20 Haziran 2012 Çarşamba
Pembe panjurlu evimiz: Kapitalizm
Herkes için daha iyi bir dünya isteyen ortak hayal, yerini, yalnızca kendisi için plazma, iphone isteyen hayale bıraktı. Daha kolay oldu böylesi. Ama herkes için olmadı.
10 Mayıs 2012 Perşembe
Köyün Işıkları
Nurdan Gürbilek'in Ev Ödevi kitabının, Latife Tekin'i konu alan "Mırıltıdan Dile" adlı bölümünden bir yoksunluk, bir de yoksunluğun umuda dönüşü hikâyesi...
"Bir gün bir arkadaşıyla, bir başka oğlanla birlikte koyunları otlatmaya gidiyor. Yanlarında, annelerinin hazırladığı bir şeyler var; acıktıklarında birlikte yiyecekler. Ama bizim oğlan birden arkadaşının ortadan kaybolduğunu, bir ağacın arkasında ondan gizli bir şeyler yaptığını, bir şeyler yediğini fark ediyor. Görünmeden, merakla onu gözetlemeye başlıyor. Gördüğünü yıllar sonra da hatırlayacak: Arkadaşı, ağacın arkasında gizlice bir şeyi, bir kağıt parçasını yalıyor büyük bir iştahla. Yaklaşınca görebiliyor: Evden yürütülmüş, kullanılmış bitmiş bir Sana margarinin yağlı kağıdı çocuğun elindeki. Sana’nın piyasaya yeni çıktığı, köye yeni ulaştığı yıllar… Sana’nın tadı, kendinden esirgendiğini düşündüğü bütün bir dünyanın, uzaktan ona göz kırpan ışıkların tadı şimdi."
"70’lerin sonları. Tunceli’nin bir köyünde yaşayan, köyden dışarı
hiç çıkmamış, o yıllarda çocukları, kocası gibi kendisi de sosyalist olmuş
yaşlı bir kadına soruyorlar: “Sosyalizm sizce nasıl bir şey?” Yaşlı kadının
altmış küsur yıldır konuştuğu dile yeni girmiş bu sözcüğü tanımlarken fazla
düşünmemesi tuhaf. Uzaktaki şehrin parıldayan ışıklarını gösteriyor eliyle.
“Tunceli’nin ışıkları,” diyor, “Tunceli’nin ışıkları bence sosyalizm.” Bu
tanımın, sözcüğün bütün öteki tanımlarından daha az doğru olduğunu kim
söyleyebilir?"
30 Nisan 2012 Pazartesi
Perdeyi perdelemek
Mayıs 1976’da aylık tiyatro dergisi Alkış’ın kapağında Kemal
Tahir’in oyunlaştırılan öyküsü “Göl İnsanları” vardı. Tıp ve Diş Hekimliği
fakültelerinin öncülüğünde kurulan İstanbul Üniversitesi Halk Tiyatrosu
tarafından sergilenen bu oyunda, NTV programcısı Sedat Küçükay, 16 Mart
katliamında öldürülen Cemil Sönmez ve babam Gürol Gökgül de yer alıyordu.
Amaçları devrimi halka taşımak üzere bir araç olarak
tiyatrodan yararlanmak olan bu tiyatro grubu, işçiler ve onların hakkını yiyen
patron arasındaki ilişkiyi anlatan bu eserin sonunu da değiştirmişlerdi
amaçlarına uygun olarak. Baş karakter Hamdi, çalıştığı yeri terk etmek yerine
kalıp patrona karşı mücadele ediyordu.
9 Şubat 1976 tarihli Cumhuriyet gazetesi İşaret edilen, oyunun kötü karakteri Patron (yani babam) |
1974 yılında kurulan İstanbul Üniversitesi Halk Tiyatrosu’nun sergilediği diğer oyunlar arasında Duman, Orhan Asena’nın “Yurttaş B-C”, Bekir Yıldız, Orhan Kemal ve Tanju Cılızoğlu’nun öykülerinden oluşan “Bu Toprağın İnsanları”, Nazım Hikmet, Enver Gökçe, Ahmet Arif’in şiirlerinden oluşan “Memleketimden İnsan Öyküleri”, İrfan Yalçın’ın “Pansiyon Huzur”, “Güneşin Katli” eserleri var.
Pansiyon Huzur (Resmi tıklatarak büyütün) |
İstanbul Üniversitesi Halk Tiyatrosu’nu, zamanın diğer tiyatrolarına nazaran daha ilgi çekici kılan üç özelliği var. İlki; üniversite tiyatrosu olmalarına rağmen, kendi üniversiteleri dahil hiçbir kuruluştan yardım almadan tamamen bağımsız hareket etmeleri. İkincisi, tiyatro eserinin sahneye konma sürecine halkı da dahil etmek yönündeki istekleri. 2 Şubat 1976 tarihli Cumhuriyet gazetesine verdikleri röportaja göre niyetleri “provaları halka açmak, halkın oyunlar üzerinde dilek ve önerilerini almak, böylece oyunları bir bakıma halkla birlikte oluşturup tiyatroyu biraz daha ‘seyirciyle oluşan bir olay’ durumuna getirmek”miş. Sonuncusu ise her şeyin imece usulü yapılması. 8 Nisan 1976 tarihli Vatan gazetesi röportajlarına göre “gruptaki her arkadaş kostüm, dekor ve reji çalışmasında eşit çaba harcıyor”muş.
1976’da devrim idealiyle doktor adaylarının kurduğu bağımsız
bir halk tiyatrosu vardı.
2012’de… Devrim hayali bırakmış yerini demokrasi hayaletine… Devlet hastanelerinde doktor ölümleri pek revaçta… Tiyatro ise ne bağımsız ne de halktan; olmak üzere iktidarın elinde kukla.
Evet, devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.*
22 Nisan 2012 Pazar
Işık, biraz daha ışık*
Işığın kırılmalarla dolu macerasına** eşlik eden ve onu dönüştüren sanatların başında gelir resim. Mimari, fotoğraf ve sinema da aynı yolu izleyen diğer sanatlar. Bu yolda ışığı en doğru şekilde kullanan sanatçıları, yolun sonunda başarı karşılar.
Bu ışıklı insanlardan birini de, Kadıköy Seven Sanat Galerisi’nde keşfettim. İran kökenli olan ama Türkiye’de yaşayıp resim dersi veren Javad Soleimanpour, benim gibi çoklarının ilkokul resim dersinin vazgeçilmez malzemesinden öte görmediği pasteli kullanarak ne eserler yaratmış…
İstanbul’a
yerleşmesinin nedeni İstanbul aşığı olması mı bilemiyorum, ama İstanbul
ile ilgili hem manzara hem de gündelik hayattan kesitler sunan
resimleri var.
Çocuklar ve hayvanları birlikte konu alan resimleri de çok hayattan, çok içten.
Atatürk’ün
de birkaç portresini çizmiş. Atatürk’e olan saygının, sevginin ve
ilginin azaldığı bu günlerde İranlı bir ressamın Atatürk’ü birkaç kez
resmetmiş olması ilgi çekici.
Resimlerinin
geneline huzur hakim. Buruk bir huzur sanki; kendisiyle ve hayatla
barışık olsa da, gereksiz derecede iyimser değil; acıları yadsımıyor.
*"Licht mehr licht" ifadesi Goethe'ye aittir ve kendisinin son sözleri olduğu söylenir.
**Aşk İşaretleri, Latife Tekin.
*"Licht mehr licht" ifadesi Goethe'ye aittir ve kendisinin son sözleri olduğu söylenir.
**Aşk İşaretleri, Latife Tekin.
15 Nisan 2012 Pazar
Sol, solet*
Parc Güell |
Antoni Gaudi, ancak çocukların masal dinlerken hayal edebilecekleri türden evlerin yaratıcısıdır. Arkadaşı Picasso’nun dediği üzere, çocuk ruhu taşıyanların sanatçı olabileceğinin ve kalabileceğinin ispatıdır. Üstelik, masal yazmaktan ve masal resmetmekten daha zordur masal inşa etmek.
Casa Mila |
Casa Mila, diğer adıyla La Pedrera, dışarıdan yuvarlak kıvrımlı büyük bir dağı, terasından ise Peri Bacalarını andırır.
Casa Battlo |
Casa Battlo |
Casa Battlo’nun çatısı ejderha şeklindedir. Sütunlarının üzerinde çiçek ve bitki motifleri vardır, balkonları ise sanki ejderhanın kurbanları olan insanların kemikleri gibidir.
Parc Güell |
Sagrada Familia |
Sagrada Familia |
Sagrada Familia - 33 |
*Günışığım, benim küçük günışığım: Gaudi'nin ilk büyük eseri olan ve yine Barselona'da bulunan Casa Vicens'in duvarlarından birinde yazar.
**Fotoğraflar tarafımca çekilmiştir. Fotoğrafların üzerine tıklayarak daha büyük görüntüleyebilirsiniz.
14 Nisan 2012 Cumartesi
Barselona'nın Kaçak Renkleri
Barselona,
sanat açısından, geçmişe sırtını dayamış ve artık özgün eserler
çıkaramıyor izlenimi bırakan bir kent. Ünlü resim pazarı ise tam bir
hayal kırıklığı. Ancak, bu açığını, en azından resim konusunda
grafitiyle kapatıyor gibi. Önceden gezdiğim hiçbir şehirde bu kadar sık,
renkli ve yaratıcı grafitiye rastlamamıştım.
Çoğu
ülkede, sanat artık kaymak tabakanın elindeyken, Barselona’da ise sanat
sokakta hayat buluyor. Resim sergilerine gitmek yerine ara sokaklara
girmeniz yeterli. Sadece duvarlarındaki grafitilere bakmak için bile bir
gezi düzenlenebilir Barselona’ya. Bu grafitiler, ülkemizdeki gibi bir
iki renk ve birkaç ilginç karakterle ad, vb. yazmaktan ibaret de değil.
En köhne duvarın bile üstünü capcanlı renkleriyle bir grafiti “eseri”
süslüyor. Ayrıca, o kadar çok dükkan kepenkinde de grafiti gördüm ki
grafiti eyleminin esnaf tarafından desteklendiğini, hatta teşvik
edildiğini düşünmeye başladım.
Grafiti,
dünya genelinde ve tarih boyunca yasadışı gerçekleştirilmiş ve
“vandalizm” olarak nitelenmiş bir etkinlik; ancak, modernizm adı altında
tek tipleşen, ayrıntısızlaşan ve sıkıcılaşan mimariyi hem renklendirip
hem de buna başkaldırarak, sorunu, çözümle birlikte ortaya koyması
açısından takdir edilesi.
Grafiti lafı açılmışken Banksy’e de selamlar…
Grafiti lafı açılmışken Banksy’e de selamlar…
*Fotoğraflar tarafımca çekilmiştir. Fotoğrafların üzerine tıklayarak daha büyük görüntüleyebilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)