13 Mayıs 2021 Perşembe

"Persian Lessons" (Umudun Dili) filmi üzerine iki çift lakırtı


Wolfgang Kohlhaase'nin öyküsünden uyarlanan ve gerçek hayattan ilham aldığı belirtilen Persian Lessons (Umudun Dili) filmi, bir Nazi kampında hayatta kalmak için Farsça öğrenmek isteyen yüzbaşıya Farsça öğretmeye çalışan ama kendisi Farsça bilmediği için yeni bir dil uyduran bir Yahudi'nin hikâyesini anlatıyor.


Filmin artıları:

1. Kendi kimliğinin yok edilmeye çalışıldığı bir ortamda kişi, yeni bir kimlik icat ederek hayatta kalmaya çalışıyor ama aslında o yeni kimliği de, eskiyi saklamanın bir yoluna dönüştürüyor. (Bu bağlamda filmin sonu gerçekten vurucu.)

2. Yeni bir kimlik ve dil arayışı, Nazi ile Yahudi arasındaki iktidar ilişkilerini neredeyse tersyüz ediyor. Kimlikler yüzünden çıkmış bir savaşta, bu iki kimlik dışındaki üçüncü bir kimlik bir nevi, umudun da taşıyıcısı oluyor.


Filmin eksileri: 

1. Kimlik inşası, dil ve hafıza üzerinden veriliyor ama dil, sözcüklere indirgeniyor. Sözlük ezberleyerek dil öğrenilebilirmiş gibi, dilbilgisi ve sözdizimi hiç yokmuş gibi.

2. Hikâyesini dil üzerinden kuran bir filmde konuşulan dillere ve aksanlara da dikkat etmek gerekir. Filmde Gilles, Anvers’li ve burası, Belçika’nın Flaman bölgesinde yer aldığı için burada ağırlıklı olarak Flemenkçe konuşulur. Oysa Gilles, “aksansız” bir şekilde Fransızca ve de Almanca konuşabiliyor. Görünen o ki, Flemenkçe de konuşamıyor.

3. Yer yer ikna edici olmayan, biraz zorlama bir şekilde kotarılmış noktalar var. Örneğin, Gilles’in aslında İranlı olmadığını düşünen asker zaten onu İranlı diye bulup getiren ve bu sayede ödül alan asker olmasına rağmen, Gilles’in İranlı olmadığını ispatlamak istiyor ve bu konudaki takıntısına dair güçlü bir motivasyon verilmiyor filmde.

4. Ayrıntıları ince düşünülmüş olan film, ne yazık ki, tahmin edilebilir bir şekilde ilerliyor. Bunun nedeni biraz da, filmin Hollywoodvari kodlara sarılarak yüzeysel bir işleyişi tercih etmesi (Koch’un son sahnesi gibi, yer yer parodileştiği bile söylenebilir). Oysa film, yüzbaşı Koch’un dil öğrenme çabası ve bunun ardındaki motivasyon ile “Korkmaktan yoruldum” diyen Gilles’in psikolojik durumuna odaklansaydı, temelindeki zekice fikrin sahip olduğu potansiyeli iyi kullanmış ve meselesini güçlü bir sesle ifade etmiş olurdu.

5. Filmin başındaki ölüm sahnesi gibi, savaşı konu edinen filmlerde şiddet sahnelerinin estetize bir şekilde verilmesini etik bulmuyorum. Bu şahsi fikrim ve ayrıca ayrıntılandırılmayı hak eden bir konu.


Beyaz Rusya’nın bu yılki Oscar’da aday adayı olan ve yapımında Beyaz Rusya dışından çok fazla isim yer aldığı için diskalifiye edilen, Rusya-Almanya-Beyaz Rusya ortak yapımı filmin yönetmeni Ukraynalı Vadim Perelman, senaristi Alman Ilja Zofin ve başrolündeki başarılı isim ise Arjantinli Nahuel Pérez Biscayart. Kimlik, kültür, dil gibi konular üzerine inşa edilen filmin de bir ülkeler karmasından çıkmış olması hoş bir tesadüf (mü) :)

Filmle ilgili olarak dil, kimlik, kültür, bellek, iktidar üzerinden kapsamlı bir okuma yapmak mümkün. Filmi izlerken, hem olumlu hem olumsuz anlamda aklıma birçok şey gelmişti ama film sonrasında, zihnimden bunlar döküldü.

Bu filmin kişisel belleğimdeki izdüşümüyse başka. İlkokulda yakın arkadaşım Şeyda ile bir dil uydurmuştuk. İkimizi, bizden başka kimse anlamasın diye. Oysa, insan büyüdükçe, anlaşılmanın aslında ne zor olduğunu fark ettikçe, daha çok anlaşılmak istiyor. Zaten sonra onun babasının tayini başka şehre çıktı. Dilimiz kimsesiz kaldı. Ve yok oldu. Dilimizle birlikte taşıdığı bellek de.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder