Yönetmen Hlynur Palmason’un ikinci filmi Bembeyaz Bir Gün (Hvítur, Hvítur Dagur), bir ev ve bahçesinden oluşan manzaranın
farklı mevsimlerdeki görünümlerinin arka arkaya gösterilmesiyle açılıyor. Zaman
geçiyor; ev değişiyor, bahçe değişiyor. Ama karısını bir trafik kazasında
kaybeden polis memuru Ingimundur’un acısı değişmiyor;
azalmıyor.
Ingimundur’u (Ingvar Sigurdsson), yapımına devam
ettiği yeni evinde torunu Salka ile görüyoruz. Acısını kanalize ederek
kendisini bu evin yapımını bitirmeye adamış. Adeta karısından sonra yapacağı
yeni bir başlangıç. Ama ev bir türlü bitmiyor ve karısının ölümünü de bir türlü
atlatamıyor. Tek avuntusu, torunu.
Karısının ölümünü bir türlü kafasından atamıyor.
Sanki bir açıklama peşinde, bir anlam arayışı içinde. Tam da bu sırada,
karısının onu aldatmış olabileceğinden şüphelenmeye başlıyor. Bu durum, ölümünü
anlamlandırır mı, ölümünü açıklar mı, acısını hafifletir mi? Hele karısını çok
sevdiğini, karısının ona her zaman “yettiğini” ifade eden bir erkek için.
Aksine, karısının ölümü için suçlayacak birisini arıyor, bu kaybın hıncını
birisinden çıkarmak istiyor. Ama bence asıl mesele, karısının onu aldatmış
olması (ihtimali) değil; kaybın yarattığı acıyı, acının yarattığı hırçınlığı
yönlendirecek bir şey, bir kişi -bu durumda karısının sevgilisi- bulmak.
Aldatma olayını takıntı haline getiriyor; gittikçe herkese karşı daha agresif
biri oluyor. Gözü gibi sakındığı torununu bile azarlayacak kadar kontrolünü
kaybediyor. Ingimundur’un içi sürekli kaynayıp duruyor ama bir türlü gerçek
anlamda patlama noktasına gelmiyor; küçük çıkışlarla da içindeki öfkeden tamamen
kurtulamıyor. İzleyiciyi gerim gerim geren bu uzun ve sinir bozucu sürecin
sonunda Ingimundur yapacağını yapıyor. Açıkçası, Ingimundur’un patladığı
olaydan ziyade, o olaya giden süreci daha etkileyici buldum. Zaten yönetmen de
temposunu yavaş tuttuğu filmde belirli bir olaya değil, Ingimundur’un ruh
halini en iyi şekilde yansıtabilmek adına sürece odaklanmış.
Bazı eleştirmenlerin ve izleyicilerin,
Ingimundur’u antipatik bulduğunu okudum. Hayatta en sevdiği kişiyi kaybeden
birinin psikolojisini biraz olsun anlamaya çalışırsak, Ingimundur ile empati
kurmak o kadar da zor olmaz. Bu kadar trajik olmayan olaylarda bile “Neden ben?”
diye sorup bir yanıt aramaya, her şeye lanet etmeye hepimiz meyilliyiz.
(*Spoiler uyarısı) Peki, sis perdesi aralanıyor mu? Ingimundur
deli gibi aradığı yanıtı buluyor mu? Kaybını sonunda anlamlandırabiliyor mu? Hangimiz
bu hayatta bunu başarabildik ki! Ama torununun yanında ölümle yüz yüze
geldiğinde, çizmesi gereken yol nihayet kafasına dank ediyor. Ve son sahnede, tüm
filme hâkim olan sisi “geride” bırakarak kolunda açık bir yara (kapanması zor
bir gönül yarasının fiziksel tezahürü gibi) ve kucağında torunuyla ileriye
doğru yürüyor.
Bu dünyada aslolan tek şey sevgi. Biri sizi
-her şeye rağmen- çok seviyorsa, bunun değerini bilerek yaşamak. Bence filmin
girişinde yazan “ölülerin dünyadakilerle konuşabildiği” ile ilgili cümleye de
bu açıdan bakmalı. Çünkü “ölümün” bize söyleyebileceği tek şey, verebileceği
tek yanıt “yaşam” olabilir. Yaşamaya devam et!
2019 Transilvanya En İyi Performans (Ingvar Sigurdsson)
2019 Motovun En İyi Film
http://filmekimi.iksv.org/tr/bembeyaz-bir-gun