19 Kasım 2020 Perşembe

"Kaçış Rampası": Susarak Konuşan Öyküler

 


Halil Yörükoğlu'nun Sel Yayıncılık'tan çıkan, ilk öykü kitabı "Kaçış Rampası" hakkında Gazete Duvar KitaP Dergisi'nin 136. sayısı için yazdım. Yazı, Gazete Duvar ve Sel Yayıncılık sayfalarından okunabilir.



15 Kasım 2020 Pazar

Eyüp Tosun'dan "Kör Islık" üzerine iki çift lakırtı

 



Eyüp Tosun'un Öykülem'deki "Münir Bey" öyküsünü geç de olsa dergi kapandıktan sonra okudum. Hikâyenin benim gibi hayvansever kişileri rahatsız edebilecek bir konusu vardı. Ancak hikâye hem duyguyu okura geçirmede başarılıydı, hem de özgün bir anlatıma sahipti. Son yıllarda sayısı artan ve "öykü" olduğu iddiasını taşıyan çoğu metin parçasına kıyasla, gerçekten bir öykü okuduğumu bana hissettirmişti. Hâl böyle olunca, bana da yazarın tek öykü kitabı olan Kör Islık'ı edinmek kalmıştı. Nitekim, diğer öyküleri de umduğum gibi çıktı: Yazar iyi bir hikâyeci olduğu gibi, hikâyeleri iyi işleyebilecek kadar da mahir bir kalem.

Bazı öykü yazarları, kitaplarındaki her öyküde aynı kişinin/tek bir karakterin ağzıyla yazar. Özellikle de konu bütünlüğü taşıyan ve/veya yazarın kendi hayatından esinlenmeler, biyografik unsurlar taşıyan öykülerde yazarın varlığı hissedilir. Bu, bilinçli bir tercih olduğu durumlar dışında hikâyeleştirme sorunu olduğunu gösterir. Ama bu kitapta böyle bir şey yok ki bu oldukça değerli. Üstelik sezgilerim beni yanıltmıyorsa, yazarın hayatından bir şeyler içerdiği hâlde bu yok.

Ancak, öykülere editör eli daha çok değse kaçmayacak bazı kusurlar var. Sonuçta yazarın kendisi de editör ama bir yazarın kendi metnine dışarıdan bakabilmesi zor olduğundan, başka bir editör gözü şart.

Bazı öykülerde ara hikâyeler/kişiler, bahsi geçen bazı mevzular bir yere tam bağlanmıyor, araya girip sonradan kaçmış gibi duruyor. Hikâyeyi dallandırıp budaklandırıyor ama hikâyeye doğrudan hizmet etmiyor. Aynı durum cümle bazında da geçerli. Bazı cümleler olmasa da olur, hatta daha iyi olurmuş. Anlatıyı sekteye uğratmayan ama daha derli toplu bir metin olmasını engelleyen türden cümleler bunlar.

Veciz söz tadında genellemeleri/çıkarımları kimi sever, kimi sevmez. Aşırı kullanılmadığı ve metne akıcılığı bozmayacak şekilde yedirildiği sürece hoş olabilir bence. Yazarın böyle cümlelerden yararlanma sıklığı kararında fakat bu tür cümleler bazı yerlerde öyle "birdenbire" karşımıza çıkıyor ki, akıcılığı biraz bozuyor, eğreti duruyor.

Özne-yüklem uyumsuzluğu da redaktörün gözünden kaçanlardan.

Bunlar bir yana, yazarın tüm öyküleri kendisini keyifle, zerre sıkmadan okutuyor. Hatta "Arabesk Porno" öyküsü bana kahkaha attırdı :)


Tadımlık

Daire 7 

Himmet Bey, Ayyaş'ı tam eve girecekken yakalıyor. Ayyaş şaşkın. "Beni memleketime götürür müsün?" diyor. Ayyaş daha da şaşkın. Evine davet ediyor. Bir kadeh de ona koyuyor. 
"Yarım saate memleketindeyiz Himmet Amca," diyor, "sahi nereliydin sen?"

("Metruk Şifa", s. 70)


                                                                            Asıl yazılma tarihi: Ekim, 2020


B. Nihan Eren'den "Hayal Otel" üzerine iki çift lakırtı


 

Hayal Otel yazarın üçüncü, benimse okuduğum ilk kitabı. Yazarın bu kitaptaki öykülerinde en çok dikkatimi çeken ve en beğendiğim yanı; insan psikolojinden çok iyi anladığına dair bende bıraktığı izlenim. Karakterlerin ruh hallerini yansıtmada oldukça başarılı. Üstelik, bunu yaparken dili de nefis kullanıyor; yaptığı benzetmeler ve betimlemeler, yazarın hayal gücünü ortaya koyan türden. Belli ki, sözcükler tek tek özenle seçilmiş. Sözcük seçiminde tekrara düştüğü (bkz. kıyıcı, eselekli, ufarak -bu kelimeler gündelik hayatta pek yaygın kullanılmadığından, öykülerde geçtiğinde daha da göze çarpıyor) veya sözcük seçiminin biraz yersiz durduğu yerler de olmuş ama bu, yazarın diliyle verdiği keyfi bozmayacak kadar nadir.

Sözcüklerin büyüsüne mi kapıldım? Altı çizilesi cümleler mi var? Evet ama belli ki, bu cümleler "veciz söz" olsun diye kurulmamış. Hepsi derinlikli karakter çözümlemelerine veya anların yansıtılmasına hizmet ediyor. Fazlalık değil. Aynı anda hem veciz söz olabilecek kadar etkileyici cümleler kurmak, hem de bu kadar etkileyici cümlelerin içini doldurarak derin ifadelere dönüştürmek, yazarın dil ustalığının ve yazma sürecindeki titizliğinin bir göstergesi.

"Menekşe" bölümünde "arzuyu", "Limon" bölümünde "annesizliği", "Çınar" bölümünde "felaketi" gerçekten hissettiriyor. Duyguları böylesine geçirebilmek için, insan psikolojisinden anlamanın ve dili iyi kullanmanın ötesinde bir şey şart. Sanırım bu da hakiki bir yazarlık kumaşı.

Ancak, bu bir öykü kitabı değil, çünkü herhangi bir öyküden başlarsanız, o öyküde anlatılanı anlayamazsınız. Okurun bir öyküyü anlaması, önceki öyküleri okumuş olmasına bağlı. Bu kitap, uzun bir öykü veya kısa bir roman olarak nitelendirilebilir. Durum veya olay öyküsü fark etmez, genel öykü kalıbına/algısına uygun değil. Ben bu kitabı daha çok bir roman olarak okudum. Yazar, öykü ve roman arasındaki sınırları zorlamak veya sınırların belirsizliğine dikkat çekmek istemiş olabilir. Ancak bu muğlaklık, kitabın kurmaca yanıyla, olay örgüsüyle ilgili yorum yapmayı zorlaştırıyor.

Özetle, başka öykülerini de okumak isteyeceğim bir kalem.


Tadımlık Alıntılar

"Evliliğini gerçekte kim olduğunu ortaya çıkaran bir büyük afet olarak izlemişti, üstelik yükseğe çıkmasına lüzum kalmadan." (s. 18)

"Kendini dünyaya hep aynı kayıtsızlıkla bastırır." (s. 22)

"Uzun zamandır kullanılmamış etinin nazlı şaşkınlığı..." (s. 23)

"Yüzüne değen uzun saçlarını bir öfkeyle geriye attı. Keçe olsunlar. Dünyaya batsınlar. Demir olsunlar. İpek saçlarının onu kendisine yeterince benzettiğini düşününce hayrete düştü. Yumuşaklık. Uyum. Tarağın kayarak inmesi. Bedenini saran kumaşların hışırtısı. Bıçağın sebzelerin üzerinde çıkardığı pütürtülü ses. Ve intizam. Denge. Yetmişti." (s. 23)

"Sevgi buydu. Bir soluğun varlığına minnet, şükran, sevinç... Dünya üzerinde şu koca tek başınalığı dağıtan o varlığa sonsuz sarılma, ölse bile toprağına kıvrılma isteği. Esirgenmişliği bile paylaşıp, oradan gelen kıyıcılığı azaltarak bölüşme arzusu." (s. 41)

"Deniz'in Leyla'nın istekli bedenini derin uykusunda bile sezerek, onun nefesine doğru dönmesinde arının bala gelmesi, kelebeğin ışığa pervane olması, inananın Kâbe'sine dönmesi vardı." (s. 52)

"Güneş, Deniz'den kayarak odanın içinde neşeyle dolandı, Leyla'nın saçlarından geçti, ayak uçlarında dertop olmuş yorgandan kaydı, dolap köşelerini sertçe çizdi ve doyurulduğu için yeniden iştahla belirmiş arzu yumağının ortasında pırıldayarak büyüdü." (s. 52)

"Ȃşıkların dünyayı en çok kendilerinin sanmasından ötürü, dışarıdaki mutlak sessizliği kendi depremlerinin yarattığına çoktan inanmışlardı." (s. 53-54)

"Ama aşkın bitmek bilmez bir şefkatle âşığını, en çok da kendi eksiğinden sarmak arzusu olduğunu yeni yeni belliyordu." (s. 66)


                                                                                    Asıl yazılma tarihi: Eylül, 2020