil sanabilir. Bütün uçları açık bıraktım.”</em> Ben filmin gücünün biraz da bu düşüncede yattığını düşünüyorum. Zira evet, “ucu açık” olmasına rağmen, sizin de belirttiğiniz gibi, arka planda ince ince kurgulanmış bir senaryo olduğu hissediliyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> 6’nın 9’a dönmesi akla birkaç farklı yorum getirebilir diye düşündüm.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">1- Kirpi’yi kurtarmaya çalışan, yani en masum olan sonunda suçlu ilan ediliyor. Yani adalette her şey tersine dönüyor der gibi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">2- Filmin sonunda Kirpi’nin kolyesi emniyette sorgu yapılan yerin merdivenlerinde bulunuyor. Olayın zanlısı aslında polis olabilir mi? Polis, kendi suçuna suçlu arıyor olabilir mi? 6 ve 9, her şey bu anlamda görünenin tam tersi olabilir mi? Filmin açılışında yer alan alıntıdaki “sessizce çalışan makine”, işini sessizce gören sistem, adaleti hasıraltı eden ve en önemlisi katil olan devlet mi? Sorgu odası da yer altında; derin devlet der gibi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">3- İdeallerini kaybetmiş, kendilerini saklayan insanlar. Ütopyasını kaybetmiş adam, ilk aşkını kaybetmiş kadın, dünyayı değiştiremeyip geri dönen gizli baba, eşcinsel aşkını gizleyen evli fotoğrafçı, bir fahişenin memesinde ağlayan genç erkek, babasından yediği dayaklardan usanmış kayıp bir ülkücü. Bu anlamda da 6 ile 9, yani görünen ile gerçekte olan mı?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">4- Film 6 kişinin çevresinde dönse de, aslında 3 kişi daha var. Cesedi bulan Manav, Kaya’nın nişanlısı ve sorgulama yapan polis. Yani aslında 6 değil 9 kişi var. Herkes mi suçlu, çember daha mı geniş? Veya sorguda gördüğümüz 8 kişi değil, yüzünü görmediğimiz 9. kişi yani polis mi suçlu?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Hepsi. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9, </em>Türk toplumunun benim durduğum yerden bir panoramik görüntüsünü çekme ve bunu polisiye bir örgü içinde aktarma deneyidir. Filmdeki her karakter bir kesimin temsilcisidir. Yenik asiler, kayıp gençler, Türkiye’de kadın varoluşunun en uç iki noktasında duran iki kadın, iktidara en yakın gibi görünen ama en uzakta duran bir yalnız adam… Hepsinin günlük hayatta birçok benzeri bulunabilir. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Teyzem</em>’den sonra profesyonel senarist havasına girmiştim, kafamı Yeşilçam’a kiralamaya başlamıştım. Belli formüllere göre, ticari, ticari olmasa bile sonuçta insanları etkilemeye çalışan, insanların zaaflarından yararlanmaya çalışan işler yazıyordum. Bence <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’un farkı, kendimi her aşamasında tamamen serbest bıraktığım bir film olmasıdır. Yazarken, çekerken, kurgularken seyirciyi, eleştirmenleri, festivalleri hiç düşünmedim diyebilirim. Kendimi önceden bir formülle, bir sloganla kısıtlamadım. Sonunda ne çıkacağını bilmiyordum. Açıkçası tek odada geçen, sadece sözlere dayalı bu metinden bir film çıkıp çıkmayacağını bile bilmiyordum. (<em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Işık Gölge Oyunları</em> kitabımdan <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em> ile ilgili bölümden alıntılar yapıyorum arada.)</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Burada şöyle bir soru yöneltmek istiyorum: Gizem’le sohbetlerimizde benim takıntılı bir şekilde dile getirdiğim ve maalesef toplumda çok sık gördüğüm bir tutum var: Suçu veya suçtaki payını üstlenmeme. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘un karakterlerinde de benzer bir özgüvensizlik ve medeni cesaret yoksunluğu görüyorum: Biraz Marquez’in <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kırmızı Pazartesi</em>’si gibi bir hava var.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet herkesin suçlu olduğu bir dünya. Herkes birbirini içten içe yok etmeye çalışıyor, iktidar karşısında birbirini suçluyor. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>’un temel metaforu gündelik faşizmdir. Birbirimizi nasıl mahvediyoruz, otorite ile karşı karşıya kalınca nasıl birbirimizi satıyoruz, nasıl iktidarın dilini konuşuyoruz…</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Ama sonunda fatura “öteki”ye kesiliyor. Bir yabancıya (Yahudi), bir kadına, başkalarının toplumsal ahlak değerlerini umursamadan gönlünce yaşayan birine.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Faşizmin 20. yüzyıldaki en büyük kurbanları Yahudiler, neredeyse tüm dünyanın bilincine kazılı bir simgeye dönüştüler. Kirpi’nin büyük olasılıkla Rusya ya da Ukrayna’dan gelmiş bir Yahudi olmasını, tüm halkayı tamamlayacak, filmin alegorisini bütünleyecek bir unsur olarak düşündüm. Yahudi müzikleri, özellikle Yiddish şarkıları her zaman hoşuma giderdi. Öyle bir çocuk şarkısı kullanmak istiyordum. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Saposhkelekh</em> şarkısını Zeynep Özbatur’un şirketinde <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">İstanbul Masalları</em>’na çalıştığımız sırada tanıştığım Alman yapımcı Judit Ruster önerdi. Onun da annesinin dinlediği meşhur bir anonim şarkıymış. Şarkıyı filmde asistanlık ve oyunculuk da yapan Sezgin Devran sadece vokal olarak çok güzel seslendirdi. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Yahudi olmasını denklemden çıkarsak bile, Kirpi, dikenli, yani bir düzen bozucu. Toplumun görmek istemediği bir karakter. Toplum için, düzen için bir tehdit. Ve toplum kendisi gibi olmayanı, normale dönmeyeni bir şekilde yok ediyor. Düzene en uymayanın özgürlüğü elinden alınıveriyor. Bu şekilde okuyunca da toplumun ikiyüzlülüğünü çok başarılı bir şekilde yansıtıyor film. Kirpi, korunaklı mahallenin aslında ne kadar tekinsiz olduğunu; söylenenlerin değil söylenmeyenlerin gerçeği oluşturduğunu ortaya koyuyor. Cinayet de ikiyüzlü ahlak anlayışlarını ortaya çıkarıyor. Tunç’un söylediği gibi, herkesin birbirini sevdiği bir mahalle değil burası. (Bu bağlamda “Rastgele Kadraj”ın <a href="https://parsomenedebiyat.com/2021/04/01/rastgele-kadraj-tepenin-ardi-uzerine-bir-sohbet/" rel="noreferrer noopener" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;" target="_blank">geçen bölümünde</a> ele aldığımız <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tepenin Ardı</em> filmiyle de uyuşan bir mesajı olduğu söylenebilir.) Zaten Kirpi’nin cinayet zanlısı olarak ilk zikredilen isim de, diğerlerine kıyasla norm dışı olan “pis komünist” Salim.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: left;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Burada “erk”le olan ilişkinin de, yine <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Tepenin Ardı</em>‘nda olduğu gibi ön planda olduğunu düşünüyorum. Ali Poyrazoğlu’nun canlandırdığı Firuz karakterinin baştan itibaren “mahvolmuş” görünmesinin ardında da bu erk ve erkin erkeklikle dirsek teması olduğu kanısındayım. Diğerlerinden farklı olarak Firuz, ilk andan itibaren tarifsiz bir korku hisseder ve bunu bütün jestlerinde, mimiklerinde görürüz. Bunda cinsel yönelimini daha fazla gizleyemeyeceğini fark etmenin korkusu olduğunu düşünüyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit: </strong>Ali Poyrazoğlu’nu <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Arkadaşım Şeytan</em>’dan beri severdim, Amerikalı rolünün ona yakışacağını düşünmüştüm. Ali Poyrazoğlu, ilk buluşmamızda senaryoyu eline aldı, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Bu ne? Hım, Dokuz… Tamam oynuyorum</em> dedi ve bir kenara koydu, kapağını bile açmadan. Ama senaryoyu okuyunca Firuz karakterini oynamak istediğini söyledi. Senaryodaki Firuz yirmili yaşlarda arkadaş grubundan, Kaya ile Tunç ayarında bir çocuktu, mahallenin zenginlerinden birinin oğluydu. Önce bu istek çok tuhaf geldi, yine de düşünmek için izin istedim. Sonra Firuz’un diğer iki mahalle delikanlısından daha yaşlı olması fikri hoşuma gitti ve senaryoyu buna göre değiştirdim, yeniden yazdım. Böylece aslında Firuz karakteri daha dokunaklı biri oldu. Yaşadığı aşk da daha yakıcı, insanın içini acıtan bir hal aldı. Türk filmlerinde eşcinsel karakterler çoğunlukla “macho” yönetmenlerin elinde dışarıdan bir bakış açısıyla, çoğunlukla karikatürize tipler olarak hayat bulabilir. Firuz, sinemamızda bir derinliği olan ve kendini cesaretle ifade edebilen ender eşcinsel karakterlerdendir. Daha önce Türk Sineması’nda Firuz’un filmin sonunda yaptığı gibi açık ve samimi bir eşcinsel ilan-ı aşk gördüğümü hatırlamıyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem: </strong>Kirpi’nin sesini şarkı söylerken duyuyoruz ama Kirpi’nin konuştuğunu hiç duymuyoruz. Bu tercihiniz; ötekinin sessizliğini, sesinin duyulmayışını, fikirlerinin yok sayılışını da imliyor mu?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Kirpi’yi belirsiz bırakmak için konuşturmadım. Konuşsa kim olduğu, nereden geldiği daha açık anlaşılabilirdi. Daha efsane gibi kalsın istedim.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Kirpi’nin görüntü olarak da flu kalması benzer nedenle o zaman. Mahalleliye uzak, yabancı, onlardan farklı olduğundan öyle bıraktığınızı düşünmüştüm.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: left;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit</strong><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">:</strong> Evet.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Burada da yine biçim ve içerik uyumunu görüyoruz, Gizem’in belirttiği gibi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Bir sorum daha var ses konusunda. Geçmişteki kavga-ölüm için özellikle mi seçtiniz “davul sesi” içeren bir olayı? Akla şu deyişi getiriyor: “Davulun sesi uzaktan hoş gelir.” Uzaktan, dışarıdan herkese görünen farklıdır ama işin aslı, özü farklıdır, der gibi. Bu deyiş, 6-9 ikiliğindeki zıtlıkla da uyumlu. Aslında 6 ama 9, göründüğü gibi değil.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Davulcunun öldürülüşü mahalledeki ilk cinayet. Salim “onun davulunun sesi mahallenin üzerinde asılı kalmıştır” diyor. O yüzden sık sık giriyor davulcunun sesi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Burada oyuncu seçimi ile ilgili birkaç soru yöneltmek istiyorum ben de izninizle. Yine “içerik biçim” uyumuna bir vurgu yapmak isterim: Bu senaryo, kuvvetli bir oyunculuk gerektiriyor; seçimler de buna göre yapılmış. Öncelikle şöyle bir soru yönelteyim: Ben sinemanızın genel olarak “kuvvetli oyunculuk” ilkesi üzerine oturduğunu düşünüyorum. İzlediğim filmlerinizin senaryolarının amatör oyuncular tarafından kotarılamayacağı kanaatindeyim. Öte yandan Nuri Bilge Ceylan, senaryo da uygunsa kimi zaman amatör oyuncuların çok büyük bir zenginlik kattığını da belirtiyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Ben oyuncuları seviyorum. Yazarken bir oyuncuya göre düşünmeyi seviyorum. Oyuncularla alışverişi, onların yeni fikirlerle gelmesi, karaktere kendilerinden bir şeyler katmaları hoşuma gidiyor. Filmlerde de bir parça “yapay” hava seviyorum. Doğalcı olmak gibi bir iddiam hiç olmadı. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz: </strong>Oyunculardan yola çıkarak bir soru daha sormak isterim. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Işık Gölge Oyunları</em> kitabınızda şöyle diyorsunuz: “Cezmi Baskın’ın da oynayacağı karakterle ilgili önerilerini kabul ettim.” Ardından da Cezmi Bey’in karakterinin mahalle ile hiç ilişkisi olmadığını; oysa zamanında örneğin Saliha ile bir ilişkisinin olabileceği fikrinin karakteri kuvvetlendireceği fikri üzerine senaryoda büyük bir değişiklik yapıyorsunuz.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: left;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz: </strong>Bu epey ilgimi çekti; zira filmi izlerken senaristin kafasında her şeyin çok “net” olduğunu düşünmüştüm; oysa çekim başlayana kadar önerilere açık kalmayı tercih eden bir yazım tarzınız var sanırım?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit: </strong>Ama o bahsettiğim süreç çekimin çok öncesi, yazım aşamasında. Çekim öncesi her öneriye açığım, çekimde daha inatçı oluyorum.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Peki, soruyu biraz daha değiştirip şöyle sorayım: Kurgu masasına geçtiğinizde artık her şey belli midir yoksa bu açıklık hali hâlâ devam ediyor mu?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Ben kurguya çok şey bırakmam. Çekim sırasında filmin kurgusu da büyük ölçüde belirlenir. Hele ekonomik çalışmam gereken filmlerde bu fazlasıyla böyle. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘un da kurgusu daha senaryoda belliydi. Ama tabii ki uzun gelen, kısalttığımız vs. yerleri olmuştur.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Aslında tam da bu ilgimi çekiyor sizin sinemanızda: Yanlış hatırlamıyorsam Yaşar Kemal bir röportajında romanlarının tamamını kafasında yazdığını, sonra da oturup kâğıda geçirdiğini söylüyordu. Sizin senaryo aşamasına büyük önem verdiğinizi, çekimde de kafanızdakini almak için çabaladığınızı; kurguyu ise daha ziyade mekanik bir birleştirme, belki, sizin de belirttiğiniz gibi, sürelerle ufak-tefek oynama aşaması olarak gördüğünüzü düşünüyorum. Katılır mısınız?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Aynen öyle. Kimi yönetmenler için kurgu filmin yeniden yaratıldığı yer. Ben kurguyu yaptığın şeyin son uygulaması olarak görüyorum. Elbette seste, efektlerde vs. yaratıcı bir süreç işleyebiliyor ama olay kurgusu değişmiyor. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Tekrar filmin içeriğine dönerek bir soru yönlendirmek istiyorum.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: left;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Buyrun.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Bu filmde çok fazla “baba” mevzusu var gibi geldi bana. Kaya’nın babası ölmüş deniyor ama aslında kaçmış. Kaçan baba da Salim’miş. Tunç’un babası ona şiddet uyguluyor. Firuz homoseksüel olduğunu gizleyen, hatta belki de bunu gizlemek için babaya dönüşen bir figür izlenimi veriyor biraz. (Tam hatırlayamadım ama Amerikalı babasından bahsetmiyordu sanırım, annesinden bahsediyor oysa.) Filmin sonlarına doğru ortaya çıkan Kaya da ilk suçlu olarak babası olduğunu bilmeden babasını suçluyor. Daha geniş anlamda ise “devlet baba” var. Bu filmin babalık ile alıp veremediği bir şey var mıydı aklınızda senaryoyu yazarken?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Bence genelde Türk toplumunun “baba” figürü ile dev bir derdi var. Babamızın sevmediği, babasına benzemekten de kurtulamamış çocuklarız bence. Toplumun büyük çoğunluğu, babasından intikam alamamış olmasının ezikliğiyle yaşıyor. Sürekl bir baba otoritesi arayarak. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz: </strong>Yavaş yavaş toparlayalım.Son bir sorum var: <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Işık Gölge Oyunları</em>’nda <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘un deneysel olduğunu kabul etmem gerek diyorsunuz, “deneysel” kelimesini pek sevmemenize rağmen.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: left;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Evet.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz: </strong>Bugün geriye dönüp baktığınızda hâlâ sizin için olumsuz bir anlama geldiğini söylediğiniz “deneysel” kelimesini bu film için kullanır mısınız?</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit: </strong>Ne yapmak istediğimi, ne anlatmak istediğimi çok iyi biliyordum. O manada bir deney değil. Ama yapım açısından tam bir deneydi. Bir de açıkçası, 90 dakika boıyunca sürekli konuşan kafalardan oluşan bir film seyirciyi ikna eder mi emin değildim. O da yapmadan anlaşılmayacak bir şeydi. Deneysel kelimesini bu manada kullanırsam, evet deneyseldi. Ama genelde deneysel deyince “bir deneyelim, ne çıkarsa” gibi bir şey anlaşılıyor. O manada denemedim, bilerek yaptım.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz: </strong>Ben de tam buna vurgu yapmak için sormak istemiştim: Bence o anlamda deneysel değil; bilakis, nereye gitmek istediğini çok iyi bilen bir film var karşımızda.</p><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: left;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit: </strong>Evet. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Gizem:</strong> Bizi ikna etti. Biz <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em>‘u çok sevdik, Ümit Bey. Bir izleyici olarak çok teşekkür ederim, elinize sağlık. Hem anlamlı hem keyifli bir seyirdi.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> Ümit Bey hem <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">9</em> hem de keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Ben teşekkür ederim. Benim de en sevdiğim filmlerimden. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Deniz:</strong> <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Aşk, Büyü, Vs.</em>‘yi MUBİ’de görmek için sabırsızlanıyoruz. Belki daha sonra onun üzerine de konuşma şansını yakalarız.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Ümit:</strong> Elbette neden olmasın. </p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">NOT: Bu söyleşi ilk olarak 2 Mayıs 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p></div>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-25675493579889918592021-05-13T22:28:00.005+03:002022-04-26T15:09:56.011+03:00"Persian Lessons" (Umudun Dili) filmi üzerine iki çift lakırtı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvS3F1DYevx_BShcPjr6XYK3OrnHrO-b9pkQXMOZNIq88zyeA2Lq54EXeDm5k53gbfPb7aRqg6YTaXUKJV0qhg4z2uAlVQ1ZFFEkl0aW4HUg_qLiVHlMs32LTl8YW3eX8-gmU0iPt8ETQ/s960/persian.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="363" data-original-width="960" height="207" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvS3F1DYevx_BShcPjr6XYK3OrnHrO-b9pkQXMOZNIq88zyeA2Lq54EXeDm5k53gbfPb7aRqg6YTaXUKJV0qhg4z2uAlVQ1ZFFEkl0aW4HUg_qLiVHlMs32LTl8YW3eX8-gmU0iPt8ETQ/w549-h207/persian.jpg" width="549" /></a></div><p><br /></p><p>Wolfgang Kohlhaase'nin öyküsünden uyarlanan ve gerçek hayattan ilham aldığı belirtilen <i><b>Persian Lessons</b></i> (Umudun Dili) filmi, bir Nazi kampında hayatta kalmak için Farsça öğrenmek isteyen yüzbaşıya Farsça öğretmeye çalışan ama kendisi Farsça bilmediği için yeni bir dil uyduran bir Yahudi'nin hikâyesini anlatıyor.</p><p><br /></p><p><u>Filmin artıları:</u></p><p>1.<span style="white-space: pre;"> </span>Kendi kimliğinin yok edilmeye çalışıldığı bir ortamda kişi, yeni bir kimlik icat ederek hayatta kalmaya çalışıyor ama aslında o yeni kimliği de, eskiyi saklamanın bir yoluna dönüştürüyor. (Bu bağlamda filmin sonu gerçekten vurucu.)</p><p>2.<span style="white-space: pre;"> </span>Yeni bir kimlik ve dil arayışı, Nazi ile Yahudi arasındaki iktidar ilişkilerini neredeyse tersyüz ediyor. Kimlikler yüzünden çıkmış bir savaşta, bu iki kimlik dışındaki üçüncü bir kimlik bir nevi, umudun da taşıyıcısı oluyor.</p><p><br /></p><p><u>Filmin eksileri:</u> </p><p>1.<span style="white-space: pre;"> </span>Kimlik inşası, dil ve hafıza üzerinden veriliyor ama dil, sözcüklere indirgeniyor. Sözlük ezberleyerek dil öğrenilebilirmiş gibi, dilbilgisi ve sözdizimi hiç yokmuş gibi.</p><p>2.<span style="white-space: pre;"> </span>Hikâyesini dil üzerinden kuran bir filmde konuşulan dillere ve aksanlara da dikkat etmek gerekir. Filmde Gilles, Anvers’li ve burası, Belçika’nın Flaman bölgesinde yer aldığı için burada ağırlıklı olarak Flemenkçe konuşulur. Oysa Gilles, “aksansız” bir şekilde Fransızca ve de Almanca konuşabiliyor. Görünen o ki, Flemenkçe de konuşamıyor.</p><p>3.<span style="white-space: pre;"> </span>Yer yer ikna edici olmayan, biraz zorlama bir şekilde kotarılmış noktalar var. Örneğin, Gilles’in aslında İranlı olmadığını düşünen asker zaten onu İranlı diye bulup getiren ve bu sayede ödül alan asker olmasına rağmen, Gilles’in İranlı olmadığını ispatlamak istiyor ve bu konudaki takıntısına dair güçlü bir motivasyon verilmiyor filmde.</p><p>4.<span style="white-space: pre;"> </span>Ayrıntıları ince düşünülmüş olan film, ne yazık ki, tahmin edilebilir bir şekilde ilerliyor. Bunun nedeni biraz da, filmin Hollywoodvari kodlara sarılarak yüzeysel bir işleyişi tercih etmesi (Koch’un son sahnesi gibi, yer yer parodileştiği bile söylenebilir). Oysa film, yüzbaşı Koch’un dil öğrenme çabası ve bunun ardındaki motivasyon ile “Korkmaktan yoruldum” diyen Gilles’in psikolojik durumuna odaklansaydı, temelindeki zekice fikrin sahip olduğu potansiyeli iyi kullanmış ve meselesini güçlü bir sesle ifade etmiş olurdu.</p><p>5.<span style="white-space: pre;"> </span>Filmin başındaki ölüm sahnesi gibi, savaşı konu edinen filmlerde şiddet sahnelerinin estetize bir şekilde verilmesini etik bulmuyorum. Bu şahsi fikrim ve ayrıca ayrıntılandırılmayı hak eden bir konu.</p><p><br /></p><p>Beyaz Rusya’nın bu yılki Oscar’da aday adayı olan ve yapımında Beyaz Rusya dışından çok fazla isim yer aldığı için diskalifiye edilen, Rusya-Almanya-Beyaz Rusya ortak yapımı filmin yönetmeni Ukraynalı Vadim Perelman, senaristi Alman Ilja Zofin ve başrolündeki başarılı isim ise Arjantinli Nahuel Pérez Biscayart. Kimlik, kültür, dil gibi konular üzerine inşa edilen filmin de bir ülkeler karmasından çıkmış olması hoş bir tesadüf (mü) :)</p><p>Filmle ilgili olarak dil, kimlik, kültür, bellek, iktidar üzerinden kapsamlı bir okuma yapmak mümkün. Filmi izlerken, hem olumlu hem olumsuz anlamda aklıma birçok şey gelmişti ama film sonrasında, zihnimden bunlar döküldü.</p><p>Bu filmin kişisel belleğimdeki izdüşümüyse başka. İlkokulda yakın arkadaşım Şeyda ile bir dil uydurmuştuk. İkimizi, bizden başka kimse anlamasın diye. Oysa, insan büyüdükçe, anlaşılmanın aslında ne zor olduğunu fark ettikçe, daha çok anlaşılmak istiyor. Zaten sonra onun babasının tayini başka şehre çıktı. Dilimiz kimsesiz kaldı. Ve yok oldu. Dilimizle birlikte taşıdığı bellek de.</p><p><br /></p><p><br /></p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-437249008545657502.post-85317811498643024652021-05-02T17:23:00.003+03:002023-10-15T17:10:37.821+03:00Benim Sinemalarım: Evin içi, evin dışı, kadın bunun neresi?<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyKp-GGJWREdFrvDZRgKln5HS3cjHSYNMKVXKHlMWCIxsGEFnNVzy08-C-YBx8c4dc7QSRXC5S9cXmGQU0a5XBSWv9EjUgftiJfyc6y5OVfh2aYx5hH6gp-a4OGZ9BjdgBeL81DHvQ7ow/s1080/f%25C3%25BCruzan.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="807" data-original-width="1080" height="279" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyKp-GGJWREdFrvDZRgKln5HS3cjHSYNMKVXKHlMWCIxsGEFnNVzy08-C-YBx8c4dc7QSRXC5S9cXmGQU0a5XBSWv9EjUgftiJfyc6y5OVfh2aYx5hH6gp-a4OGZ9BjdgBeL81DHvQ7ow/w373-h279/f%25C3%25BCruzan.jpg" width="373" /></a></div><p></p><p style="text-align: left;"><br /></p><p class="has-text-align-right" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: right;">“İnsan ara sıra evini yakmalı – ve çıkıp seyretmeli.”<br style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;" /><strong style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;">Şule Gürbüz, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kambur</em></strong></p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">1973’te <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Benim Sinemalarım</em> adlı öykü kitabını çıkaran Füruzan, 1990’da da öyküyü senaryolaştırıp ressam Gülsün Karamustafa’yla beraber filmini çekmiş. Öykü ve film, aynı hikâyeyi paralel bir kurguyla anlatmakla birlikte olay örgüsünü verirken farklı bir sıralama tercih ediyor.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Film, öyküdekinden farklı olarak, ana karakter Nesibe’nin çocukluğundaki sinema sevgisine göndermeyle açılıp, öyküdeki gibi eski ve yoksul bir mahallenin betimlenmesiyle devam eder. Ancak açılışlarda, öyküdeki ton Füruzan’ın keskin kaleminin etkisiyle daha karanlıkken, filmdeki görsel betimlemeye şen bir müzik eşlik eder. Film ile öykü aynı şekilde bitmesine rağmen, başlangıçlarındaki bu farklılığın nedeni, izleyiciyi ilk andan buruk bir havaya sokmadan umut vermek olabileceği gibi, film ile öyküdeki vurgu farkı da olabilir. Filmde şen müzik eşliğinde sokaklarda yürüyen kadının, yani Nesibe’nin annesinin tek odalı eve girmesiyle müzik, evin ruh daraltan karanlığında son bulur. Öyküdeyse bu sokakları tepen kadın Nesibe’nin annesi değildir; Nesibe’nin annesine “(Nesibe’den) Bir haber var mı?” diye soracak mahalleli bir kadındır. Film, sokak (şen müzik) ile ev (boğucu sessizlik) çatışmasını besleyerek, Nesibe’nin evden (sokağa) kaçışıyla ilgili bir ipucu verir. Öyküyse yoksul sokaktan yoksul eve giren komşunun Nesibe’yi sormasıyla açıldığından “Kız evden kaçtı, elâleme ne diyeceğiz?” bakış açısını destekler; öyküde de belirtildiği üzere, namus her şeydir. Yoksulun tek varlığı, namusu ve haysiyetidir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Nitekim öyküde yoksulluğun tadı, kokusu, dokusu her bir satıra sinmiştir. Filmse, görselliğiyle yoksulluğu daha iyi gösterecek bir güce sahip olmasına rağmen, ne Füruzan’ın betimlemeleri ne de Nesibe’nin iç sesi kadar izleyiciyi vurmaz. Bunun bir nedeni, yaşadığı her şeyden yoksulluğu sorumlu tutan ve cinsellikle ilgili hislerini dile getiren Nesibe’nin iç sesinin filmde olmamasıdır. İç ses kullanımının eksikliğiyle filmin odağı, yoksulluktan kadın olmaya kaymış gibidir; aslolan, Nesibe’nin kaçışıdır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Öykü ile filmin arasında başka bir fark da, öyküdeki bazı diyalogların filmde yer almaması. Film diyalog kullanımı için daha geniş bir zemin sunduğu halde, diyalogların azaltılması yoluna gidilerek filmin görsel yanının, görsellikle verilebileceklerin etkisinin artırılmasına çalışılmış olabilir. Ne var ki, öyküde olup da filmden çıkarılan bazı diyaloglar hikâyede yer yer boşluklara neden olmuş. Veya şöyle diyelim: Öyküde anlatılan hikâyenin arka planı filmde biraz eksik kalmış. Örneğin, öyküde 16 yaşındaki Nesibe’nin beğenmediği kısmetleri olduğunu öğreniriz. Nesibe’nin evden kaçması üzerine hal hatır sormaya gelen kadın, Nesibe’nin beğenmediği kısmetinin “gül gibi kız” aldığını ifade eder. Hemen ardından, Nesibe’nin fotoğrafının gazeteye basılması gerekliliğini ekler; yani, Nesibe namussuzdur, gazetelere konu olacak bir kızdır, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">gül gibi</em> değildir artık. Aynı diyalog filmde olmasa da, dozu azaltılmış bir şekilde benzer bir şeyden bahsedilir filmde de. Kız kısmını bir an önce evlendirme gereğidir bu.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Öyküde bir sonraki sahne, 16 yaşındaki Nesibe’nin evden kaçmasından önceki bir zamana geriye dönüşle açılır: “Hiçbir yere gitmeyecek miyim ben? Sabahın yedisinden akşamın yedisine kadar çalış çalış, canım çıkıyor. Büyüdüm artık, anne, görmüyor musun? Dünyadan haberin yok senin! Çık, bak, herkes nasıl yaşıyor! Nasıl gamsız! <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Çoğu karnını ekmek bile yemeden safi yemekle doyuruyor.</em> Durmadan eğleniyorlar. Ben hep uzaktan bakayım istiyorsunuz,” (s. 14)<a href="https://parsomenedebiyat.com/2021/04/08/benim-sinemalarim-evin-ici-evin-disi-kadin-bunun-neresi-oyku-gizem-gokgul/#_ftn1" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[1]</a>. Füruzan, yoksulluğu bu isyandaki ekmek mevzusu gibi ince gözlemleriyle verir öyküsünde. Film ise 17. dakikaya kadar 16 yaşındaki (yetişkin) Nesibe’yi göstermez. Nesibe’yi filmde ilk gördüğümüz sahne, sinemadaki çocuk Nesibe’den sinemadaki yetişkin Nesibe’ye geçiş şeklindedir. Nesibe’nin kendisini bir birey gibi hissettiği ve yaşamdan zevk aldığı tek yerdir sinema. Öykü de film de Nesibe’nin “dışarı” özlemine odaklansa da, sinema bunun kapsamını genişletir. Nesibe, sadece evin dışını değil, sadece Taksim’i ve sunduğu eğlenceleri değil, buraların da ötesini görmek istiyordur. Zaten hoşlandığı genç de bir denizcidir; onu uzaklara götürebilecek bir meslek sahibini seçmiştir. Ona Afrika’ya ve Mısır’a gidip gitmediğini sorar ve buraları sinemada gördüğünü ekler. Sinema, Nesibe için her türlü evin dışıdır. Nesibe’ye özgürlüğü sunan hayallerinin merkezi ve kaynağıdır. Nesibe’nin izlediği filmde gösterilen sahne de, Nesibe’nin herkesten uzağa gitme arzusunu bir anlamda tamamlar: Marilyn Monroe yürümeyi tercih ettiğini söyleyip herkesi arkasında bırakarak geniş bir boşluğa doğru yürür. Sinemanın dışında baktığı posterler de hep aşk ve macera yaşayan kadınları gösteren “yabancı” filmlerdir. Öyküde verilmeyen bu ayrıntıların filmde gösterilmesi, yoksulluktan ziyade kadına yapılan vurguyu besler.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Ancak, Nesibe’nin gerçekliği çok farklıdır. Filmde <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Lekeli Kızlar </em>(<em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Kaybedilmiş Umutlar</em>)filminin posterine bakıp sinemaya giren Nesibe’yi sonrasındaki ikinci sahnede sinemada yanında kendisinden yaşça büyük bir erkekle görürüz. Ve bir sonraki sahnede başka bir erkekle daha. Kendilerine özel bir locada adam Nesibe’ye kolunu atıp onunla yakınlaşır; film adamın umurunda değildir. Nesibe’nin hem “lekeli” olduğuna hem de “kaybedilmiş umuduna” giriş niteliğindedir film posteri. Kadın özgürlüğüne giden yolun önündeki en büyük engel, yoksulluktur. Babası işsiz, annesi evden iş gören bir terzi olan Nesibe de tezgâhtar olarak çalışarak eve en büyük katkıyı sağlamaktadır ama bu, ne geçinmeleri ne de hayatını yaşaması için yeterlidir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Filmde de öyküde de Nesibe’nin ilk kez evin içinde bulunduğu sahne aynıdır. Nesibe’nin genç bir çocukla dolaştığını duyan annesi onu azarlar, baban duyarsa öldürür seni diye tehdit eder, “Yoksuluz ama namusluyuz. Eskiden iyi günlerimiz vardı bizim de,” der. Bu noktada Nesibe, annesinin yüzüne gerçeği vurur. Dikiş makinesi alırken iyidir ama bu paranın kaynağı nereden geliyordur? Niye durmadan haftalığını arttırsınlardır? Ailesi merak edip sormuyordur bile. Yaşlı adamlarla gezdiğini açıklar.</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;">– Biliyordun, anne… Biliyordun…<br style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;" />– Sus… Hiçbir ana böyle şeye bile bile evet demez.<br style="-webkit-font-smoothing: antialiased; box-sizing: border-box;" />– Biz yoksuluz ama… (s. 16)</p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Annesi daha fazla bir şey söylemeyerek adeta inkâr etmez, sahne burada kesilir. Nesibe’nin “evin içinde” ilk kez, yoksulluk yüzünden yaşlı erkeklerle yattığını annesinin yüzüne haykırdığı sahnede belirmesiyle; yoksulluğa vurgu yapan kitap da, kadın olmaya vurgu yapan film de aynı mesajı verir: Ev/aile, yoksulluğun müsebbibidir. Nesibe, içine düştüğü durum için alttan alta ailesini suçlamaktadır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Hem öyküde hem filmde Nesibe’nin yaşlı bir erkekle yakınlaşmasına ve denizci gençle masumane flörtüne şahit oluruz. Nesibe’nin yaşlı adamla birlikteliğindeki hislerine dair ipuçları filmde Nesibe’nin adamdan yana “bakmayan” donuk bakışlarında, “gülümsemeyen” yüzünde, “konuşmayan” dilinde, yani adamın kullandığı bedeninin dilinde gizlidir. Nesibe, soyunmadan önce plaj soyunma kabininin az ışık veren yüksek penceresine bakar. Dışarısı ışıklıdır, burası da evin dışıdır ama yaşadığı tek odalı evden farksızdır. Hiçbir yere kaçamaz, aynı derecede bunaltıcı ve karanlıktır; kapana kısılmışlık hissi hâkimdir. Öyküdeyse Nesibe’nin bu andaki hisleri daha ayrıntılı olarak yer bulur; Nesibe’nin adama “bakmaması” ve “konuşmaması” dile getirildiği gibi, yaptığından duyduğu utanç da daha belirgin olarak verilir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Soyunma kabininden çıktığında adam denize girerken onu kumsalda oturarak bekleyen Nesibe, küçük bir çocukla göz göze gelir ve birbirlerine gülümserler. “Tutan el bıraksa ne güzel kumdan oyunlar kuruverecekler, kovayı kalıp yaparak,” (s. 22). Nesibe’nin oldukça yaşlı bir erkekle birlikte olduğu sahnenin hemen ardından yapılır bu hatırlatma. Nesibe daha on altı yaşındadır, Nesibe daha bir çocuktur. Ama o yoksuldur; payına oyun düşmez. Nesibe’nin bedeninin tam bir yetişkin bedeni olmayışı ve çocuksu huylara, ilgi alanlarına sahip olduğu öyküde tekrar tekrar belirtilir ama filmde belirtilmez. Nesibe rolündeki Hülya Avşar’ın kadınsı vücudu da buna engel olur. Öyküde bir kız çocuğu olarak algılanan Nesibe, yaşlı-çocuk kontrastının bu kadar net bir şekilde verilmediği filmde daha ziyade genç bir kadındır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Nesibe’nin denizci gençle muhallebicide oturdukları sahnede keyifli sohbetlerini, sinemayı ne kadar çok sevdiğini söylemesinden hemen sonra durup dururken keser Nesibe; yere bakarak pabuçlarına dalar. Öyküde, yerdeki talaş tozlarını ayakkabılarının burnuyla toparlamaya çalışır.</p><blockquote class="wp-block-quote" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(250, 250, 250); border: 1px solid rgb(238, 238, 238); box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; font-style: italic; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; overflow-wrap: break-word; padding: 30px 30px 0.5em 90px; position: relative;"><p style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px;">“Cumartesilerinin nedense kaygısızmış sanısı veren insanlarını görmek, onlara katılmak isteği sönüp gidiyor içinde. Öylesine gülmelere kaptırmışlar ki kendilerini, aralarına otururken kinleniveriyor topuna birden. Başını iyice eğiyor. Delikanlıyı da görmek istemiyor. […] Kendine uzanan erkek yüzlerinin tümü tekleşiyor, bir baştan oluşan ortaklaşa görüntünün somutluğu bulunduğu yerin havasını içip bitiriyor. Ağzında o bildik kuruma. Yutkunuyor. Bacaklarını iyice bitiştiriyor. Engellemek istediğinin ilk belirtisidir bu Nesibe’nin. Kulaklarının enseyle kesiştiği yerdeki bitmez kırışıklıklarını anımsıyor adamların. Elleriyle itiyorlar kapadığı her yerini Nesibe’nin, acıtıyor, tartaklıyorlar. İnciten, iç bulandıran yapışıklığı yatma süresi boyunca gözlerini sıkıca yumarak yok etmeye çabalıyor,” (s. 19).</p></blockquote><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Öyküde bu anı, artık büyüdüğü için annesi olmadan yıkanabildiği ama çocuk sesiyle annesine seslendiği ve saçlarını annesinin kucağına yatıp ona durulattığı sahne izler. Nesibe daha çocuktur, en azından çocuk kalmaya devam etmek ister. Filmdeyse Nesibe’nin muhallebicide baktığı pabuçlarından soyunma kabininde çıplakken yerde duran pabuçlarına baktığı sahneye geçilir. Nesibe bakışlarını pabuçlarından kaldırıp üzerine düşen karaltıya diker. Nesibe’nin aydınlıkta kalan yüzüne, yattığı yaşlı erkeğin karaltısı, yani karanlık düşer, sonra Nesibe yüzünü kameraya döner; şimdi yüzünün yarısı karanlık, yarısı aydınlıktır. Hayal ile gerçek arasındadır Nesibe. Bir an için muhallebicideki gençle kurduğu hayale kapılmış ama pabuçları onu kendi gerçeğine taşıyarak hayalinin imkânsızlığını hatırlatmıştır. Pabuç “ayakların yere basmasının” metaforu olabilir. Bu hayal-gerçek kontrastı veya hayalden gerçeğe uyanışı, sinema sohbetinin hemen arkasından verilir. Çünkü muhallebicideki gençle yaşadığı an bir filmden farksızdır: Gerçek olamayacak kadar güzel, geçici ama o an için büyüleyici. Yine sinemada gibidir. Nitekim Nesibe iyi aile kızı “rolü” oynamaktadır; oturduğu muhiti farklı söyler, ev uzak olsa ailesi izin vermezdir, sadece sıkıldığı için çalışıyordur. Ancak pabuç, daha içre bir şeyin de metaforudur. Ayağımızda pabuç olmadan dışarı çıkmayız, çıkamayız. Pabuç, dışarıyı simgeler. Ama Nesibe’nin özgürlük alanı olmasını umduğu dışarısı, sadece muhallebici veya sinema değildir; hem bunları yapabilmek hem de geçinmek ve ailesini geçindirmek için tiksindiği bir yaşlı erkeğin altına yattığı soyunma kabini de dışarısıdır. Demek ki dışarının gerçeği de tamamen onun istediği türden değildir.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Dışarıdan içe döneriz; sıkıntının asıl kaynağına. Nesibe, odanın perdeyle kendisine ayrılmış, sadece bir yatağın sığabildiği dapdar bölümüne girip erkenden yatmıştır. Babası gelip Nesibe’yi uyandırır. Annesi, yaşlı adamları mı anlatmıştır? “Belki o da Nesibe gibi, bu adamların varlığına hiç inanmıyordu. Vardılar, ama yok da sayılabilirlerdi. Çünkü Nesibe onlara düşlerinde hiç yer vermemişti,” (s. 27). Babası neden geç geldiğini sorar, Nesibe yanıtlamaz, babası iyice sinirlenip onu dövmeye başlar. Nesibe, öyküde dayak yerken, filmdeyse babası dayak atmayı bıraktıktan sonra, babasıyla çocukken geçirdiği güzel günleri hatırlar. Pabuç ve sinema metaforları bu noktada da karşımıza çıkar; bu iki imge öyküde bu noktada yoktur ama filmde vardır. Babası ona pabuç alır ve birlikte bir sinema posterine bakarlar (mümkündür ki sinemaya da ilk kez babasıyla gitmiştir); iki olayda da yüzünde güller açmıştır çocuk Nesibe’nin. Onu güzel pabuçlarla ve sinemayla tanıştıran, ona “dışarıyı” ilk kez güzel bir mekân olarak sunan sevgi figüründen bir otorite figürüne dönüşmüştür artık baba. Dönüştürücü faktör ise artan yoksulluktur. Annesinin dediği gibi, eskiden, o küçükken iyi günleri olmuştur onların da. Babası tek odalı evlerini terk edince, annesinin kendilerine yalan söylememesini istemesi üzerine Nesibe şöyle yanıt verir: “Sizsiniz yalancı. Yok avlulu ak evlermiş, yok saksılarmış… Hadi be siz de! Asıl yalancı sizsiniz,” (s. 31).</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Babasının artık diğer erkeklerden bir farkı yoktur; onun canını yakmıştır. Evin içi ile evin dışı bir olmuştur. Annesi de, tıpkı önceden Nesibe’nin yaşlı erkeklerle yatmasına göz yumduğu gibi, babasının ona uyguladığı şiddete de göz yummuştur. İşte bu noktada Nesibe, ailesini, yani evi gözden çıkarır. “Annesinin de, babasının da onu sevmediğine inandırdı kendini,” (s. 32). Bu andan sonra öyküde iki kez daha Nesibe, ailesinin onu sevmediğini tekrarlar kendisine. Ev, şefkat ve sevgi kaynağı olmaktan çıktıysa, ev ile evin dışı aynıysa, hatta üstüne bir de özgürlüğü kısıtlanıyorsa, evde kalmasının anlamı nedir? Öyküde ailesinin sevgisizliğine kanaat getirdiğini bildiren bu cümle filmde yer almaz; Nesibe’nin bir şeyleri kafasına koyduğunu, hayatında bir şeyleri artık değiştireceğini onun kararlı bakışlarından anlarız. Sonraki sahne denizci gençle parktaki buluşmasıdır. Filmdeki sahnenin sonunda yalnızdır Nesibe koca parkta; öyküdeyse annesinin dediği gibi bu çocuğun onu almayacağı aklına gelir, yine yalnızdır duygu olarak.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Ve Nesibe evden kaçışıyla ilk kez gece dışarı çıkmış olur. Öyküde belirtildiği üzere, bu haliyle dışarısı da bildiği dışarısı değildir; saldırgandır. Nesibe bir köşeye sinip bir süre çıkamaz oradan ama ne olursa olsun geri dönmeyecektir. Nesibe’yi daha çocuksu ve kırılgan veren öyküdeki bu nokta, filmde yoktur. Nesibe önce karnını doyurur, sonra sinemaya gider. “Koltukları yumuşak, özenli, yer gösterenleri sessiz yürüyen, seyircileri düzgün giyimli, kibar davranışlı olan sinemalardı bunlar. Film başladığında motor sesi duyulmazdı. Yıldızlar konuşurken sesleri boğulmaz, ikide bir film kopmazdı. Eğlencelik satanlarının Harun çocuktan daha büyük yaşta oldukları sinemalardı. <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Benim sinemalarım değil elbet!</em>” (s. 42).</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Öyküye ve filme adını veren “Benim sinemalarım” ifadesi sadece bu bağlamda geçer. “Benim sinemalarım” derken sahip olamadığı, ait olamadığı bir şeyi imlemektedir. Kendisini hür hissettiği ve gerçekten uzaklaşıp hayallerini bir şekilde yaşamasına imkân veren sinemada bile sınıf vardır: Zenginlerin gittiği sinemalar ile yoksulların gittiği sinemalar. Son kertede öyküde yokluk (gerçek) varlığı (hayal) zedeler, Nesibe’nin peşini bırakmaz. Hatta kurduğu hayallere ulaşamayacağını söyler Nesibe’nin sinemaları. Filmdeyse “Benim sinemalarım” ifadesi geçmez.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Tıpkı öykünün devamında olduğu gibi filmde de Nesibe, fuayedeki Marilyn Monroe gibi giyinmiş bir kadını izler. Nesibe filmlerde izlediği artistlere asla özenmemiş ve onları taklit etmemiştir. Annesinin tabiriyle ruj bile sürmeyen bir kızdır. Ruj sürmeye çalıştığı önceki bir sahnedeyse ruju bilinçli olarak yamuk yumuk taşırarak sürer. Bu, aileye ve topluma, daha doğrusu onların ikiyüzlülüğüne isyandır. Süslenirse kötü kadın diye damgalanabilir ama eve para getirmek için erkeklerle yatmasında sorun yoktur üç maymun oynandığı sürece. Fuayedeki kadının film artisti gibi giyinmesinin sebebi, müşteri arayan bir fahişe olmasıdır. Nesibe onu uzun uzun izledikten sonra sinemaya girmeye karar verir. Gerçekten kaçar, hayale sığınır. Çünkü bir kadının gerçek hayatta bir artist kadar dikkat çekici derecede süslü ve alımlı bir şekilde giyinerek var olması toplumda fahişelikle eşdeğer tutulurken, böyle giyinen kadınlar ancak (yabancı) filmlerde özgürdür, toplum yargısından muaftır.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Evin içi, evin dışı. Yoksul kadın hiçbir yerde özgür değil. Sadece hayallerinde. Çünkü kadın kentte bile geleneksel evin ve taşranın manevi kodlarının cenderesinden çıkamıyor. Buna, ailenin maddi çıkarlarına hizmet görevinin de eklenmesiyle ev, sığınılan değil kimsesiz hissedilen bir “yaşama kutusuna” dönüşüyor. Bu filmde gerçek anlamıyla da ev, kutu kadar. Yine Adorno’dan ödünç alırsak, “Sözcüğün alışılmış anlamıyla barınak, artık imkânsızdır. İçinde büyüdüğümüz geleneksel evler çekilmezleşmiştir.”<a href="https://parsomenedebiyat.com/2021/04/08/benim-sinemalarim-evin-ici-evin-disi-kadin-bunun-neresi-oyku-gizem-gokgul/#_ftn2" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[2]</a> Ev artık kadının aidiyet duygusunu besleyen değil, aidiyetini zedeleyen bir mekân. Sığınak değil, bir hapishane.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">Yine de bu film, salt kadının toplumdaki durumuna dikkat çeken bir anlatı olarak değil; “ev” kelimesini daha geniş anlamıyla ele alarak, kadının hem evin içini hem evin dışını kapsayan bir mahalle, kent, hatta yurt sınırlarını aşmasına yönelik bir çağrı olarak da okunabilir.</p><hr class="wp-block-separator" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background: rgb(221, 221, 221); border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; height: 2px; margin: 50px auto; max-width: 60%; width: 128px;" /><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2021/04/08/benim-sinemalarim-evin-ici-evin-disi-kadin-bunun-neresi-oyku-gizem-gokgul/#_ftnref1" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[1]</a> Füruzan, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Benim Sinemalarım</em>, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004 (alıntılar bu baskındandır).</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;"><a href="https://parsomenedebiyat.com/2021/04/08/benim-sinemalarim-evin-ici-evin-disi-kadin-bunun-neresi-oyku-gizem-gokgul/#_ftnref2" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border-bottom: 1px solid rgba(0, 0, 0, 0.2); box-sizing: border-box; color: #1d5cb3; outline: none; text-decoration-line: none; transition: all 0.1s ease-in-out 0s;">[2]</a> Theodor W. Adorno, <em style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; box-sizing: border-box; font-family: inherit; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-align: left;">Minima Moralia</em> (çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s. 41-42.</p><p class="has-text-align-justify" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; background-color: #f1f1f1; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #111111; font-family: Nunito, sans-serif; font-size: 17px; line-height: 28.9px; margin: 0px 0px 1.5em; padding: 0px; text-align: justify;">NOT: Bu yazı ilk olarak 8 Nisan 2021'de Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.</p>Öykü Gizem Gökgülhttp://www.blogger.com/profile/12055090073276663460noreply@blogger.com0