29 Mayıs 2025 Perşembe

Küba: Başka Bir Dünya Halen Mümkün mü? - 2. Bölüm

         


        Turizm, Gezmek ve İletişim

Ne acı ki, pandemi bittiği halde Küba’nın beş şehrinde de Batılı turist az gördüm; Türkiye’den ve öbür Latin ülkelerinden gelenler ağırlıktaydı. Özellikle Havana’nın turistik noktalarında (Eski Havana; La Habana Vieja) belirli bir saatten sonra in cin top oynuyor; turist olmadığından mıdır nedir, çoğu mekân da saat 5 oldu mu kapanıyor. Elbette turist sayısının şu anda az olmasının başka bir nedeni de, yaz ayının yüksek nem nedeniyle daha az tercih edilmesi; dışarı çıktıktan 10 dk. sonra üstünüz başınız sırılsıklam kalıyor. Turistler de genelde kış aylarında geliyormuş.

Küba’da okuma-yazma oranı yüksek olduğu halde, kendi dilleri İspanyolca dışında dil bilen nadir bulunduğundan, İspanyolca bilmeyenlerin Kübalılarla iletişim kurması zor. Ancak turisti bin metre öteden tanıyorlar, çünkü en paspal halinizle onlardan daha zengin görünüyorsunuz ve turist olduğunuzu çaktırmama şansınız yok. Turizmin başlıca gelir kaynağı olduğu ve pandemi döneminde turizm kaynaklı gelirin acayip düştüğü düşünüldüğünde, turistten ne koparsak kâr diye bakıyorlar; turizmin ana gelir kaynaklarından olduğu kimi ülkelerde, örneğin Türkiyede de olduğu gibi. Yabancıları, tabiri caizse, yürüyen dolar olarak görüyorlar, bu nedenle herkesin bildiği tek bir İngilizce sözcük var: “tip” (bahşiş). Bir arabanın, bir insanın, hatta bir sokağın fotoğrafını mı çekecekseniz, “Hey Amigo” diyor ve “tip” diye ekliyor. Ücretsiz umumi tuvalete mi girecekseniz, birden birisi beliriyor ve “tip” istiyor. Mesela ücretsiz sunulan bir olanak olan müzenin üst katındaki tuvaletin önünde hiç kimse yokken, alt kattaki tuvaletin önüne biri dikilmiş, diyor “tip”. Aklınıza gelebilecek her şey için “tip” istiyorlar. Sonuçta Kübalı sosyalist kardeşlerimize feda olsun, dayanışalım, demek istiyorum ama bu olay öyle sık gerçekleşiyor ve öyle saçma şeyler için istiyorlar ki, bir yerden sonra insanın canına tak ediyor. 

Kübalı değilseniz para meselesinin başka bir boyutu da pazarlık. Hediyelik eşya için, taksi için, hatta para bozdurmak için, kısacası her şey için pazarlık yapmak zorundasınız. Örneğin, pazarlık yapmazsanız taksi 15 dolara götüreceği yere sizi 25 dolara götürebilir veya 40 dolara alabileceğiniz bir şeyi 70 dolara alabilirsiniz. Ne yazık ki, bir şey satın almanız için de çok fazla baskı yapıyorlar. Satıcı 10 dk. boyunca peşinizden gelebiliyor. İnsanlara hayır demekte zorlanan biri olarak burada bu açıdan kendimi bir parça geliştirmiş olabilirim. Öte yandan, evleri ve üstü başı dökülen insanları görünce kızamıyorum da, üzülüyorum. Ulan Amerika. Ulan Batı.

Devletin döviz bürolarından para bozdurunca 1 dolar = 25 peso şeklindeydi. Oysa 1 doları 250-300-330 peso şeklinde bozdurdum. Karaborsacılar var, yolda yanınıza gelip “kambiyo” diyorlar. Ama sahte para verme ihtimalleri olduğundan onlara güvenemezsiniz. Tanıdık birinden tüyo alıp Havana’da katedralin orada bozdurduğumuz oldu ama tanımıyorsanız riskli. Bunun yerine, turistik restoranlarda, kafelerde garsonlardan bozdurabilirsiniz. Ancak, zaten dolar şeklinde de ödeme aldıklarından çok para bozdurmadan dolar harcamak da mümkün. Bu durumda, yanınızda bozuk dolar olsun, 5-10-20 dolarlık banknotlar şeklinde. 100 dolar verince üstünü dolar olarak alamayabilirsiniz ve kafalarına göre bir kurdan bozup size geri peso verebilirler. Şanslıysanız euro da verebilirler. Burada euro, dolardan daha değerli değil. Halkın gözünde 1 euro = 1 dolar, bu yüzden euro kullanırsanız zarar edersiniz. Zaten euro ve kredi kartı kullanımı pek yaygın değil, sözcüklerin İngilizce telaffuzu bile herkese tanıdık gelmiyor. Havana’da değilse bile, Trinidad gibi daha küçük yerleşimlerde. Amerikan dolarına olan merak ne ironik.

Kübalılar iddia edildiği gibi Türkiye’yi seviyorlar mı? Türkiye’yi değil de turistleri seviyorlar desem, acı gerçek bu. Turistik noktalarda güleryüzlü ve neşeli görünüyorlar çünkü siz turistsiniz ve sizden kazanç sağlamayı umuyorlar. Müzik ve dans da çoğunlukla turistik amaçla yapılan şovlar. Şehirlerin arka sokaklarına girip halkın arasına karıştığınızda sokaklarda dans eden, müzik yapan, neşeyle, sanatla kendini var eden yok. En azından artık yok. Bueno Vista Social Club ruhu artık yaşamıyor. Gençler geleneksel Küba veya Afrika müziği dinlemiyor, pop ve rap dinliyor; Amerikalı veya Türkiyeli gençlerden farklı değiller. Çoğunun burnu havada, size yakın davranmıyorlar, ellerinde hep cep telefonu, dillerinde iPhone.

Küba ruhu sadece turizm için yaşıyor gibi bir görüntü var. Ülkedeki yaşlı nüfus yani devrimi yaşamış olanlar sosyalizme bağlıyken; genç nüfus, özellikle de turistlerle iş yapanlar kapitalizmin cazibesine kapılmış görünüyor maalesef. Ancak, sosyalizmden memnun olsun ya da olmasın herkes, halkı sömüren diktatör Batista’yı devirdiği için Fidel, Che ve diğer devrimcilere yönelik büyük saygı ve sevgi duyuyor. Bizdeki imeceye benzeyen “La Vida Gorda” ruhuysa halen yaşıyor: İmkânlar kısıtlı olduğundan ortaya çıkan dayanışma ve bunun getirdiği hoşgörü, yani sadece bir kişinin sahip olduğu bir şeyi bütün komşuların ortak kullanması ve o kişi zor durumda kalınca da ona herkesin destek çıkması gibi.

Müzik demişken… Hemen herkesin adıyla, sözleriyle değilse de ezgisiyle bildiği Hasta Siempre (Sonsuza Dek) Che Guevara için yazılmış bir ağıt ve bu ağıt çalarken halk saygı bekliyor. Oysa sadece ülkemizde değil başka ülkelerde de bu şarkının çeşitli yorumlarında eğlenerek coşmak âdet olmuş gibi. Yaratıcısı Carlos Manuel Puebla, Che’nin Küba’ya veda mektubunu Fidel’in halka okumasının hemen ardından duygulanıp Hasta Siempre’yi yazıp bestelemiş. Kendisi işçiyken gitar çalmayı kendi kendine öğrenip müzikle ilgilenmeye başlamış bir sanatçı.


Kübalılar ayrıca acayip rahat tipler. Bir restoranda bir şey isterseniz, doğru şey gelir mi veya kaç dakika sonra gelir, bilinmez. Altıda kapandığı belirtilmiş dükkân beşte kapatmayı tercih etmiş olabilir; kapıya kilidi beşe on kala vururken gelen müşteriyi umursamayabilir. Otobüs erken geldiyse yolcuyu beklemeden gidebilir. Kimilerine göre bunun nedeni, zaten devletin temel ihtiyaçlarını karşılıyor olmasından gelen kaygısızlık. Bir yandan da, nem yüzünden hissedilen sıcaklığa dayanmak zor ve bu da hareket kabiliyetini sınırlıyor. Kübalıların rahatlığıyla ilgili bahsi geçen bir anekdot şöyle: Sovyetler, Trinidad’a nükleer enerji santrali yapacakmış (hatta başlanmış ama tamamlanmamış, şehri ziyaret edince de görme şansınız oluyor) fakat Çernobil patlaması olunca vazgeçmişler; bunu duyanlar de demiş ki, vazgeçtiğiniz iyi oldu, biz Kübalılara “Git düğmeyi kapat” deseniz o düğme 1 saatten önce kapanmazdı ve burada da patlama olurdu.


Neden yabancı dil öğrenmediklerini düşününce ilk akla gelen, emperyalist ve sömürgeci ülkelerin dillerine, özellikle de Amerika’da konuşulan İngilizceye prim vermemek olabilir diye düşünebilir. Ancak, başka diller de var, öğrenilebilirlerdi. Öte yandan, şu anda konuştukları İspanyolca da aslında uzun seneler boyunca onları en çok sömüren İspanya’nın dili. Yani, şu anda konuştukları dil zaten Küba yerlilerinin dili değil. Dost acı söyler diyerek gözlemimi aktarayım o zaman. Bu rahat arkadaşlarımız tembellikten öğrenmiyorlar. Hiç dil bilmeden de turizm işini götürebildiklerine göre ne gerek var diyorlardır belki. Öte yandan, lise ve üniversite eğitiminde İngilizce bir süredir zorunlu dil. Ne yazık ki, dil öğretme yöntemleri geleneksel ve etkisiz görünüyor.

Ülkede konuşulan İspanyolca da başka ülkelerde konuşulan İspanyolcadan biraz farklı. Taíno yerlilerinin konuştuğu dilin etkisiyle zenginleşmiş bir İspanyolca. Hatta Küba İspanyolcasındaki bazı sözcükler yaygın İspanyolcadakinden de farklı. Örneğin, “papaya” kadın cinsel organının argosu. Meyve olan papaya için “fruta bomba” sözcüğünü kullanıyorlar. “Vale” İspanyolcada “tamam” demekken, Küba İspanyolcasında “sus, kes sesini” demek.

Güvenli olmasına güvenli bir ülke, her açıdan, ama erkekleri çapkın ve flörtöz. Latin kanı kaynıyor tabii. Bir otobüs şoförü korna çalarak yoldan geçen kadınlara kendince laf atıyordu, bir başkasıysa metresinden bahsedip, aman karıma söylemeyin, diyordu. Öte yandan, rahat insanlar olduklarından, sırf açık saçık giyimlisiniz diye dönüp size bakan da olmuyor; herkes öyle giyiniyor zaten.


*Küba yazı dizisinin devamında sırasıyla yer verilecek konular: Arabalar, Ulaşım, Mimari, Doğa, Yiyecek, İçecek, Puro, Hediyelik, Havaalanı, İnternet, Spor, Che, Santa Clara, Havana, Varadero, Cifuengos, Trinidad.

**Küba yazı dizisinin 1. Bölümü için bkz. https://erikhirsizi.blogspot.com/2025/05/kuba-baska-bir-dunya-halen-mumkun-mu-1.html

***Küba yazı dizisinin 3. Bölümü için bkz. https://erikhirsizi.blogspot.com/2025/06/kuba-baska-bir-dunya-halen-mumkun-mu-3.html

****Yazıda kullanılan bütün fotoğraflar bana aittir. Üstlerine tıklayarak fotoğrafları daha büyük ve daha net görüntüleyebilirsiniz.


21 Mayıs 2025 Çarşamba

Küba: Başka Bir Dünya Halen Mümkün mü? - 1. Bölüm


Alain De Botton’un ifade ettiği gibi, bir yer en saf haliyle anılarda var olur, deyip 2024 yazında yaptığım Küba seyahatimden hatırımda kalanları yazdım. Az ama öz yazmak, güleryüzlü bir sosyalizmle yönetilen Küba bambaşka bir yer olduğundan tabii biraz zor oldu. Hem benim en çok merak ettiğim hem de araştırmalara göre en çok merak edilen ülke olan Küba’ya, Devrim/Ulusal İsyan Günü olarak kutlanan 26 Temmuz’dan bir gün sonra adım attım. Yedi yazıda anlatacağım Küba’nın beş şehrini arşınlayabildim: Varadero, Cifuengos, Trinidad, Santa Clara ve Havana. Bu yazı dizisinin, gitmeyi düşünenler için bir mini rehber işlevi görmesini de umuyorum çünkü internette Küba ile ilgili güncel Türkçe bilgi yok.

        Kısa Tarih

Küba’nın resmi adı Küba Cumhuriyeti ve 1959’dan beri sosyalizmle yönetiliyor. Dünyanın en büyük 17. adası olan Antillerin İncisi Küba 11,3 milyon nüfusa sahip. Tarihçiler “Cuba” sözcüğünün kökeni Taíno diline dayandığına inanıyor. “Güzel memleket, bereketli toprak” demek; yalan da değil. Guanahatabey ve Taíno yerlilerinin yaşadığı topraklara 1492’de sömürgeci Kristof Kolomb ve avanesi adım atmış. Tarihçiler, yerlilerin kendilerini böyle adlandırmadığını, bu adları onlara sömürgecilerin verdiğini söylüyor. Nitekim Kolomb da buraya “Isla Juana” adını vermiş; Jane/Joan/Joanna Adası gibi bir anlamı var. Yerli halkın çoğunu feci işkencelerle katlettiklerinden günümüzde yalnızca 5000 civarında gerçek Küba yerlisi kaldığına inanılıyor; onlarla karşılaşmak da hayli zor. Bazı noktalarda Küba yerlisi olduğunu iddia edenlere rastlanıyor ama bu kişiler öz hakiki Küba yerlisi mi, yoksa turistlerin kendileriyle fotoğraf çekilip para vermesi için böyle söyleyenler mi, ayırt etmek pek mümkün değil. Küba halkının kalanıysa sömürgeci İspanyolların ve –özellikle tarlalarda çalışmaları için– köle olarak getirdiği Afrikalıların soyundan. İspanyolların etkisiyle yerleşen Katolikliğe inananların sayısı %56 civarında. Afrikalıların etkisiyle, toprak, güneş ve suyu kutsallaştıran Santeria dinine inanların sayısıysa %20 civarında; kendi tapınakları var ve burada erkeklerin yanı sıra kadınlar da rahiplik yapıyor. Geriye kalan halkınsa %23’ü ateist.

Önce İspanyol, sonra Amerikan toprağı olan Küba, 1902’de bağımsızlığını kazanmış. İspanya ve ABD’ye karşı Küba’nın bağımsızlığı için mücadeleye adadığı hayatını daha 42 yaşındayken bu yolda kaybeden şair, yazar ve gazeteci José Martí, Küba’nın ulusal kahramanı ve simgesi. Öyle ki, ülkenin kurucusu olarak görüldüğünden kendisinin Fidel ve Che’den bile daha çok saygı gördüğü söylenebilir. Batista diktatörlüğü zamanında halkı yoksulluktan kırılan Küba, Amerikalı zenginlerin zevküsefa merkezi olmuş; bunun bir nedeni de Amerika’da o dönem uygulanan içki yasağı yüzünden Amerikalıların içip eğlenmeye Küba’ya gelmesi. Batista’yı devirmek için Fidel Castro ve 165 arkadaşı 26 Temmuz 1953’te Santiago’daki Moncada Kışlası’na baskın düzenlemiş ama başarısız olup tutuklanmış. Fidel yargılanırken de tarihe geçen o meşhur cümleyle biten savunmasını yapmış: “Sayın yargıç siz beni mahkûm edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır!” 1955’te Meksika’ya geçip bu olaya atfen 26 Temmuz Hareketi adlı örgütü kurmuş. 1956’da Küba’ya dönüp Sierra Maestra Dağları’nda Batista’nın kuvvetleriyle savaşmış. 1959’da Santa Clara şehrinin düşmesiyle birlikte Batista ülkeden kaçmış. Devrimde Fidel kadar etkili öbür iki isimse Ernesto Che Guevara ile Camilo Cienfuegos. Fidel’in başbakan olmasıyla birlikte Amerikalılara ait olan evler ve araçlar başta olmak üzere her şey kamulaştırılarak halka verilmiş. Sonrasında da başta ABD olmak üzere Batı’nın Küba’ya ambargosu başlamış.

    Sosyal ve Ekonomik Durum

Fidel yönetiminde başlayan okuma-yazma seferberliği boyunca en az 16 yaşında olup hâlihazırda okuma-yazma bilenler ülkenin dört bir yanındaki kırsal bölgelere gönderilmiş ve devrimden önce ülke genelinde %40’ı geçmeyen okuma-yazma oranı sadece 1 senede %90’ın üzerine çıkarılmış. Şu anda %99,8. Biraz Türkiye’deki Köy Enstitüleri’ni hatırlatmıyor mu? Küba’da devlet bütçesinin %10’u eğitime ayrılıyor ve her 12 öğrenciye 1 öğretmen düşüyormuş. Ülkemizde milyarlar dökülen özel okullardan bile daha iyi bir rakam bu. Formalar da yine devletten.

Küba ekonomisi sadece şekerle ayakta kalamayınca, komünist Sovyetler ile Çin’den destek almaya başlamış – hatta Che’nin devrimi yaymak amacıyla ülkeyi terk etmesi biraz da Sovyetler’le uyuşamamasından kaynaklanıyor. Ne var ki, Sovyetler’in yıkılmasıyla birlikte Küba’da ekonomik kriz başlamış, devlet insanlara gerektiği kadar gıda yardımı yapamayınca insanlar da vücut ağırlığını ortalama %30 kaybetmiş. Venezuela devlet başkanı Chavez’in destek vermesiyle Küba toparlamaya başlamış. İki ülke arasındaki ilişkiler halen çok iyi.


Bu arada Fidel, dünyada en çok suikast girişimine uğrayan lider: 638 kez. Hatta bu konuda çekilmiş bir belgesel bile var: 638 Ways to Kill Castro (2006). Patlayıcı puro, patlayıcı deniz kabuğu, zehirli dondurma, et yiyen dalgıç kıyafeti, kalem şeklinde LSD dolu şırınga vs. Küçücük bir adanın, halkın desteğiyle kapitalizmden uzak yaşaması başta ABD olmak üzere Batı’ya nasıl bir korku salmışsa. Öğüten bir çarkın dişlisi olmayı kabul etmek yerine zor şartlarda umut yaratmanın bir bedeli var.

“Başka bir dünya mümkün” diyenlerin umudunu yeşerten Küba’da devlet –idealde her ülkede olması gerektiği gibi– halkın temel ihtiyaçlarını ücretsiz olarak karşılıyor: Ekmek, süt, yumurta, pirinç ve etin yanı sıra sağlık, eğitim, barınma hizmetleri ücretsiz; ulaşım da o kadar ucuz ki neredeyse ücretsiz. Sıcak memlekette ısınma/yakacak ihtiyacı zaten yok. Sanat da bir hak olarak görüldüğünden sanatsal etkinlikler Kübalılar için ya ücretsiz ya cüzi bir ücret karşılığında sağlanıyor. Tabii, oturduğunuz ev, kullandığınız araba, işlettiğiniz dükkân, yaptığınız üretimin bir kısmı (sanırım üçte biri) devlete ait ve bu durumdan rahatsız olanlar da yok değil (sanırım puro söz konusu olduğunda devlet tütün yapraklarının %90’ını alıyor mesela).

Ancak, adımını attığınız andan itibaren kendini her köşede hissettiren bir gerçek varsa o da, Küba’nın yoksulluğu. Aslında “yoksul” sıfatını kullanmaktan biraz imtina ediyorum. Mesela, ekonominin giderek daha da bozulduğu Türkiye’de iki kişinin de çalıştığı bir aile, bırakın ev almayı, kira ödemekte zorlanıyor; devlet hastanelerinde randevu ve hizmet almak zor, ulaşım özellikle büyük şehirlerde pahalı, okuma-yazma oranı daha düşük ve eğitimin niteliği giderek düşüyor. O zaman kim yoksul kim zengin? Evimiz yok ama borç harç yeni model bir akıllı telefon alabiliyoruz, zenginlik bu mu? Parıltılı bir dünyada güvensizlik ve geleceksizlik gibi daha çok.

Küba’nın yoksulluğunun ardındaysa Batı’nın uyguladığı ambargo yatıyor. Özellikle enerji ve hammadde alanlarında Küba’nın ithalat ve ihracat yapmasına başta ABD engel oluyor, bu yüzden sık sık elektrik kesintileri yaşanıyor. ABD’nin dibinde küçücük bir ülke olmasına rağmen ABD’ye tek başına kafa tutmuş, senelerce kendi kendine yetmek için çabalamış bir ülke burası. “Devrimi yaptık, artık evimize gidebilir miyiz?” diyenlere Che’nin yanıtını hatırlatmak lazım: “Sadece savaşı kazandık, devrim şimdi başlıyor.” Nitekim unutulmaya yüz tutan Havanalı müzisyenlerin hikâyesini anlatan Bueno Vista Social Club (1999) belgeselinde de “Devrim Sonsuzdur” tabelası asılı görünür.

Ne var ki, Fidel’in ölümünden sonra ABD ve Batı ile ilişkilerde başlayan yumuşama artarak devam ediyor. Hatta ABD’nin arka bahçelerinden Kanada şu anda Küba’ya petrol çıkarmak için yatırım yapmış; işletmelerini bizzat kendi gözlerimle gördüm. Anlatılanlara göre, belki beş belki on sene sonra Küba artık, bildiğimiz Küba olmayacak. Nitekim gelmeden önce burasıyla ilgili izlediklerim ve okuduklarımdan farklı bir Küba buldum. Öncelikle, insanlar anlatıldığı kadar mutlu mu, yoksa bu da turist çekmek için yaratılmış bir imaj mı, şüpheliyim. Yeni model cep telefonları ile lüks araçların da böyle yaygın olmasına şaşırdım.

1968’teki bir konuşmasında Fidel, Küba’daki tüm özel işletmeleri yasaklama kararını açıklarken kapitalizmin, asalaklığın ve insan sömürüsünün kökten yok edilmesi gerektiğini söylediğinde büyük alkış kopmuş. Çünkü kapitalistler başkalarının çalışması üzerinden hayatını sürdürüyor ve insanı insana düşman ediyor, oysa Fidel dayanışmaya inanıyordu. Ne var ki, Küba’da Komünist Parti artık özel işletmelere izin veriyor.

Küba’nın başlıca geçim kaynakları sırasıyla turizm, puro, şeker kamışı ve rom. Pandemi döneminde, teknolojik imkânları olmadığı halde tıpta oldukça ileride olan Küba, halkına kendi ürettiği aşıyı uygulamış ve ülkede korona kaynaklı ölüm oranı çok düşük olmuş – elbette bunda Küba’nın Batılılarla temasının sınırlı olmasının da etkisi vardır. Ancak, bu aşıyı kendi ülkesinin dışında satmasına izin verilmemiş. Bu dönemde ülkeye turist akışı kesildiğinden Küba iyice yoksullaşmış. Devletten en yüksek maaşı doktorlar alıyor fakat meslek gruplarının kazançları arasında büyük farklar yok; ne yazık ki rakamlar oldukça düşük. Pandeminin ülkenin birincil gelir kaynağı turizmi feci şekilde baltalaması nedeniyle 2020’den bu yana devlet, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor ve insanlar yiyecek almak için uzun kuyruklarda bekliyor.

2021’den beri Kübalılar en fazla 100 kişilik olmak üzere küçük ve orta ölçekli işletmeler açabiliyor. Üretkenlik artmış mı, artmış. Ama beraberinde eşitsizlik de artmış. Devlet için çalışırken ayda 900 peso kazanan bir kişinin kazancı özel işletmede 15.000 pesoyu bulabiliyor. Ancak, doktorların, avukatların ve mimarların devlet için çalışması zorunlu ve kendi işyerlerini açmaları yasak. Bu da ortaya şöyle tuhaf bir durum çıkarmış: Doktorluk gibi daha fazla nitelik gerektiren işler daha az kazanç getirirken, barmenlik gibi daha az nitelik gerektiren işler daha fazla kazanç getiriyor. Hatta şöyle diyorlar: Küba’da kalp krizi geçirecekseniz barda geçirin, çünkü doktorların çoğu ikinci iş olarak barmenlik, garsonluk yapıyor.

Daha çok kazanmak için, devlette çalışmayı bırakıp tamamen özel sektöre geçenler olduğu gibi, ülkeyi terk edenler de var. Maalesef beyin göçü fazla, hem de istikamet pek ters: ABD. 2022’de ülkenin %2’si ABD’ye göç etmiş. Bunun nedeni sadece pandemi değil, ABD’nin de ambargoyu sıkılaştırmış olması. Düşmanı yara almış, bir de o vurmasın mı? Kıtlığın baş gösterdiği ülkede doktorlar kapağı başka ülkelere atmaya çalışınca, ülkenin meşhur tıbbı büyük bir darbe almış. Hal böyle olunca devlet, tıp alanında çalışan herkesin maaşına epey zam yapmış. Önceden 50 dolar olarak telaffuz edilen doktor maaşı şu anda 140 doları bulabiliyor. Bu arada, Küba harika doktorlar yetiştirse de sağlık hizmetleri, imkânsızlıklar nedeniyle biraz sorunluymuş. Bunun nedenleri arasında, yine ambargo kaynaklı olan altyapı ve ilaç eksikliği gösteriliyor.

Öte yandan, devrimin bazı konularda çağa uygun bir şekilde devam ettiğine inananlar da var. Örneğin, 2022 yılında yapılan referandumla birlikte eşcinsel evlilik ve eşcinsel çiftlerin evlat edinmesi yasallaşmış. Bundan yaklaşık 30 sene önce çıkan Çilek ve Çikolata (Fresa ya Chocolate, 1993) filmini de dönemini aşan cesaretinden dolayı kutlayıp anmalı: 70’lerde Fidel’den desteğini çeken, serbest piyasayı savunan ve sol karşıtı bir tutum edindiğinden Küba genelinde pek sevilmeyen Perulu yazar Mario Vargas Llosa’yı okumaktan çekinmeyen Kübalı eşcinsel bir erkek ile Che’nin yolundan gitmek isteyen Kübalı devrimci heteroseksüel bir erkeğin dostluğunun hikâyesi. Bu filmin onaylanıp Küba televizyonlarında yayınlanabilmesi için 14 yıl geçmesi gerekmiş. 2010’daki bir röportajda eşcinsellerle ilgili yöneltilen soruları Fidel, çok fazla sorunla boğuştukları için eşcinsellere yönelik geleneksel ayrımcılıkla ilgilenemedikleri mealinde yanıtlamış ve tüm sorumluluğu üstlenmiş.


*Küba yazı dizisinin devamında sırasıyla yer verilecek konular: Turizm, Gezmek, İletişim, Arabalar, Ulaşım, Mimari, Doğa, Yiyecek, İçecek, Puro, Hediyelik, Havaalanı, İnternet, Spor, Che, Santa Clara, Havana, Varadero, Cifuengos, Trinidad.

**Küba yazı dizisinin 2. Bölümü için bkz. https://erikhirsizi.blogspot.com/2025/05/kuba-baska-bir-dunya-halen-mumkun-mu-2.html

***Küba yazı dizisinin 2. Bölümü için bkz. https://erikhirsizi.blogspot.com/2025/06/kuba-baska-bir-dunya-halen-mumkun-mu-3.html

****Yazıda kullanılan bütün fotoğraflar bana aittir. Üstlerine tıklayarak fotoğrafları daha büyük ve daha net görüntüleyebilirsiniz.