Anadolu'yu az buçuk gezenler belki fark etmiştir. Birçok şehirde bir "Yenişehir" vardır. Sanki şöyle der bu kentler; geleneklerimizden kopamayız ama yeniliklere de kucak açabiliriz. Açabiliyor muyuz gerçekten? Çağın dayattığı teknolojik gelişmeler dışında yol katedip ilerleme kaydedebiliyor muyuz?
Ben de bir senedir Yenişehir'liyim; İstanbul'un "Yenişehir"inde yaşıyorum. Ne o İstanbul burası ama küçük bir Anadolu kentinden farksız. Havuzlu ve modern görünümlü sitelerin hâkim olduğu bu çevrede yeni olan tek şey de bu görünüm; bu görünümün ardında evlerin içine girdiğinizde ise yeni birşey yok.
Yenişehir'de bir öğle vakti aldım elime Sevgi Soysal'ın kitabını. 70'ler Türkiye'sinde geçen kitabı okudukça görüyorum ki, günümüz Türkiye'sinde de pek bir şey değişmemiş. Kurulan bu Yenişehir'lerin bize pek faydası olmamış. (Biliyorum, yeni olan her şey iyi olacak diye bir kaide yok; olumlu anlamdaki yeniliklerden bahsediyorum.)
Kitaptaki her karakter,
Türkiye'deki bir sınıfı/kültürü/profili yansıtıyor. Yazar, başarılı
gözlemlerini karakterlere iyi yedirmiş. Farklı karakterlerin bakış
açılarını okuduğumuz her bölümdeki ifadeler o kadar özenle seçilmiş ki,
kısa sayılabilecek bu bölümler karakteri özetlemeye yetiyor. Tüm bu
özetler bir araya gelince de, 70'ler Türkiye'sinin bir panoraması ortaya çıkıyor.
Bir
karakterin öyküsü, bu karakterin başka bir karakterle yolunun kesişmesi
sonucunda sona eriyor ve kesişmedeki diğer karakterin öyküsü başlıyor. Kitabın tamamı
bu şekilde devam etse bütünlük bozulmayacak. Ancak, bir noktadan sonra,
kitap üç kişi üzerinden akmaya başlıyor gibi görünüyor. Bu üç karaktere
ve ilişkilerine, arka arkaya birden çok bölüm ayrılmış. Bu karakterlerin
boy göstermesiyle birlikte kitap sadece bu üç karakter üzerinden aksa,
yine bütünlük bozulmayacak. Ne var ki, kitap önce her bölüme farklı
karakter şeklinde birçok farklı karakter üzerinden akacakmış gibi yapıp,
sonra bu üç karakter üzerinden akacakmış gibi yapıyor ama birden, bu üç
karakterin öyküsü sonuçlanmadan, yeni karakterlerin hayatı kitaba
giriyor. Anlatımı aksatan bir yapı bu. Olcay, Doğan ve Ali adlı bu üç
karakterin ilişkileri nasıl sonuçlandı bilmiyoruz. Üstelik, sadece bu
üçünün ilişkisinden ayrı bir roman çıkabilecekken. Sanki yazar, bu
üçüyle kitapta büyükçe bir parantez açmış ama bu parantezi tam
kapatamadan, asıl cümleye devam etmiş gibi.
Yazarın çok farklı
sınıflardan gelen karakterlerin olaylara birbirinden tamamen farklı
bakış açılarını, psikolojilerini irdeleyerek yansıtabilmesine hayran
kalmış olsam da; her bir karakterin zayıf yönlerini ortaya koymada
sergilediği nesnel yaklaşımı, Ali karakteri için sergileyememiş ve
Ali'yi resmen kayırmış. Ali'yi karakter olarak kendime yakın hissettiğimden çok sevmeme rağmen,
yazarın taraflı yaklaşımı, bir dönemi, bir ülkeyi yansıtmadaki
başarısına gölge düşürüyor.
Belirttiğim noktalara rağmen, kitabı zevk alarak okudum ve beğendim. Daha da önemlisi, verilen eser sayısının çok olduğu güncel
Türk edebiyatında, bu yeni eserlerin
çoğunun, öncellerinin başarısını -henüz- yakalayamamış olduğunu
düşündüğümden, Sevgi Soysal gibi yazarların eserlerinden günümüz yazarlarının öğreneceği bence çok şey var.
20 Nisan 2016