26 Aralık 2020 Cumartesi

Vénus Khoury-Ghata'dan "Mandelştam'ın Son Günleri" üzerine iki çift lakırtı


Lübnan asıllı Fransız şair ve yazar Vénus Khoury-Ghata'nın kitabı Ayşenaz Cengiz çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları'ndan Eylül ayında çıktı. Gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkan bu kısa roman, sadece şair Osip Mandelştam'ın son günlerine değil, Stalin Dönemi Sovyet Rusya'nın şartlarına da ışık tutuyor.

Bence yazarın elinde Rus şair Mandelştam'ın son günlerini bir romana dönüştürecek kadar malzeme yokmuş. Bu kitap, arada verilen şiirler ve duygusallık katmayı amaçlayan bazı sözler de olmasa, bir roman yerine orta uzunlukta bir yazı da olabilirmiş. Hatta kitapta sunulan ayrıntılar bile çoğu yerde kendisini tekrar eden türden. Yazar bunu, yoksulluğu ve çaresizliği daha iyi verebilmek adına yapmış olabilir ama aynı durumları sürekli benzer ifadelerle belirtip durması, aksine, durumun okurda yaratacağı etkiyi, olayın vuruculuğunu azaltıyor. Ayrıca, yazarın dağınık bir anlatımı var. Aslen şair olan yazarın, bir şairin acı dolu son günlerini anlatım tarzına şiirsel bir şekilde yaklaşarak kısa ve kesik kesik bir tarzı tercih etmiş olabileceğini de tahmin ediyorum.

Kitap özetle, bir şairin, yazdığı bir şiir, hatta sadece iki dizesi yüzünden mahvolan hayatını anlatıyor. Devrime karşı olmadığı halde Stalin'i eleştirdiği bir şiir yüzünden şair Mandelştam, Stalin tarafından, tıpkı ülkemizde KHK'lılara yapıldığı gibi, sosyal ölüme terk edilmiş; hiçbir yerde iş bulamıyor. O zamanlar insanlar daha mı bencil ve acımasızmış, bilmiyorum, ama onca yazarın, sanatçının, derneğin Mandelştam'a sırtını dönmesini, Gorki'nin ondan bir pantolonu bile esirgemesini (bu yüzden soğuk Moskova sokaklarında iç donuyla dolaşmak zorunda kalmıştır, hatta bu haliyle sokakta yatmıştır), barınacak yer bulamadığı sırada arkadaşının "zaten şiirlerini de sevmiyorum" diyerek ona evini açmamasını aklım almıyor. Ve başka kadınlarla ilgilenmesine rağmen; ikisini geçindirmek için uğraşan, onu asla bırakmayan, hayatını ona adayan ve o öldükten sonra bile onun için, onun şiirleri için uğraşan karısı da şairin hayatındaki en önemli figür.

Mandelştam'ın şiirlerini yazabileceği araçları olmadığında, karısı ezberliyor onun şiirlerini, kaybolmasınlar diye. Bir şaire bundan daha güzel bir hediye olabilir mi? Ve onca yoksulluğa ve açlığa rağmen bu tür hayati sorunlar için asla tartışmıyorlar. Sadece, bulabildiği minik kâğıtlara yazdığı şiirlerin nereye koyduklarına, nerede olduğuna dair tartışıyorlar.

Kitap orijinal dilinde mi böyleydi, çevirmenin/editörün tercihi mi bu yöndeydi, bilemiyorum fakat fiil zamanı seçimlerini yer yer doğru bulmadım. Ayrıca, başka birkaç dilbilgisi hatası da mevcut. İkinci basımda belki tekrar gözden geçirilir. 

Şairin hayatını önceden bilmediğim için, dönemin atmosferini hissettirerek beni yine de etkileyen bir kitap oldu.


Tadımlık Alıntılar

"Mandelştam'da demir eksikliği vardı ve Nadejda... paslı anahtarı kaynatıp suyunu içiriyordu ona."

"Uzun süre çiğnendiğinde, aynı miktardaki bir lokma ekmek açlığı kandırıyor."

"Yemek yemek: Sovyet vatandaşının darağacına giderken nihai düşüncesi"

"Kağıdın sesi alkış sesine benziyordu."

"Coşkulu alkışlar duyar. Şiirleri beğenildiğine göre artık huzur içinde ölebilir. Mandelştam, aklı biraz daha yerine geldiğinde, alkış zannettiği sesin aslında sözler yerine ekmek isteyen arkadaşlarının protestosu olduğunu anlayacaktır."

"Sürgün edilen kişinin aile fertleri, rahatsız edici tanıklar oldukları için çoğunlukla ortadan kaldırılırdı. Annesinin veya babasının aleyhinde konuşmak hayatta kalmak için tek çareydi. Onları vatan haini olan babalarından kurtardığı için Stalin'e teşekkür ettikleri duyulmuştu."

"Köyün tüm sakinleri sürgün edilmişti. Sadece mezarlık doluydu."

Ve her türlü yoksulluğa, zorluğa katlanıp kemanı elinden alındığında intihar eden müzisyeni de anmak isterim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder