28 Haziran 2013 Cuma

Orta Avrupa* Turunun İlk Ayağı: Yeşil Başkent Budapeşte


Buda ve Peşte
Budapeşte, Buda ve Peşte adlı iki farklı şehrin birleşmesiyle oluşmuş. Buda, şehrin daha eski, Peşte ise daha modern yüzünü temsil ediyor.

Macaristan Parlamentosu

Kahramanlar Meydanı
Kahramanlar Meydanı’nda Osmanlı İmparatorluğu’na yenilen veya hâkimiyetini kabul eden hükümdarların heykelleri yok. Türkiye’den gelenlerin ilgisini en çok çeken ise, “Török Hoditokat” yani “Türk Kovan”. Kahramanlar Meydanı’ndaki en göz alıcı eser ise Macar kralına tacını getiren Cebrail’in heykeli. Tarihi eserlerin çoğu kumtaşından yapılmış. Bu taşın özelliği, çabuk şekil verilebilmesi ancak zamanla kararması. Bu nedenle, bazı önemli tarihi eserlerde kararmayı en aza indirgemek için sürekli temizlik yapılıyor. Öyle ki, büyük bir binanın çevresindeki üç duvar bitene kadar dördüncü duvar tekrar kararmış oluyor. Macar Parlamento Binası, dünyanın en büyük üçüncü parlamento binası. Özelikle ışıklandırmasıyla gece dışarıdan görünümü oldukça etkileyici. Aslanlı Köprü, şehrin en eski ve en güzel köprüsü. Diğerlerinin bir olayı yok zaten. Şehrin genelinde heykeller, Avrupa’nın gezdiğim diğer şehirlerindeki heykellerden daha ayrıntılı ve daha ilginç. Dini öğeler o kadar ağır basmıyor. Özellikle Buda Kalesi’ndekilerde.

Barışı temsilen
Av sahnesinden


Hayatımda gördüğüm en yeşil başkent. Bina ve yeşil alan dağılımı çok dengeli. Her yer park dolu, parklar geniş ve temiz. Kahramanlar Meydanı’nın hemen arkasında bulunan Vajdahunyad Kalesi’nin civarındaki parkta güzel bir göl de var. Burada yaşayan herkesin “en az” iki köpeği var. Şehrin mütevazı ve yardımsever insanları, yaşam alanlarına çok saygılı. Doğa, hayvan, insan, herkese ve her şeye yer var. Hem büyük şehirde yaşayayım hem de her yer yemyeşil olsun diyenler için Budapeşte doğru bir yer.

Hristiyanlığı Macaristan’a getiren kral adına yapılan Aziz Istvan Bazilikası kutsal sayıldığından, bu bazilikanın yüksekliği olan 96 metreyi geçecek bina yapılması yasak ve yok da. Bu nedenle, sonradan yapılan parlamento binası muazzam büyüklükte olmasına rağmen, bu binanın yüksekliği de 96 metrede bırakılmış.


Gellert Tepesi
Gellert Tepesi adını, Hristiyanlığı yaymaya çalışırken paganlar tarafından bir fıçıya konulup söz konusu tepeden aşağı atılarak öldürülen bir keşişten alıyor. Bu tepede, şehrin güzel bir manzarasını alabileceğiniz bir park, maalesef vakitsizlikten gidemediğim ünlü Gellert Hamamları (aslında kaplıcaları) ve özgürlük anıtı bulunuyor. Özgürlük anıtı, Rusların şehri Nazilerden kurtarmasının anısına Ruslar tarafından yapılmış; üzerine “Kızıl Ordu” yazılmış ve iki yanına Rus askeri heykelleri konuşmuş. Komünist rejimden sonra ise bu iki asker heykeli kaldırılmış ve yazı “yaşamlarını Macaristan’ın varlığına adayanlar” şeklinde değiştirilmiş.
 

Özgürlük Anıtı
Terör Müzesi
Alman işgali sırasında Nazilerce, Komünist dönemde devlet tarafından kullanılan karakol, baskıyla özdeşleştirildiği için terör müzesi haline getirilmiş.

1981 yılı UNESCO tarafından Atatürk yılı ilan edilmiş. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığına giden yolda Atatürk Sokağı bulunuyor. (Tüm dünyada kutlanan Atatürk yılının ülkemizde kutlanmama nedeniyse, 80 darbesi sonrasına denk gelmesiymiş. Atatürk diye diye darbe yapanların Atatürk yılını kutlamamaları da pek ironik).

Orta Avrupa
turunda Budapeşte, Viyana ve Dresden’de olmak üzere üç opera binası gezdim. Aralarında en güzel olanı Budapeşte’dekiydi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu zamanında Viyana’da ikamet eden kraldan Budapeşte’de de bir opera binası yapılması rica edilmiş. Bu teklifi ilk önce kabul etmeyen kral, sonrasında Viyana’dakinden daha küçük olması şartıyla kabul etmiş. Açılış konserinde ilk kez Budapeşte’deki opera binasına gelen kral 5 dk sonra binayı terk etmiş ve bir daha da hiç
gelmemiş, çünkü Budapeşte Opera Binası’nın ünlü Viyana Opera Binası’ndan daha küçük ama çok daha güzel olmasına bozulmuş. Opera binalarında kraliyet locası sahneyi en iyi gören yer olan en arkada ortada yer alır. Ancak, ünlü Avusturya-Macaristan kraliçesi Sisi ise sahnenin sağına kendisine özel loca yaptırmış ki bu noktadan sahnenin yarısı gözükmüyor. Burayı seçmesinin nedeniyse, herkesin onu görebilmesiymiş. Sisi ile ilgili bir başka anekdotsa, Budapeşte Opera Binası’nda önemli konuklara özel merdiven çok itinayla yapılmış bir odaya açılıyor. Sonradan mimar, o güzel odanın merdivenler çıkılırken görülmediğini fark ettiğinden, hemen merdivenin çıkış noktasına bir ayna yerleştirerek odanın güzelliğinin ortaya çıkmasını sağlamış. Sisi’nin merdivenden çıkınca gördüğü tek şeyse odanın güzelliği değil kendisi olmuş: “Bu aynayı çok sevdim, beni ince gösteriyor”.
 
Hayvanat bahçelerine karşı olmama rağmen, buradaki hayvanat bahçesini gezdim. İstanbul’dakinden daha iyice ama sonuçta yine de bir hayvanat bahçesi ve hayvanların bir kısmı, en azından büyükçe olanları pek de mutlu görünmüyor. Viyana’daki hayvanat bahçesini gezecek vaktim olmadı ama oradaki hayvanların daha mutlu ve oradaki hayvanat bahçesinin örnek bir yer olduğunu duydum. Budapeşte Hayvanat Bahçesinin methini pek duyduğum kelebek odasını ise göremedim, meğer her mevsim açık değilmiş.
 Hem koşturmaktan vaktim kalmadığından, hem de vejetaryenliğim nedeniyle et (özellikle av eti!) sever Orta Avrupa’da yemek sorunu yaşadığımdan, pek bir şey yemedim ama Orta Avrupa’nın diğer şehirlerine göre Budapeşte ağız tadıma daha çok hitap eden bir yerdi. Bira olarak da Dreher ve Ottakringer: Ucuz, hafif ve güzel. Gezici bar denebilecek bir araçta, insanlar bir yandan bira içiyor, bir yandan da pedal çevirip aracı sürerek ve şarkılar söyleyerek şehri dolaşıyorlar. Çevreden kimse rahatsız olmadığı gibi, herkes gülerek ve ellerinde içecek varsa kaldırıp selam vererek onlara karşılık veriyor. Macar geleneksel içkisiyse, içinde yüzde 50 alkol bulunduran “palinka” likörü. Ben armutlusunu denedim, içmeyi başaramadım, oldukça ağır. Girişi ücretli olan ve tahminen farklı üreticilerin palinka’larının ücretsiz olarak denenebileceği palinka festivali de Mayıs ayında. Vaktim kalmadığından ben giremedim. Şimdiye kadar gittiğim her şehirde yemek yemeden gezip fotoğraf çekebildiğim Hard Rock Cafe’yi yemek yemeden gezmeme ve fotoğraf çekmeme burada izin vermediler. Buranın en popüler caddesi olan Vaci Utca’da bulunan Cafe de Paris’te hayatımda yediğim en güzel dondurmayı yedim: Mojito’lu.
likephilanthia
Ne satın alınabilir derseniz, özgün objeler satan iki tane mağazaya denk geldim. Biri, “likephilanthia”; içine girer girmez kendinizi perilerle dolu bir bahçenin bulunduğu bir masalda gibi hissediyorsunuz. Bir şey satın almasanız da, görülmeye değer. Diğeriyse, harika el yapımı bardaklarıyla ve müziğe ilişkin her türlü objesiyle -adını doğru hatırlıyorsam- “blue c'art”. Ayrıca, Budapeşte’nin kırmızı pul biberi ve çiçek işlemeli bluzları ünlü. Hunor Hotel diye şehrin en uç noktasında (bir durak sonra başka şehir var!) bir otelde kaldım. Kötü bir otel olması, otel konuk profilinin berbat olması, kahvaltının erkenden bitmesi ve yenilenmemesi ve masaların temizlenmemesi falan hepsi bir yana, ulaşım çok zor. Aslında tek bir metroya atlayıp gidebilecekken açık biletçi bulmak ve bileti biner binmez okutmanız gerekirken bileti okutacak makineyi bulmak gibi basit görünen bazı zor işlemler var. Çok fazla bilet kontrolü yapılmasına rağmen ben hiçbirine denk gelmemeyi başardım. Bir de, Buda tarafında hava karardıktan sonra taksi bulmak çok zor, Peşte tarafından binin.


Tüm Orta Avrupa boyunca

- Türkiye’dekinin aksine, nehir (Tuna) kenarları çay bahçeleri, oteller, vs. tarafından işgal edilmemiş. Sadece yürüyüş ve bisiklet yolu var. Güzel havalarda da gençler akşamları buralarda toplanıyor ve/veya geziyor.

- Özellikle Budapeşte’de, Türkiye’de diğer çiçeklere nazaran çokça bulunmayan, gelincikler var. 
- “Interchange” döviz ofislerinde kesinlikle para bozdurmayın. İndirim yapıyorlarmış gibi yapıp parayı en düşük kurdan bozuyorlar. 
- Komünist dönemde yapılan banliyö tarzı evleri, öncesinde yapılan dini ve/veya tarihi eserleri, en son döneme ait modern eserleri bir arada görmek mümkün elbette. Ancak, rehberin anlattığına göre, komünist dönem baskı rejimi olması nedeniyle pek iyi anılmasa da, şehrin tüm altyapısını komünistler gayet güzel bir şekilde yapmışlar ve hâlâ da aynı altyapı kullanılmaktaymış. Komünistlerin dini binaları yıkmadığına da dikkat çekmek lazım.
   
*Yaptığım Orta Avrupa turu, Budapeşte (Macaristan), Bratislava (Slovakya), Viyana (Avusturya), Prag ve Karlovy Vary (Çek Cumhuriyeti), Dresden (Almanya) şehirlerinden oluşmaktadır. Yazı boyunca tüm Orta Avrupa ile kastettiğim yerler bu şehirlerdir.

**Fotoğraflar tarafımca çekilmiştir. Fotoğrafların üzerine tıklayarak daha büyük görüntüleyebilirsiniz.